Parlamento ile eviniz arasında kalan geniş toplumsal, politik, ekonomik, kültürel alanlar çokluğu içinde akla gelebilecek bütün muhalefet, itiraz, karşı koyma biçimlerini aramak, bulmak, görmek ve ortaya çıkartmak için yaratıcılığın önünü açmak gerekir. Sivil itaatsizlikler üzerine kurulu, yaygın demokratik ve özgürlükçü toplumsal direnişlerin örülmesi ve birbirine eklenmesi politik sonuçlara ulaşmak açısından çok önemli bir başlangıç.
Yoksulluk ile tecride karşı çıkan sesler birleştiğinde taleplerin birbirini besleyeceğini belirten HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, itirazların sivil itaatsizlik ekseninde bütünleştirilmesi gerektiğini söyledi.Kürt sorunun çözümsüzlüğü Türkiye’yi iktisadi, siyasi ve sosyal olarak adeta bir çıkmaza sürükledi. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) belediyelerine kayyım atama politikası üniversitelere sirayet ederken, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) belediyelerine de kayyım atama hazırlığı yapıldığı belirtiliyor. HDP ve Kürtler üzerindeki baskılar MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin söylemleriyle parti kapatmaya kadar ilerken, gazeteci, siyasetçi ve tüm muhalifler saldırıların hedefi oldu. Yaşanan gelişmeler ittifakın büyük ortağı AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, sessizliğini koruyor. Aynı zamanda erken seçim gündemdeki yerini koruyor. Çoklu krizlerin İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılan tecritten kaynaklandığını hatırlatan tutuklular, 27 Kasım 2020’den bu yana süresiz dönüşümlü açlık grevinde. Toplum açlık grevi eyleminin talepleri etrafında kenetlenirken, devlet çözüme dair herhangi bir siyasi mekanizma oluşmuş değil. HDP Onursal Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Mezopotamya Ajansı‘ndan Naci Kaya‘nın gündemdeki sıcak başlıklara ilişkin sorularını yanıtladı.
Öncelikle iktidar neden partiniz üzerinde bu kadar baskı uyguluyor?
HDP iki blokun da ötesine seslenen üçüncü güç merkezi haline geldi. Kaldı ki, iki rakip blokun geleceğini de belirleyen bir konuma sahip. Partimizin 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı pozisyon, ülkenin siyasi yörüngesini değiştirebilecek adımları atmaya hem muktedir olduğunu hem de bu adımları zekice atabileceğini net bir şekilde ortaya koydu. 31 Mart seçim yenilgisi karşısında rejim partimize bir kere daha yöneldi. HDP’yi siyasetten saf dışı edemeyince, gayri meşru yollara girdi. O nedenle özellikle son zamanlarda hiç bir hukuki argümana sığmayacak yöntemlere başvuruyorlar. Bunun temel nedeni de partimizin bütün ülkede sahip olduğu toplumsal destek, Kürdistan’da birinci parti oluşu ve Meclis’teki net ve radikal muhalefetidir. HDP’nin parlamentodaki varlığı, mevcut siyasal denklemde AKP’ye tek başına iktidar şansı tanımıyor. HDP’yi içermeyen hiçbir meşru siyasal denklem kurulamayışı rejime kabuslar yaşatıyor. Kabuslar sıklaştıkça HDP’ye saldırılar artırıyor. Baskılar, bu çıkmazın sonuçlarıdır.
Ne var ki bu saldırılar oluyor diye HDP’yi var eden halkların başka bir odağa yöneleceklerini veya kendi iradelerinden vazgeçeceklerini ummak eşyanın tabiatına aykırıdır, bizim seçmenimiz siyasi davranışını ‘kendisine oy vermek’ olarak adlandırır. Bunu görememek siyasetten dar görüşlülük ve yönünü şaşırmışlık demektir. İktidar blokunun bunu görecek tecrübeye sahip olduğunu biliyoruz. Baskılara eşlik eden ‘kapatma’ söylemi daha çok HDP’yi darbelemek ve baraj altına itmekle ilgili bir siyasi manevralar toplamının parçası. Asıl mesele HDP’nin TBMM’de kapladığı hacim ve bundan duyulan rahatsızlıktır. Bu baskıların hedefi, müttefiklerimizde ‘HDP’ye sıkılan kurşun size de isabet edebilir’ tedirginliğini yaratmaktır. Sandık yolu açık olduğunda seçmenimizin kime oy vereceği belli. Bu, sandığa giden yolu kapatma ya da HDP’ye destek verenlere bedel ödetmeye yönelik bir stratejidir. Bütün kamuoyu yoklamaları HDP’nin Kasım 2015’deki desteğinin altına düşmediğini tam tersine oyunu arttırdığını gösteriyor. Yapılanlar, bu tabloyu değiştirmeye yönelik. AKP-MHP, yaşadıkları oy ve itibar kaybının farkında. Çareyi hukuksuz ve olağandışı yollara başvurmakta buluyorlar. Onlar sadece ‘sopalı bir seçimi’ kazanabileceklerine inanıyorlar. Bunun için de HDP’yi aradan çıkarma derdindeler.
Bahçeli’nin tüm bu saldırıları ‘beka’ kavramına sığınarak savunmasını nasıl okuyorsunuz?
Bahçeli’nin ağzından düşürmediği ‘beka’ kavramı, esasen kendisi ve partisinin bekasıyla ilgilidir. MHP, ‘milliyetçi’, ‘ülkücü’ tabanın gözünden düşüyor ve her geçen gün tecrit oluyor. Bahçeli veya MHP aristokrasisi, ‘ha öyle ölmüşüz ha böyle ölmüşüz’ diye gözlerini karartmışlar. ‘Biz elimizden geleni yapalım. Şimdi hükümet korumasındayken herkesi serbestçe hedef yapabiliriz. Ancak terörizm ile sürece müdahale edebiliriz. Çöküşü durduramazsak zaten ölmüşüz’ diye düşünüyorlar. O yüzden gözlerini kan bürümüş. Farkındaysanız MHP şiddetinin dolaysız hedefi, sağın ve milliyetçilerin iktidara ve başkanlık rejimine kategorik olarak muhalefet eden kesimleri. Bunları kendi milis güçlerine, Çakıcı’nın adamlarına havale ediyorlar. HDP ve bileşenlerini ise, AKP ve devletin güvenlik güçlerine havale ediyorlar. Amaçları sağcı ve milliyetçi muhalefetle kendi tabanları arasındaki geçiş yollarını kapatmak, bu kesimleri birbirinden izole etmek; milliyetçi muhalefeti ürkütmek, caydırmak ve bu partileri kımıldayamaz hale getirmektir. Deyim yerindeyse, bu politik odakları ‘doğmadan öldürmek’ çabasındalar. Bunu ancak yok olacağını idrak etmiş bir canlı yapabilir; ‘ölmemek için öldürmek.’ Bu doğada böyle olabilir ama hayvanlar aleminde yaşamıyoruz. Siyasette böyle olmuyor. Bu şekilde siyaset sürdürülemez. Bunun halkta bir karşılığı da yok. MHP barajın altına düşmüştür. Kendisinden uzaklaşarak baraj altına inişini hızlandıran kesimlerin önünü sopayla tıkamak peşindedir.
Bunun MHP-AKP ittifakını zedelediğini düşünüyor musunuz?
Hayır. Onlar açısından iktidarın ve blokun baş aşağı gitmesinde kendi uyguladıkları şiddetin bir rolü yok. Tersi doğru; meşru ve demokratik siyasetin dışına düştükçe ve baş aşağı indikçe şiddete başvuruyorlar. AKP’nin MHP şiddetine hiçbir itirazı olduğunu düşünmüyorum, zamanında kendileri aynı yollara başvurdular, yarın da başvururlar. AKP, ‘günü kurtarabilirsek ne ala’ diyor. Ne Erdoğan ne de Soylu bu söylemlerden rahatsız. Onlar da AKP’nin ve iktidar blokunun çökmekte oluşundan rahatsız. MHP, Deva, Gelecek ve İYİ Parti’ye dayak atarken, AKP, CHP’li belediyelerin kapısına kayyım getirme planlarıyla uğraşıyor. Birbirlerini kendi tarzlarında serbest bırakarak, gün aşırı toplam sonucun muhasebesini yapmak üzere bir araya geliyorlar.
Yine Bahçeli, Gelecek Partisi Genel Başkanı’nı ‘Serok Ahmet’ diyerek hedef aldı. Davutoğlu ise, cevaben ‘Yurt dışına çıktığımızda bize president denmesini mesele etmeyenler, kendi vatanımızda yaşayan Kürt kardeşlerimizin kendi dilleriyle serok diye hitap etmesinden rahatsız oluyorlar. Bu bize sadece mutluluk verir’ dedi. Bu tartışmaya ilişkin neler söylemek istersiniz?
Bahçeli tek bir Kürt oyunu almasa da bunu dert etmiyor. O, Türk milliyetçilerinin oylarına talip. Bahçeli’ye göre bütün öteki kimlikler Türklüğün altında. Bu ifadelerle, hem Davutoğlu’nu hem Kürtleri ve Kürtçeyi göstere göstere aşağılama peşinde olduğu apaçık. Bahçeli bunun sonuçlarını şu kadar olsun dert etmiyor. O, kendi suretinde bir Türkiye peşinde.
Peki, Davutoğlu…
Kürt halkının erişmiş olduğu düşünce zenginliği ve ufuk genişliği içinde Davutoğlu’nun bu tür atıflarının bir yankısı olmaz. Bu hitaplarla herhangi bir mesafe kat edilemez. Kendini Neo-Osmanlıcılığın fikir babası sayan Davutoğlu, AKP’den kopması muhtemel muhafazakar Kürt seçmenin oylarına talip. Kürtlere şirin görünme gayreti bundan. Ama Kürtler, Davutoğlu’nu 2015-16’daki ‘çöktürme harekatı’ndan tanıyorlar. Merak ettikleri tek şey uğradıkları zulmün telafisi ve inkar edilen haklarının iadesi bakımından bir projesi olup olmadığı olabilir. Şimdiki söylem muhafazakâr bir Kürt için dahi yetmez. Büyük kitleler böyle ucuz siyasetlere itibar etmez. Bununla birlikte, iktidar blokunun durumu öylesine kırılgan ki, Davutoğlu AKP’den yüzde bir bile oy çalsa bu AKP için bir çöküş sebebi, bardağı aşıran son damla olabilir. Bu hassas tartıyı gördükleri için Davutoğlu ile hesaplaşma peşindeler. Bu yüzden çevresini baskı altına aldılar. Ancak kent yıkımları dönemindeki tutumu yerli yerinde durdukça, bir özeleştiri çabası olmadıkça hiç bir şey olmamış gibi davranmamız söz konusu değil. Gelecek ön görümüz içinde bir yer işgal etmiyor. Durumu izliyoruz.
Partiniz üzerinde şekillenen baskı politikaları adeta bütün muhalif kesimlere yansımış durumda. Bu durum ülkede yönetim krizine mi işaret ediyor?
Tartışmasız bir şekilde yönetim krizi var. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyorlar. Yönetim krizi olmasa, pandemi gerekçesiyle Türkiye’yi fiili bir sıkıyönetim altına almaları düşünülebilir miydi? Türkiye’deki her gelişme yönetim krizinin göstergesi: Pandemi yönetilemiyor, ekonomi yönetilemiyor, eğitim yönetilemiyor, Türkiye yönetilemiyor ve çare bulanamıyor. İktidar halkın rızasını kaybetti. Kamuoyu yoklamaları Erdoğan’ın görev onayının yüzde 45’in altına düştüğünü, muhtemel rakiplerinin onun önüne geçtiğini açıkça ortaya koyuyor.
Erdoğan’ın siyaseten bazı arayışlar içinde olduğunu söyleniyor. Türkiye’de erken bir seçim olası mı?
Yarın seçim olsa, Erdoğan’ın desteğinin yüzde 40’ların altına indiğini görüyoruz. Onun aklı fikri yüzde 20’ye varan ve hatta geçen kararsızların oylarında. Kararsızlardan 10 puanı kendi hanesine yazdırma gayretinde. Kararsızları iki şekilde yanlarına çekebilirler. Birincisi; iktisadi olarak bir iyileşme sağlamak. İkincisi ‘iç güvenlik tehdidi’ var ‘vatan elden gidiyor’ yaygarasıyla olağanüstü bir maceraya atılmak. Örneğin, 15 Temmuz olmasaydı; ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ diye bir rejime geçilebilir miydi? 15 Temmuz darbe sürecini bizzat provoke ederek, OHAL ilanının yolunu açarak her şeyi ele geçirdiler. Kriz anlarında toplumların refleksi iktidarın yanında toplanma yönündedir. Dolasıyla Erdoğan, zamana karşı yarışta devlete hakim olma avantajını bir koz olarak elinde bulunduruyor. Rejim zayıflıyor, rızayı yitiriyor ama rejimin ‘çöktü çökecek’ olduğu okumaları henüz daha çok bir temenniyi yansıtıyor. Şu an uluslararası ilişkileri sürdürebilmek bakımından meşruiyetleri en alt düzeyde de olsa hükümetler tarafından yüksek sesle sorgulanmıyor. Gerilim yaratan denizaşırı operasyonlara ara verdiler. Şimdilik suları dalgalandırmamayı, ‘vak vakları ürkütmeme’yi düşünüyorlar. 2021’in sonuna doğru asıl tablo şekillenecektir.
Bu çerçevede hafta içinde Avrupa Parlamentosu’nun (AP), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulama konusunda Avrupa Komisyonu’nu harekete geçmeye çağıran kararı ne ifade ediyor?
Bu karar, çok büyük bir farkla, eski tabirle ‘kahir ekseriyet’le alındı. O yüzden Avrupa kamuoylarının, demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin çok açık bir biçimde Türkiye’deki rejime karşı cephe aldığını gösteriyor. Hükümet de tepkinin farkında. Bu kararın ertesi günü Brüksel’e giden Çavuşoğlu, alışıldığı şekilde ‘hain Batı’ edebiyatı yerine ‘çok olumlu görüşmeler yapıyoruz’ haberleri vermeyi tercih etti. Bu karara atıfta bile bulunmadı. ABD ile masa başına oturmadan önce Avrupa ile ilişkileri daha da germemeyi, ABD-AB ilişkilerini bir paket olarak değerlendirmeyi öngördüklerini anlıyoruz. Adalet Bakanı’nın AYM’nin Berberoğlu kararının yerine getirilmesi mecburiyetinden dem vurması Avrupa Parlamentosu’na yansıyan eleştirilerin bir bölümünü ötelemeye yönelik bir dizi manevra hazırlığı olduğunu düşündürüyor. Ancak bunlar meşruiyet yitimini ancak geciktirebilir; ortadan kaldırmaz ama anahtar toplumsal muhalefette. Toplumsal muhalefet kendisini kuvvetle duyurmadıkça ‘zindanları boşaltma’yı akıllarından geçirmeyeceklerdir.
Gündemdeki diğer konulardan biri de Cumhur İttifakı’nda çatlak oluştuğu tartışmaları. Bahçeli, sıklıkla Cumhur İttifakı’nı koruyacaklarını dillendiriyor. Ancak Bahçeli’nin daha önceki söylemlerinden aksi yönde çıkışları da mevcut. Sizce bir çatlak var mı?
İttifakın nasıl kurulduğunu hatırlayalım. Bahçeli, 2016’da Erdoğan’a ‘Her gün eldeki Anayasa’ya ve mevzuata göre suç işliyorsun, suçlusun. İki şeyden birini yapacağız ya suçu işlemeye devam edeceksin ya da suçu yasa haline getireceğiz’ demişti. Bahçeli Erdoğan ile ittifak kurmak için suçu yasa haline getirdi. Bu koşullar altında kurulmuş bir ittifaktan ve rejimden bahsediyoruz. Bu anlamda ittifak, bir çatlağın üzerine kuruldu. Ortaklar arasında her gün itişme, pazarlık, masanın altından birbirlerinin ayaklarına atılan tekmeler olması çok doğaldır. İttifakın kendi kendine çökeceğini düşünmüyorum. Gerçi, MHP daha doğrusu Bahçeli çılgınca bir çıkışla hükümeti çökertebilir bu mümkündür. Ancak bu da kaotik bir sürece geçiş anlamına gelir. Bunun tamamen ihtimal dışı, imkansız olduğunu düşünmüyorum ancak ittifak artık MHP’nin varlık sebebi olduğu için bu çılgınca çıkışı yapması düşük bir ihtimal. En azından gidişat bu yönde görünmüyor.
Ülkedeki yönetim krizine karşı ana muhalefet partisi olan CHP, sürece uygun bir siyaset yürütüyor mu?
CHP, mevcut iktidar koalisyonunu saf dışı edebileceği, hükümeti kaybedeceği bir seçime iteceği, böylelikle faşizmin yenilmesinin önünü açacak, demokrasiyi zafere götürecek bir strateji takip etmiyor, bunun için risk almıyor. 7 büyükşehir belediyesini alarak yerelde kendilerine bir kuvvet zemini bulduklarını düşünüyor ve buralarda tutunarak icraat yoluyla kendi çevrelerinde bir destek halkası yaratmayı ve zamanı geldiğinde bu avantajlarını kullanarak olağan koşullarda gidilecek seçimlerde hükümeti yeneceklerini umut diyorlar. Oysa olağan koşullar yok, çoklu kriz koşullarından geçiyoruz. Baskı ve şiddet artıyor. Büyük şehirlerde Kürtler sokakta anadilinde telefon konuşması yapamaz hale geldi. Kürdistan’ın tamamı operasyon alanı. Kürtler siyaseten HDP dışında, hiç bir merkez partinin ilgi alanında değiller. O yüzden Kürtlerin sabrı ve tahammülü tükeniyor. Ne var ki, CHP demokrasinin kazanılmasından çok, statüko çerçevesinde bir iktidar değişikliğini hedeflediği için kendisini demokrasi ittifakının doğal öncüsü olarak konumlandırmıyor. Herkes bana mecbur havasında
Bu nedenle CHP’yi uyarmak gerekir. Evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Stratejik olarak konumlanmamak CHP’nin siyaseten de sert bir yenilgiyle karşı karşıya kalmasına yol açabilir. Bu yüzden 2021, CHP için de önemli. CHP, Kürtlerin, Alevilerin ve kadınların hakları için atak bir siyaset izlemediği takdirde geriye düşebilir. Şunu hatırlatmak gerekir. 7 büyük kentin belediyesi CHP’dedir. Fakat bu belediyelerin gözle görülmeyen ve bir şey de talep etmediği için yokmuş gibi düşünülen tayin edici ortağı HDP’dir. HDP, 31 Mart seçimlerinde büyük toplamda rejimin ana gücünü tek ayak üstünde bırakmak hedefiyle CHP adaylarının önünü açan bir strateji izledi. HDP seçmeni sıradan politikacıya ‘çantada keklik’ olarak görülebilir. Ancak kimse unutmamalıdır; HDP’nin stratejisi, güç dengesinde faşizmin kurumsallaşmasının önünü kapatmaya, demokratik gelişmenin önünü açmaya dayanıyordu. Halklarımız ve partimiz gidişatın bu yönde gerçekleştiğini görmek ister. CHP’nin temkinli ilerleme stratejisini anlayabiliriz ama nereye doğru ilerleme? Bu strateji demokrasiye doğru ilerlemek için yetersiz…
Gündemdeki bir diğer sıcak konu ise yasa düzenlemesiyle TSK’nin kullandığı silahların polislerin kullanılmasına açılması oldu. Yapılan düzenleme ne anlama geliyor?
Bu düzenleme, halkın itirazının içerdiği potansiyellerin iktidar tarafından anlaşıldığını gösteriyor. Bu tedbirler, şehirlerde baş gösterecek güçlü toplumsal protestolar karşısında işi askere havale etmeden, kendi hiyerarşisine sahip ayrı bir otoriteye gücü devretmeden onun elindeki güçleri doğrudan doğruya hükümete bağlı polise aktarmaya dönük bir tertiplenmeye işaret ediyor. Besbelli AKP, halen kendi devşirdiği polis teşkilatı ve paramiliter güçler dışında kalan güçlerden, daha açığı silahlı kuvvetlerden emin değildir. Vehim ve şüphe içindedir. Silahlı kuvvetlerin yetki ve güç sahibi olabileceği herhangi bir iç güvenlik harekâtının kendilerine karşı bir harekâta dönüşebileceği ihtimalini bir kenara yazmaktadır. Ama düzenlemenin asıl nedeni halkın haklı itirazını baskılamaktır. Mevcut iç güvenlik teşkilatının elindeki silahlı gücün bastırmaya yetmeyeceği bir halk hareketiyle karşı karşıya kalabileceğini öngören bir hükümetin bilmesi geren şudur; Halka tanklarla ateş edebileceğini düşünen bir hükümeti tanklar da kurtaramaz.
Türkiye siyasetten bir çıkmaza girerken cezaevlerinde tekrardan Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevleri başladı. Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması neden tutuklular için önemli?
Devrimci tutsaklar, Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasına çok büyük önem veriyorlar. Öncelikle, Öcalan’a uygulanan tecrit aslında sırayla bütün öteki cezaevlerine ve tutsaklara yansıtılıyor. Bu nedenle Öcalan’a dönük izolasyon sadece Öcalan’ın izolasyonu gibi görülmemeli. Öcalan’la başladı, bugün izolasyon bütün tutsaklara karşı uygulanıyor. Cezaevlerinde, insanların kolları, bacakları kırılmaya başlandı, bundan izolasyon nedeniyle kimsenin haberi olmuyor. Bunlar topluma büyük travmalar yaşatıyor. İmralı’da oluşturulan standart bütün cezaevlerine ve bütün topluma yayılıyor. Önce Kürt halkının iradesini gasp ederek yerel yönetimlere kayyımları getirdiler. Bugün kayyım, üniversitelerin kapısına dayandı. CHP belediyelerine kayyım atamalarının hazırlıkları yapılıyor. Kürtlere ve HDP’ye uygulanan yaptırımlar bütün toplumun başına ‘Demokles’in kılıcı’ gibi asıldı. O yüzden açlık grevlerini bu bağlamda geniş bir çerçevede yorumlamak lazım. Tutsaklar, Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasının ülkeyi yeni politik yönelişlere sevk ettiğini çok iyi biliyorlar. Özgürlük mücadelesinin tutsakları, bu yeni yönelişe kapı aralıyor. Bu mücadelenin sonuç alabilmesi için tecridin kırılmasının neden önemli olduğunun anlaşılması ön plana çıkarılmalı.
Açlık grevi eylemi 60’ıncı gününe girdi. Tutukluların taleplerinin kabul edilmesi için neler yapılabilir?
Yoksulluğa karşı çıkartılan sesle tecride karşı çıkartılan ses aynı yerden geldiğinde bu talepler birbirini besleyecektir. Bu yüzden, toplumsal gündemi takip ederek toplumun ihtiyaç ve öncelikleriyle bağdaşan bir tarz kurmak çok önemli. Toplum kendi gündemini belirlerken, bunu bize sormuyor. Hayat, tarih, siyasal süreç halka bir gündem dayatıyor. Onların gücünü devrimcilerin gücüne katması için kendi gündemimizi onların gündeminin içinden geçirmek ya da o gündemin bir parçası olduğunu göstermek için de stratejiler izlemek mecburiyetindeyiz.
Türkiye’deki mevcut baskıları göz önünde bulundurduğunuzda HDP ve muhalefet güçleri ne yapmalı?
İnsanlar kapılarının önüne çıkarken tehditlerle dolu bir dünyaya adım attıklarını hissediyorlar, hatta evlerinde bile özgür olamadıklarını biliyorlar. Ama her yerde bu şekilde var olmaya karşı koyma isteği, baskılara boyun eğmeyen bir irade de kendisini hissettiriyor. Halk, bu rejime içten içe isyan ediyor. Duygularını açıkça ortaya koyuyor. Dolayısıyla pratikte en geniş kitleleri bir arada ve daimi hareket halinde tutabileceğimiz bir çizgiye sahip olmamız gerekiyor. Sivil itaatsizlik bunlardan birisi. Ama halk birlikte harekete geçtiğinde, bu hareket, bu ortaklık zemini kendiyle beraber pek çok parlak fikri ve şartlara uygun yeni mücadele şekillerini de gündeme getirecektir. Parlamento ile eviniz arasında kalan bu geniş toplumsal, politik, ekonomik, kültürel alanlar çokluğu içinde akla gelebilecek bütün muhalefet, itiraz, karşı koyma biçimlerini aramak, bulmak, görmek ve ortaya çıkartmak için yaratıcılığın önünü açmak gerekir. Ben sivil itaatsizlikler üzerine kurulu, yaygın demokratik ve özgürlükçü toplumsal direnişlerin örülmesi ve birbirine eklenmesini politik sonuçlara ulaşmak açısından çok önemli bir başlangıç olarak görüyorum. HDP’nin kendisi dışındaki tüm muhalefet güçleriyle birlikte böyle bir zemini oluşturması ve kalıcılaştırması şart. 2021 yılı, bu zeminin inşası bakımından kritik. Bu çekirdeklerin çevrelerinde giderek genişleyen demokratik mücadele ortaklıkları oluşması için elden gelen her şeyi yapması icap eder. HDP’de bunun özneleri var ve parti zaten meseleyi önüne koydu ve adım adım gerçekleştirmeye koyuluyor.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.