HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü ile süreçten HDP-ÖDP polemiğine, seçim ittifaklarından Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar gündemdeki konuları Birgün Gazetesi’nden Güneş Duru ile konuştu.
Neden HDP? Batı’da daha etkin, katılımcı bir sosyalist siyaset kurmak mı amacınız?
Farklılıkların adını Doğu-Batı diye koymaktansa, kimlik hakkı talebinin ötesine geçen, bütün talep ve muhalefet dinamiklerinin ortaklığını arıyoruz. Tabii ulusal kimlik hakkı talebi yaygın olarak Kürdistan’da doğduğu, geliştiği ve burada kendisine çetin bir yol açtığı için, ister istemez hem kavramlara, hem mücadele biçimlerine hem de tutuma derin bir etkisi oldu. O zaman dahi özgürlük hareketi kimlik hakkı talebini devlete dayatmakla birlikte, sermaye karşısında emeğin hakkını, erkek karşısında kadının hakkını, kentler karşısında kırın hakkını savunan bir anlayışa sahipti. Bu çerçevede BDP’nin sadece Kürt taleplerine indirgenmiş olduğu algısı gerçeklikten uzak.
HDP, 2011 İTTİFAKININ DEVAMI DENİLEBİLİR
HDP olarak bizim açımızdan mesele; daha başka. Çünkü biz BDP’nin içinden, damarından, o gelenekten gelmiyoruz. Türkiye sosyalist hareketiyle BDP’nin 2011 seçimlerinde yaptığı ittifaktan gelenler olarak bizim seçim beyannamemiz bugünkü HDP’nin program hedefleriyle örtüşen bir çerçeveye sahipti. Yani HDP o sürecin bir devamı olarak düşünülebilir. Ancak BDP açısından durum farklı. BDP karakteristik bir dönüşüm içinde. BDP, Türkiye çapında örgütlü merkezi siyasi parti olmaktan vazgeçerek esasen Kürdistan’daki toplumsal mücadeleye odaklanan, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) adıyla yoluna devam edecek. Dolayısıyla da Türkiye’nin batısında artık eskisi gibi bir mücadele sürdürmeyecek. HDP ise ortak mücadelenin kalbi olacak.
ORTAK BİLEŞENİMİZ ÖCALAN’DIR
Öcalan nerede duruyor, hangi tarafı seçecek BDP mi, HDP mi?
Öcalan bütün bu tezlerin kaynağı, kökenini illa bir kişiye indirmemiz gerekirse Öcalan’dır. Bence Öcalan Türkiye devrimci hareketiyle Kürdistan devrimci hareketinin tarihsel kaderlerinin bir olduğuna inanan ve pratiğinde uygulayan bir önder. HDP, Öcalan’ın çabaları olmasaydı kendi kendine ortaya çıkamazdı. Bu yüzden sırf retorik olarak söylemiyorum pratikte de Öcalan bileşenimiz.
Peki Öcalan, Kürt milliyetçiliği ve muhafazakarlığından rahatsız mı?
Çok net. Öcalan, milliyetçi hareketlerle uzlaşmak zorunda kaldı ama hep sistematik olarak onlara karşı ideolojik ve politik bir mücadele sürdürdü. Yoksa PKK olmazdı. Öcalan, mücadele ederken kendi hareketini eğiten, bilgilendiren biri.
GELELİM ÖDP’YE
Siz neden ÖDP’den koptunuz?
Birincisi programatik hedeflerine ulaşmak açısından ÖDP’nin çoğunluğunun kesintili bir ilerleme süreci öngörüyor olması problemdi. Bununla bağlantılı olarak, Kürt meselesinde ihtilaf halinde olan grupların birlikte yaşayamaz hale gelmesi de ÖDP’yi bizim için içinde siyaset yapılabilir bir yer olmaktan çıkardı. ÖDP’nin kuruluşunda gözettiğimiz pek çok ilke bizim için halen geçerlidir fakat ÖDP artık bu ilkeler üzerinden kurulmuş bir çoğulcu bir parti değildir.
Aranızdaki fark nedir?
Kürdistan Özgürlük Hareketi ile stratejik ortaklığın bir kıymetinin olup olmadığına dair yargılardır. Bence ÖDP’nin toplumsal-politik tabiatı bu ortaklıkta yer almasına engel değildi. Nitekim biz onları bu sürece davet ettik, onlar da gözlemci olarak yer alacaklarını söylediler. Ancak bu gözlemlerinin sonucunda oluşan yargılarını bizimle paylaşmadılar. ÖDP’yle temas her zaman önemlidir. ÖDP’nin son iki, üç yılda Halkevleri ve TKP’yle oluşturmaya çaba gösterdikleri ortaklık çerçevesi onlara daha makul gözüküyor. Ancak Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin kurucu bir öğe olmadığı, onun üzerinde yükseldiği sosyal mücadele zeminini ihmal ederek çok uzağa gidilebileceğini düşünmüyorum. Çözülmesi gereken bir problem var ancak bunları tartışamıyoruz, temassızlık var, kabul ediyorum. Biz bir kere daha her şeyi konuşabilir, tartışabiliriz. Yeter ki bir ortaklık kurmak isteyelim.
Peki ÖDP neden eleştirilerin merkezinde, HDK içinde arzulandığı için mi?
En başta bunun sayılarla ilgisi yok. Mesele Türkiye devrimci hareketinin bir damarının aslında potansiyellerinin ima ettiği şeklinde davranmadığı yargısıyla ilgili. Ben bu konuda kalem oynatmış değilim. Ama bu konu üzerine yazmaya başlayanlar, “ÖDP, bu konuda bir pozisyon alırsa, başka şeyler de beraberinde değişir” diye düşünüyor olmalı. Bir de CHP’nin sola sirayetine, nüfuzu ve çözüm odaklı olmayan siyasetinin solda yarattığı kafa karışıklığına müdahale etme isteği de etkili oluyor.
GEREKTİĞİ GİBİ ÇALIŞMAMIŞ OLABİLİRİZ
Yerel seçimdeki ittifaklar için ne düşünüyorsunuz? HDP üzerine düşeni yapabildi mi mesela?
CHP’nin taktiğinin tam bir fiyaskoyla sonuçlandığını söyleyebiliriz. Ankara’da muteber bir faşist bulup, muteber olmayan bir faşisti iktidardan indirmek için Ankara’nın solu ne yazık ki CHP çizgisinin arkasına dizildi. ‘Ortak Aday’ın aldığı sonuç acildi, istanbul’da rant belediyeciliğinin en mümtaz siması da sanki bir özgürlük dinamiğiymiş gibi mücadelenin önüne konuldu. Böylelikle Türkiye’nin iki büyük merkezinde solu zafere taşıyacağı sanılan siyasi ve vicdani yatırım da boşa gitmiş oldu. Bu seçimlerde sola sosyalistlere imkân sunan tek aktif taktik ve ifade ortamı HDP’nin yarattığı hacimdi. Bir üçüncü hattı orada çizebilmek pekâlâ mümkündü. Orada oluşturulacak ağırlık merkezi, bize gelecek için hem niteliksel hem niceliksel pek çok imkân sunabilirdi. Ancak itiraf etmemiz gerekirse bunu elde etmek için bizim de yeterli kanalları açtığımızı söylemek kolay değil. Bu alanı yaratmak için gerektiği gibi çalışmamış olabiliriz.
»Tartışma olumlu bir yere gider mi?
Karşılıklı bir arzu varsa biz bu tartışmayı birlikte örebiliriz buna bir düzen kazandırabiliriz. Ancak mesele bu değilse bir şey çıkmaz. Niyet ve irade çok önemli. Elde edilebilecek bir şey var mı: Ben elde edilebilir bir şey olduğunu düşünüyorum, buna değer… Çünkü böyle bir tartışma başlayınca doğrudan doğruya taraf olmayanlar ya da bu tartışmaya mesafe almış olanlar da süreçle ilgilenmeye başlıyorlar ve ortaya önceden varsayılandan daha çok entelektüel enerji ve fikir potansiyeli ortaya çıkıyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI . . SEÇİMLERİ SINANMAK İÇİN ÖNEMLİ
“Cumhurbaşkanlığı için anlaştılar” eleştirilerine ne diyorsunuz?
Böyle bir şey yok. Erdoğan’ın Başkanlığı’nın Kürtler, kadınlar, yoksullar, ezilenler, özgürlüğe susamış yurttaşlar için ne vaadi olabilir ki. HDP elbette bir aday gösterecektir. Kürt halkının oyları genellikle AKP ve BDP arasında paylaşılıyor. Kürt halkının o günkü hissiyatı da önemli. Kaldı ki Erdoğan Barzani’yle görüşüp oradan da bir etki yaratmak istiyor. Adında Kürdistan geçen bir parti kurulmasına izin veriyor ki Cumhurbaşkanlığı sürecinde kendilerini desteklesin. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu etkilerin sınanması açısından önemli. Böylece sizin sorularınız ve bizim cevaplarımızın haklılığını-haksızlığı ve doğru olup olmadığını test edeceğimiz dönem yaşayacağız.
Neden İmralı’ya gidemiyorsunuz?
Ben istiyorum, Öcalan da gelmemi(zi) istiyor ancak Hükümet benim oraya gitmemden yarar ummuyor. Mecburen birileri gidecek, temas kuracak. Üç kişide karar kılınmış. Bir dördüncünün ortaya çıkması; onların yani hükümetin gözünde daima ona da görünürlük, sözüne kıymet kazandırmak oluyor. Hükümet özellikle solcuların sözüne hiçbir kıymet kazandırmak istemiyor.
HDP’de YER ALMAK İÇİNSOSYALİST OLMAK GEREKMİYOR
HDP ve ÖDP’yi ortaya çıkış dinamikleri açısından karşılaştırmanızı istesem?
İki süreçte benzeyen ve ortak olan yönler kadar hiç benzemeyen ve ortak olmayan yönler de var. ÖDP daha çok solun, sosyalist hareketin yeniden birlik arayışıydı. Sürece ön ayak olanlardan ziyade, sol kamuoyunun, halkın, işçi hareketinin talebiydi. 12 Eylül’den sonra şöyle bir ön kabul oluştu: “Birlik olmadığımız için yenildik, birlik olursak yeneriz. ” Bu ön kabul yapısal analiz ihtiyaçlarını örttü. İlk bir yılın sonunda ÖDP, ortak organları eliyle yönetilmeyen, her bir eğilimin kendi karar organlarında aldığı kararları ortak karar mekanizmasına getirerek oradan geçirmeye çalıştığı, Parti Meclisi’nin bir tür Birleşmiş Milletler haline geldiği bir politik ortaklığa dönüştü. Bu durum özellikle ÖDP’ye bel bağlamış olan, daha çok gruplar arası mekândan gelen, bağımsız sosyalistlerin kendilerini işlevsiz hissetmelerine neden oldu. Yani ÖDP’yi cazibe merkezi haline getiren dinamikler zaman içinde etkisi yitirdi. Birlik taahhüdüyle yola çıkmak ister istemez sonuçta birliği koruma refleksleri doğurdu, herkesi bir tür ortalamacılığa yöneltti. Böylece ne ileri ne de geri giden, bir momentumdan yoksun fikirler oluşmaya başladı. Ben bu ortaklık için en çok bastıranlardan biri olarak, geri dönüp baktığımda, bu ısrarın bir miktar ölçüsüz olduğunu şimdi kabul ediyorum. Çünkü politik hareketleri hazır olmadıkları bir süreci başlatmaya ve bununla ilgili taahhütlerde bulunmaya mecbur etti. Herkes ortak talebe boyun eğmiş görünerek, “biz bir vadede kendi gruplarımızı tasfiye edeceğiz ve ortak ÖDP ruhu ve kimliği oluşturacağız” dediler. Bu sözün tutulup tutulmaması benim için artık ahlaki bir mesele değil. HDP ise sadece sosyalist hareketler arasında değil, demokratik ve sosyal kurtuluş amacı güden toplumsal güçler arasında bir koalisyon kurma, ortaklık, dayanışma iklimi yaratma amacını güdüyor. Bu bağlamda sosyalist gruplar ister kendilerini korur ister ortadan kaldırırlar ama mücadelelerini birleştirirler. HDP’de bir araya gelenler türdeş yapılar değil, ister istemez Türkiye’de radikal taleplerin öncüsü sol olduğu için HDP’de de sol öne çıkıyor. Ancak HDP’de bir araya gelmek için sosyalist olmak gerekmiyor. Bu açıdan iki parti birbirine benzemez.
ALTAN TAN SOLA AÇIK GİDİŞATTAN HOŞNUTSUZ
Peki; HDP olmasa BDP dönüşecek miydi?
BDP’nin dönüşmesi BDP’nin kararı. Evet, HDP olmasaydı onlar da böyle bir karar almayacaktı. BDP’nin yeni alacağı şekil de bize sorulmadı, hiç bir parti de sormuyor zaten. Bu da çok normal.
O halde; Altan Tan “Bizim gelişmelerden haberimiz olmadı, tabana sorulmadı” diye neden itiraz etti?
Ben onun sözünü ettiği şeyin, daha çok Demokratik Toplum Kongresi (DTK) içindeki ilişkilere binaen kurulan bir hukuk olduğunu düşünüyorum. Ama bence asıl mesele ideolojik. Altan Tan, sola açık gidişattan hoşnutsuz olduğu için kendi beklentilerine bir takım mesnetler bulmaya çalışıyor. Mesela geçenlerde şunu duydum: “Eşbaşkanlardan birinin dindar olması gerekir” demiş. Hiç anlamadığım tanımlar ortaya çıkmaya başladı. Kimin dindar olduğunu ya da olmadığını nereden biliyor? Herkes onun kadar açığa vurarak yaşamıyor olabilir inancını. Ya da onunkinden başka bir dinden olabilir. Ayrıca siyasette manevi-vicdani tercihlerin seçme seçilme kriteri olması tamamiyle tutarsız. Bir kere siyaseti buraya dayandırırsak işin içinden çıkılamaz.
(13.05.2014-Birgün-Röportaj: Güneş Duru)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.