Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, yerel seçimlerin sonuçlarına ilişkin olarak ETHA’nın sorularını yanıtladı.
Seçim öncesindeki kutuplaşmasının sandıkta da kendini aynen ürettiğini belirten Kürkçü, AKP’nin kısmi bir gerileme ve oy kaybı yaşadığı düşüncesinde. Başbakan’ın balkon konuşmasının da seçim öncesindeki atmosferin derinleşecek devam edeceği anlamına geldiğini söyleyen Kürkçü, “Bu hepimiz oldukça koyu bir baskı döneminin bizi beklediği anlamına geliyor” dedi.
HDP’nin beklentisine yakın bir oy aldığını söyleyen Kürkçü, “HDP olarak, batıda DTP’nin mirasını devralmayı başardığımızı düşünüyorum” diye konuştu. Seçime çok kısa sürede hazırlanmak zorunda kaldıklarını anlatan Kürkçü, karşılaştıkları saldırılara dikkat çekti. Kürkçü, İstanbul’da, CHP’nin yaptığı şantajın da seçmenler üzerinde etkili olduğu görüşünde.
HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü, “HDP iddiasının sürdürülmesi bakımından yeterli sonucu aldığımızı düşünüyorum” dedi.
Kürkçü’nün ETHA’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Seçim sonuçları nasıl bir tablo sunuyor?
Seçim öncesi kutupsallık ve seçim öncesi iktidar/muhalefet güç tablosu, hemen hemen kendini aynen üretti. İktidar partisi kendi seçmen tabanını kendi etrafında toplamayı ve muhalefete karşı konumlandırmayı başardı. Muhalefet de genel olarak hükümet karşısında söylem yetersizliği ve kuvvet toplama başarısızlığı içerisinde gözüktü. ‘AKP yüzde 45, geri kalanlar yüzde 55. Demek ki AKP hakikaten iktidardır.’ denilebilir belki. Ama Türkiye’deki seçim yöntemlerine göre bu geçerli bir argüman değil.
HEPİMİZİ KOYU BİR BASKI DÖNEMİ BEKLİYOR
AKP’nin hegemonyasında bir boşluk var mı?
Kısmen evet, diyebiliriz. Bu genel seçimlerden geride bir sonuç, 2009 yerel seçimleriyle kıyasladığımız zaman evet ileride, ancak genel seçimlerin gerisinde bir sonuç. Bu seçimler, her iki taraf açısından referandum niyetinde geçtiği için önceki yerel seçimleri kıstas almak iktidar partisi açısından çok aydınlatıcı olmaz. Ben yine de kısmi gerileme ve oy kaybı olduğunu düşünüyorum. İkinci nokta; Başbakan’ın balkon konuşmasına baktığımız zaman gördüğümüz şu: Seçimler öncesindeki hesaplaşma atmosferinin artarak devam edeceğini görüyoruz. Bu hepimiz açısından oldukça koyu bir baskı döneminin bizi beklediği anlamına geliyor.
ERDOĞAN İÇSAVAŞ TERMİNOLOJİSİ İLE KONUŞUYOR
Ben doğrusu cemaati ne kadar sevmezsek sevmeyelim, hukuk dışı bir saldırı ile karşı karşıya kalmalarını sessizce geçiştirecek olursak darbelerin bütün muhalefeti vuracağını söyleyebiliriz. Ben Başbakan’ın söylemini son derece korkunç buldum. Melese HDP ya da Kürtler ya da devrimciler de olabilirdi. Cemaate hesap soracağını ve inlerine gireceğini söyledi. Bu bir kere iç savaş terminolojisi. İkincisi bu polis operasyonu ise bunun da esasen savcılıkların yetkisi dahilinde bir iş olması gerekirken, hükümet eliyle kullanıldığına dair bize çok açık bir ipucu veriyor. Ben bu hesaplaşmayı kendi kafalarının içinden geçen haliyle kanı yerde bırakmamak kararlılığında olduğunu hissediyorum. Her şey Başbakan’ın iki dudağının arasında değil ama bu bizim için çok çetin bir dönem ve ilk raundu da 1 Mayıs olacak. Taksim’de kutlama yapılıp yapılmayacağı tartışmasında karşımıza çıkacak ve bu sertlik bizim için istenmeyen bir sonuç.
Siyasi kriz sandığa yansımadı. AKP neden oy kaybetmedi?
Bunun nedeninin aslında tape siyasetinin de gayrimeşru oluşu ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu siyaset gayrimeşruydu. Hiçbirimiz hoşnutsuzluğumuzu ifade etsek de bunu yeterince yüksek sesle ifade etmedik, ‘Tapeleri elinde bulunduranlar kim?’ sorusunu çokça sorduk ama o kitle başka bir şey sordu, kendini açıkça ortaya koymayan bir düşman. ‘Hükümetimizi ve bizim kazanmış olduğumuz statümüzü tehdit ediyor?’ düşüncesi AKP’li seçmende büyük bir yankı buldu. Onlar bu tapelerin doğru mu yanlış mı olduğundan ziyade bu tapeler dolayısıyla bilinmeyen, mevhum. görünmeye bir kuvvetin Başbakan ve AKP’yi devirmeye çalıştığını düşünerek onun etrafında toplandılar. Ki, bu tamamen gerçek dışı değil. Ben Başbakan, kendisini mağduriyet konumuna yerleştirmeyi başardı, gazap mağduriyet bir mağdurun -asla sahip olmayacağı bir gazap ile iktidar gücünü kullanan bir mağdur gibi- son derece tuhaf bir konumdan kendi kitlesini etrafına toplamayı başardı. Bunun karşısında uluslararası alemin onayını yeterince yitirmiş oldu. İkincisi muhaliflerin, kendisine oy vermeyen kitlenin kategorik karşıtlığını elde etti. O yüzden buna ne kadar başarı denilebilir? Bir yönetici, bir “hükümdar” bile olsaydı kendisinden yana olmayanların da rızasını elde etmeye dayalı bir iyi yönetim yerine zalim bir yönetime mecbur kaldı. Bence bu Tayyip Erdoğan için geri dönüşü olmayan bir yol ve bu yola girmekle son derece sert, çetin bir mücadeleyi de davet etmiş oldu. Ben o açıdan teknik olarak baktığımızda 30 Mart itibariyle kendi etrafındaki kuvvet merkezini yeniden inşa etmeyi başardığını söyleyebilirim. O kuvvetin de sadece kuru kaba kuvvet olduğunu, kendini destekleyenlerden başka hiç kimsenin meşru görmediği bir kuvvet haline geldiğini söyleyebilirim. Bu da önümüzdeki dönem açısından güce dayalı bir mücadele yolunun açıldığını gösteriyor.
ERDOĞAN KUTUPLAŞMAYI ARTIRDI
Kendisini destekleyen az bir kesim değil…
Evet doğru, ama sayılar itibariyle baktığımızda seçmenlerin yüzde 90’ı oy kullandı. Bunların da yüzde 45’i ona verdi. Henüz bu Türkiye’de yaşayan yurttaşların sadece yüzde 40’ının desteği demek. Geri kalanlar ise açık ve kesin olarak onu desteklemiyorlar HÜDAPAR’ı bir kenara bırakacak olursak. Bu zor bir durum. Daha doğrusu desteklemekten ziyade onunla bir arada yaşamak istemiyorlar. Net olarak insanlar ifade etti. Mesela Merker’in Almanya’daki iktidarı gibi değil. Merkel’e de Almanya’da insanlar muhalefet ediyor ama sonuçta ‘Başbakan aldı’ deyip devam ediyorlar. Burada kabul edilmeyen içe sindirilmeyen ve olmayacak denilen bir durum var. İşin doğrusu çok büyük bir yolsuzluk tablosu ile karşı karşıyayız. Başbakan bu yolsuzluk tablosunu inkar etmedi. Sadece bu yolsuzluk tablosunu ortaya çıkaran kanıtların hukuksuz olduğu savunmasına dayandı. Ayrıca yolsuzluk suçlamasına maruz kalan bakanlarını görevden almak zorunda kaldı. Fakat dünkü tablo şu açıdan da çarpıcıydı. Egemen Bağış’ı, oğlunu ve tüm bu yolsuzluk suçlamasıyla lekelenmiş ve asla bir yargı makamı karşısında aklanmamış insanları arkasına dizerek sahip çıktı. Kutupsallaşmayı da arttırdı. Ben bu kutupsallaşma içinde sistemin rızaya dayalı olarak devam ettirilemeyeceğini söyleyebilirim. O açıdan bizi çok gergin bir gelecek bekliyor.
BATI’DA DTP’NİN MİRASINI DEVRALDIK
HDP açısından ne bekliyordunuz ve nasıl bir sonuç çıktı?
Ben arkadaşlarım arasında en muhafazakar yoruma sahip birisiydim. Bizim için yüzde 8’in mükemmel bir sonuç olacağını düşünüyordum. Bunun çok uzağına düşmedik, Türkiye çapında BDP-HDP il genel meclisi ve belediye meclisi sonuçları bakımından yüzde 6.7. Zaten 8 rakamını da öyle düşünüyordum. Bundan çok uzak düşmediğimizi görüyorum. Bu açıdan HDP olarak, batıda DTP’nin mirasını devralmayı başardığımızı düşünüyorum. Bu neden önemli. Birincisi; kuruluşumuz ile seçime girişimiz arasında geçen sürenin kısalığı nedeniyle böyle düşünüyorum. Bunun yeterli organizasyon yapmaya imkan vermediğini görerek söylüyorum. İkincisi; maruz kaldığımız muazzam saldırı. Özellikle son iki ay içerisinde bizi sürekli olarak kendimizle uğraşmaya mecbur bıraktı. Oysa biz kendimizle değil rakiplerimizle uğraşmak, kendimizi ifade etmek isterdik, ama ne olmadığımızı anlatmaya çalıştık. Bu saldırılar bizi bir şekilde sıkıntıya soktu, her ne kadar boyun eğmedik, savuşturduk, onların çektiği yerlere gelmediysek de yine de herkes takdir etmeli ki iki büyük katliamın eşiğinden döndük; Aksaray ve Fethiye’de. Pek çok yerde linç saldırılarından -Ordu’da, Giresun’da, Edirne’de- kurtulduk. Bütün bunlar gönüllerimizin sabrını test eden şeylerdi.
SEÇMENLERİMİZ CHP’NİN ŞANTAJINA MARUZ KALDI
Son olarak da özellikle son iki haftaya girerken bizim hitap alanımızdaki seçmenlerin CHP’nin ağır manevi şantajı altında kaldıklarını söyleyebilirim. İstanbul’daki belediye başkan adayımız şahsen seçimlerden çekilmez ise düşmana yardımcı olmuş olacağımıza dair bir şantajın çok önemli ölçüde yaygınlaştırıldığını gördük. Bu da hitap alanımızdaki özellikle solcuları etkiledi. Bunu gözlüyoruz. Belediye başkanlığı için verilen oylarla ile belediye meclis üyeliği için verilen oyları analiz ettiğimizde neredeyse iki puana yakın bir farkı görüyoruz. Bu kutuplaştırmanın, bu şantajın kısmen sonuç aldığını gösteriyor. Denilebilir ki, bir parti başarılı ise bunu boşa çıkartmalıdır. Doğru bunu boşa çıkarmamız gerekirdi. Fakat bu da her partinin karşı karşıya kaldığı bir sonuç değildir. Sadece soldan karşılaşmadık bununla. Milliyetçiler de bu propagandayı yürüttüler. Özellikle İstanbul’da Sarıgül etrafında oluşan blokun her bir unsuru, medyada çeşitli kanaat önderleri bu basıncı kurdu, bu basıncın bir miktar desteği öbür tarafa doğru taşıdığını gözleyebiliriz. Ancak şimdi dönüp baktığımızda bu şantajın yersiz bir hesaba dayandığı, doğrusu daha çok toplumsal güç hesabına sığmayan basit aritmetiğe dayalı bir hesap olduğunu gördük. Esasen bu faktörler bizim 8 sınırından geri dönmemize yol açtı. İşin doğrusu BDP’nin de mutlak oy oranlarında Kürdistan’da beklenen yükseliş olmadı. Ancak onlar göreli olarak AKP’ye karşı büyük üstünlük sağlamayı başardılar. 11 şehir aldılar, 100’den fazla da belediye yönetimi aldı. Bu çok önemli bir politik sonuç fakat seçim aritmetiği bakımından. Demek ki, 2009’a göre hatırı sayılır, bir artış için gereken momentumu yaratamadık ya da bunu koşulları yoktu teslim etmemiz lazım. Sınava girerken büyük anneler, çocuklarına ‘Allah utandırmasın’ der. Bu utandıracak bir sonuç değil.
HDP İDDİASI İÇİN YETERLİ BİR SONUÇTUR
HDP iddiasının sürdürülmesi bakımından yeterli sonucu aldığımızı düşünüyorum. Tabu bunun üstüne eklememiz lazım. Bu ülke çapında bir siyaset için henüz üzerine eklememiz gereken bir durum. Bunları değerlendireceğiz. Bu akşam koordinasyon toplantımız var. Yarın Merkez Yürütme Kurulu toplantısı var. Önümüzdeki hafta da vekiller olarak Diyarbakır’da BDP yöneticileri ile birlikte bir araya geleceğiz ve BDP-HDP ilişkisini çözümleyeceğiz. Çok kısa bir sürede bunu sonuca vardırırız çünkü, artık bizim sahici bir güç haline gelebilmemiz için yapılması gerekenleri bir seçim baskısı altında olmadan yapmamız lazım. Hiç yığınağımız yoktu, bunu seçimde az çok tamamladık, şimdi bu yığınağı koruma zamanı.
Özetle; seçimde kimin kazandığını, kimin kaybettiğini tartışacak olursak seçimden AKP kendi durumunu koruyarak çıktı. Biz kendi durumumuzu koruduk ve bir miktar geliştirdik. CHP için mutsuz bir sonuç olduğunu söyleyebiliriz. MHP de seçmenlerinin bir bölümünü CHP’ye verdi ama CHP’nin milliyetçi politikalara asılması sonucunda birçok yerde beklemediği başarıları elde etti. MHP, Mersin ve Adana’da bir nebzede kendi durumunu iyileştirdi diyebiliriz.
Şimdi siz HDP’nin durumunu açıklarken siyasi gelişmeleri ve saldırıları saydınız. Bunlar seçim atmosferinin unsurlarıydı. HDP’nin kendisinin siyaset yapma tarzı ile ilgili dezavantajları yok muydu?
Bunları bir değerlendirmenin sonucunda konuşmamız lazım. Birincisi; kendine özgü bir tarzı, bu deneme yanılma yoluyla bu seçim sürecinde edinmeye çalıştık. Çok bileşenli, çoğul bir parti olduğumuz için tam bir mutabakat sağlanmadığı noktalarda her tarafta bir şekilde kendisini var eden söylem ortaya koymakta güçlük çektik. Yani bunların hepsini kabul ediyorum ben. Ama şöyle söyleyebilirim, esasen temel demokratik taleplerin dillendirilmesi bakımından bir zaaf olduğunu çok söyleyemem. Ancak programın çeşitli yönlerinin çeşitli yerellikteki özgünlüklere bağlı olarak pekiştirildiğini söyleyebilirim. Bir yerde demokratik cumhuriyet başat bir tema olarak öne çıkarken, bir yerde bu hiç çıkmadı. Kimi yerde kimlikler, kimi yerde sınıflar, kimi yerde kadın hareketi talepleri gibi lokal yorumlar söz konusu oldu. Bunların da tamamen kötü şeyler olduğunu düşünmüyorum. Yani aynı noktaya vurmak bakımından bağlayıcı unsurun ne olacağı konusunda tam mutabakat arama noktasında bunun fırsatı bile kalmadı. O açıdan evet, dediğiniz doğru olabilir. Fakat ben bunu da dolu dizgin yürüyüşe bağlıyorum.
Seçimlerden önce HDP’den iki akademisyenin; Nazan Üstündağ ve Erdem Yörük’ün yaptığı bir araştırmada, HDP kent yoksullarıyla buluşmalı, tespiti vardı. Sonuçları, Sayın Yörük’le konuştuğumuzda, kent yoksulları sonucu belirliyor, HDP onlarla buluşamadı, dedi. Siz bu yoruma katılıyor musunuz?
Katılıyorum elbette ancak kent yoksullarına ulaşmak sadece seçimle olacak bir şey değil, seçim kampanyasının meselesi değil. Bu stratejik bir örgütlenme doğrultusu meselesi. HDP ona karar verecek öncelikle. Bileşenlerin her birinin bu stratejik hedefe yönelme bakımından ya da bunu önemseme bakımından kendi tercihlerine mi bırakacak meseleyi yoksa kendisi de tercih koyan birisi mi olacak? Bileşenlerin tamamı bu soruya yanıt vermeli. Şu an eldekilerin kendiliğinden işleyişiyle böyle. Bilinçli bir siyaset açısından bu yepyeni bir karar ve yeni bir organizasyon gerekli.
Bu sonuçlarla genel seçimlere HDP nasıl gider?
Genel seçimlerden önce Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Sosyalist ve demokratik güçleri, emek ve kimlik muhalefeti güçlerinin toplam kapasitesine ulaşmadığımızı görmemiz lazım. O yüzden seçimlerden sonra çıkıp kendi dışımızdaki güçlere bakmamız lazım. Ortak başka ne yapabiliriz? Açıkça itiraf etmek isterim, şahsen benim de bunda kusurum olmuş olabilir. Bizim seçimler dönemine girerken kendi dışımızdaki bu güçlerle bir koalisyon oluşturmak bakımından yeterli ısrar ve iradeyi gösterdiğimizden şüpheliyim. Bunun için gereken zahmeti çektiğimizden de emin değilim. Çok zaman baskısı altında hareket ettik ama mesela Cumhuriyet Halk Partisi’ni açığa çıkartmak için gösterdiğimiz enerjiyi, onlar için de göstermemiz gerekirdi. Hatta bu yapıcı bir rol oynayabilirdi. O açıdan bizim bunu bir tamamlamamız gerekir. Böyle bir arayışa ihtiyacımız var. Bunu da gördükten sonra bizim önümüzdeki dönemin Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim yarışlarında kampanyalar hazırlamamız ama sizin de demin belirttiğiniz gibi, ‘Bizim stratejik kuvvet tabanımız, güç merkezimiz neresidir?’ sorusunun cevabına bağlı olarak da, hiçbir kampanyanın değiştirmediği, değiştirmeyeceği bir faaliyeti karşımıza koymamız gerekecek. Bu açıdan BDP ile Kürt özgürlük hareketiyle arayacağımız yeni mutabakat bunlarla ilgili olmak zorunda. Ben bununla güçlük çekeceğimizi düşünmüyorum. Benim anladığıma göre genel eğilim bu yöndedir. Güçlük çıkmayacak diye düşünüyorum. ‘Evet bunu yapmalı mıyız’ sorusuna herkes cevap verecek. Problem bunu yapacak kadar kaynak, insan kaynağımız var mı? Bizim çoğul kaygımız bu konuda işleyebilir bir mutabakat kurabilir mi? Çünkü ben seçim merkezindeki arkadaşlar ile konuştuğumda, hep duyduğum şikayet şuydu; yürütmede kararları alıyoruz ancak bu kampanyayı mahalleye kim taşıyacak? Herkesin başka işi var. Şimdi bu böyle olmaz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum; tabiri caizse enseyi karartmayalım. Durumun şartları el verdiğinde daha iyi bir sonuç sağlandığını görüyorum. Sebat edebileceğimiz, devrimde ısrar edebileceğimiz sonuç çıktı ortaya. Her şeyden önce yepyeni, sadece HDP’ye kulağını kabarttığı için HDP’ye gelen önemli bir insan topluluğuyla tanıştık. Bunları organize etmek önemli. Kürdistan özgürlük hareketine taktirlerimi de belirtmek istiyorum. Bu konuda uyum sağlamayı başardılar. Aslında daha tutucu olan tabanlarını, tereddütlerini gidermede katkıda bulundular. O yüzden ben Öcalan’ın önerisine sahip çıkarak Türkiye’nin batısında geniş bir alan yaratmış olan BDP’lilere çok teşekkür ediyorum. Genel Merkez’den de önemli bir destek gördük. Sanıyorum hep beraber bu önümüzdeki günleri kapsayacak bir mutabakatı çıkartacağız.(Etha)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.