Ertuğrul Kürkçü, TBMM Genel Kurulu’nda”Vergi Kanunları ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında”ki “torba yasa tasarısı”nın ikinci bölümü üzerinde HDP grubu adına yaptığı konuşmada partinin 2018 bütçesine yönelik “vicdansız bütçe”nin hedefinin “savaşa kaynak yaratmak” olduğu eleştirisini hatırlattı: “Eşitsizliğe, zulmedir itirazımız; hayatın yeniden kurulması için başka hayatların ortadan kaldırılmasının bir çare olmadığına dair bilgimizdir. O yüzden, bu yasa yoluyla kaynak toplamak ve bunları ölüm makinalarına harcamak konusundaki ısrarınıza karşıyız, bu bölüme de ‘Hayır.’ diyeceğiz” dedi.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; bu ikinci bölümle ilgili konuşma ister istemez hem genel olarak bütçeye hem de özel olarak bütçenin çeşitli alanlara tahsis edilmesine bağlı bir yaklaşımı gerektiriyor.
Biz, bütçe tartışması sırasında, hatırlayacaksınız -Sayın Bakan bu yaklaşımı çok beğenmese de- bütçenin iki karakteri olduğunu söylemiştik: Birincisi, bu, “vicdansız bir bütçedir.” İkincisi, bunun bir “savaş bütçesi” olduğunu söylemiştik. İkisi zaten birbiriyle yakinen bağlıdır çünkü ancak siz -tüketici, herhangi bir katma değer, herhangi bir varlık, herhangi bir zenginlik üretmeyen- bürokrasiye ve militarizme eğer yatırım yapacaksanız o yüzden her zamankinden -ve doğal olandan, iktisadi olandan- daha fazla bir kaynağa, bütçeye ihtiyacınız vardır. Bütün bunları karşılayabilmek için de vicdanlara değil, halkın yarattığı zenginliklere yüzünüzü çevirmeniz gerekir. O nedenle, şimdi önümüze gelen tasarı, aslında bütçenin finansmanının nasıl yapılmasının düşünüldüğüne dair pek çok ipucu sunuyor ve ikinci bölüm bu bakımdan iki önemli kaynağın söz konusu olduğunu bize gösteriyor. Bunlardan en önemlisi özelleştirmelerle ilgili olan husustur. Sadece şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ortaya çıkan muazzam üretim açığı ve kaynak açığı bir yana, öte yandan bütün kamu varlıkları şimdi artık gelir elde etme maksadıyla elden çıkarılabilecektir yani o kamu varlığını esasen arsası için, o kamu varlığını elinde bulundurduğu diğer kapasiteler için satılığa çıkartabileceksiniz. Adalet ve Kalkınma Partisi böylece Türkiye tarihinin en büyük özelleştirme kapasitesine ulaşmış olmaktadır. Fakat cari açığı, dış borç stoku bütün zamanların da en yüksek mesabesindedir. Bu ikisi arasındaki orantısızlık ya da bu ikisi arasındaki asimetri aslında bütün bu özelleştirme siyasetinin de gerçekte herhangi bir ekonomik girdi yaratmadığını apaçık ortaya koyuyor. Sadece açıkları telafi etmek ve sadece sürekli olarak tüketen alanlara, kanallara, militarizme ve bürokrasiye yatırım yapmakla ilgilidir.
Bu bütçenin bir savaş bütçesi olduğunu, içte ve dışta gerginlik üretmek ve bu gerginlik üzerinden siyaset kurmakla ilgili olduğunu söylemiştik. Çok uzağa gitmeye gerek kalmadı, bütün bu tartışmadan sadece iki üç ay sonra Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs savaşından sonraki en büyük askerî harekâtını başlattı. Bu askerî harekâtın rasyonalize edilmesi gerekçesi, rasyonalizasyon mantığıyla harekâtın kendisi arasındaki tutarsızlık daha şimdiden sırıtmaya başladı. Esasen Türkiye’ye herhangi bir biçimde askerî tehdit içermeyen, bugüne kadar herhangi bir ciddi sınır tecavüzü olmayan, bugüne kadar o sınır üzerinden herhangi bir yüksek miktarda sivil ya da başka türlü göçün olmadığı bir yerde, Afrin’e, Kürtlerin bugüne kadar huzur içinde yaşadıkları bu zeytin üreticilerinin coğrafyasına Türkiye bir askerî harekât başlattı.
Cumhurbaşkanı her gün ölü sayılarını sayıyor bize. Bugün dedi ki “Nihayet 3 bini geçtik, 3 bin şu kadar oldu.” İnanın hiçbir asker, hiçbir itibarlı komutan bir askerî mücadeledeki başarısını ölü sayısıyla ölçmez. Türkiye askerlere çok kıymet verir. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyetini yönetenler ve kuranların asker olmasıyla Türkiye halkı ve bürokrasisi çok övünmüştür. Ama bu komutanların hiçbirinin ağzından ben hangi savaşta, kaç düşman öldürdüklerine dair bir çetele işitmedim. Tam tersine, hatta kendi düşmanlarını gönendirmek, onların da saygıdeğer insanlar olduğunu söylemek için Çanakkale’de düzenlenen ayinleri ben düzenlemiyorum, bu devlet düzenliyor. Ama şimdi esasen küçücük kasaba ahalisinin içinden 3 bininin ortadan kaldırılmasını Türkiye önemli bir dış siyaset ve savunma başarısı olarak nasıl anlatıyor?
Kadri Yıldırım arkadaşımız çok güzel izah etti. Bir yandan deniyor ki “Oranın gerçek halkına o toprakları iade edeceğiz.” O gerçek halkın -orası bin yıldır Kürtlerin yaşayageldiği, oraya göç yoluyla gitmedikleri, hep orada oldukları bir topraktır, ülkedir- oranın evladının 3 binini şu ya da bu sebeple siz onları hasım bellediğiniz için öldürüyorsunuz ve onların anne babalarının, büyük anne ve büyük babalarının size bundan ötürü sevgi, saygı ve bağlılık göstermesini bekliyorsunuz. Kendinizi onların yerine koyun, bize böyle bir şeyin yapıldığını düşünün. Siz böyle bir şey, böyle bir ihtimal belirdiğinde bütün Anadolu coğrafyasının nasıl ayağa kalktığını ne kadar çabuk unuttunuz? Biz nasıl kabul etmiyorsak, hiç kimse de bunu kabul etmez. Bütün Arap coğrafyası, Orta Doğu coğrafyası, burada ortaya çıkan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan bütün yeni yönetimler, kurtulmuş halklar, onların millî kimlikleri bu sömürge zihniyetinden kurtulmuş olmanın sevinciyle ilgilidir. Kendilerini böyle tanımlarlar. Siz ümit ediyorsunuz ki Osmanlı mirasını böyle canlandırırız. Osmanlı mirası, bu halklar, bu topluluklar için cizyenin, öşürün, zor alımların, işgallerin, kadılar eliyle buraların yönetilmesinin tarihidir. Bu toplumlar kendilerine yeni devletler kurarken bunu sömürgeciler istediği için yapmadılar. Tıpkı bizim kendimizi Osmanlı İmparatorluğunun mirasından özgürleştirmekteki tarihî haklılığımız gibi, bütün bu halkların da kendilerini özgürleştirmeye hakları vardır. Şimdi siz o halklara yüzünüzü dönüyorsunuz, diyorsunuz ki: “Biz sizi tekrar kurtarmaya geldik.”
Sevgili arkadaşlar, sizin Afrin’i ne zaman duyduğunuzu ben bilmiyorum. Ben 1994’te ilk kez Afrin’e gittim bir gazeteci olarak buradaki sosyal ve politik durumları araştırmak üzere ve ilk kez orada, bir çocuğun göğsünde, annesinin yün tığla ördüğü kazağın üzerinde “Ez Kurdim” (x) yazdığını gördüm. Yani o insanlar o zamandan beri, Esad rejimi altında da kendi çocuklarını ve kendi hayatlarını, kendi kimliklerini arıyorlardı, şimdi onu bulmuş olmaları bizim için bir sevinç konusu olmak gerekirken, şimdi biz bunun için bir askerî harekât yürütmeyi bir erdem olarak dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. Ben o nedenle bu kadar irrasyonel bir dış politika gerekçesi için bu kadar yüksek meblağda giderleri finanse etmek üzere bir bütçe kurulmasını, bunun için önümüze bir kanun getirilmesini bu toplumun, bu halkın uğradığı en büyük talihsizlik ve en büyük haksızlık olarak görüyorum. Bu iki halk, birbirine sarılarak aslında çok önemli bir yeni yükselişi Orta Doğu’da yaratabilecekken, şimdi birbirine karşı konumlanmış olarak içeride halledemediği meseleyi dışarıda halletmeye çalışan bir yönetim tarafından karşı karşıya getiriliyor.
Sevgili arkadaşlar, bu yolla olsaydı, oğullarını, kızlarını öldürdüğünüz için insanlar sizi takdir etselerdi, Türkiye’nin içinde takdir ederlerdi. Türkiye’nin dışında, sizin uyruğunuz olmayan, sizden bir şey istemeyen ve size bir şey borçlu olmayan insanlara siz, “kendi sakinlerini bu topraklara getireceğiz” diye açtığınız bu seferleri finanse etmek için zorladığınız kaynaklarla hem halkın geçimine hem halkın hayatına büyük bir kötülük yapıyorsunuz. Bunu durdurmak için, buna karşı koymak için, buna itiraz etmek için ifade ettiğimiz gerekçeleri ortaya koyduğumuzda da bunun karşılığında hakaret, şiddet ve nefretle karşılanıyor[uz]. İnanın ki, eğer yüzde yüz emin olsaydınız bunun böyle olduğundan, kendinizin haklı olduğundan buna hiçbir zaman öfkelenmezdiniz, öfkelenmeniz için bir sebep kalmazdı.
Sizin ortaya koyduğunuz istatistiklere bakacak olursak Türkiye’de toplumun yüzde 80’i, yüzde 90’ı aslında bu harekâttan ve bunun böyle finanse edilmesinden yanadır, bundan memnundur. Hakikaten öyle midir? Hakikaten öyle olsa bu kadar öfke, bu kadar gayz neden? Şundan sevgili arkadaşlar: Aslında biz sizin ifade edemediğiniz şüpheleriniziz, sizin aklınızdan geçen tereddütleriz. Sizin ikna olmamışlığınızız, sizin bilinmeyenleriniz üzerindeki büyük soru işaretiniziz. O yüzden bütün bu öfke. Bu soruyu sorduğumuz için, bunları burada tartıştığımız için memnun olmalısınız çünkü belki de bir süre sonra, bu siyasetin yanlışlığı ortaya çıktığında eğer bundan yüz geri etmek gerekirse size nasıl yüz geri edileceğine dair bir perspektif sunuyoruz. Buna şimdi müteşekkir olmayabilirsiniz ama bir süre sonra buna ihtiyaç duyacağınız bellidir. Bizler de bu toplumun sizin gibi üyeleriyiz; bu toplumun içinde yaşamak ve iyi yaşamak istiyoruz; dövüşmeden, harp etmeden, kardeşçe, eşitçe yaşamak istiyoruz. Eşitsizliğe, zulmedir itirazımız; hayatın yeniden kurulması için başka hayatların ortadan kaldırılmasının bir çare olmadığına dair bilgimizdir. O yüzden, bu yasa yoluyla kaynak toplamak ve bunları ölüm makinalarına harcamak konusundaki ısrarınıza karşıyız; bu bölüme de “Hayır.” diyeceğiz.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)
AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş’un “Eline tutuşturulan kağıtları okuyor” sözü üzerine:
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sayın Başkan, hatip benim elime tutuşturulan bir kağıdı okuduğumu söyledi.
İSMAİL TAMER (Kayseri) – Evet, eline tutuşturulan kâğıdı okudun.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sanıyorum, bunun hakikatle bir alakası olmadığını benden önce siz biliyorsunuz. Sataşmadan söz istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kürkcü, iki dakika süre veriyorum size.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (İzmir) – Sevgili arkadaşım, ben 70 yaşındayım, elime tutuşturulan kâğıtları okuma yaşını çoktan geçtim.
MEHMET MUŞ (İstanbul) – Evet, PKK tutuşturdu, PKK tutuşturdu.
BAŞKAN – Sayın Muş, lütfen…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Aklım var, fikrim var. Üstelik sizin de gördüğünüz gibi elimde bir kâğıt yoktu, bir iPad vardı, o iPad’i de bütçe konuşmasıyla ilgili olan bölümü dışında kullanmadım. Yani söylediğinizin hakikatle bir alakası yok.
ZEKİ AYGÜN (Kocaeli) – Rapor al, rapor.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Şimdi, şu: Sizin kararınıza siz yüzde yüz inanabilirsiniz, biz inanmıyorsak bunu ifade etmeye hakkımız var, bunun için bir şey olmamız gerekmiyor. Hatırlayın, bundan iki yıl önce PKK liderinin ne kadar önemli bir insan olduğunu, ne kadar akıllı olduğunu, Türkiye hakikatlerini ne kadar iyi kavradığını bizden çok siz anlatıyordunuz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) – Yok öyle bir şey.
YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Yok öyle bir şey.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Öyle bir şey var, öyle bir şey olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Öyle bir şey olduğunu… Ben size söyleyeyim: Bülent Arınç’ın ben bu konuşmalarını okudum, ben Ahmet Davutoğlu’nun bu yöndeki ifadelerini biliyorum. Sizin görevlendirdiğiniz Kamu Güvenliği Müsteşarının adadaki konuşmalarını ve onların tutanaklarını, hepsini gördük. Demek ki zaman zaman öyle olabilir ki siz karşıtınız dediğiniz insanla aynı şeyleri düşünebilirsiniz. Bundan utanmayın, bir şey yok. Ama bunun PKK’yla bir ilgisi yok, bunun sizin dış siyasetinizle ilgisi var.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Bir kere de PKK’yı telin et!
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – İrrasyonel bir tehdit algısı üzerine inşa edilmiştir, irrasyonel bir güvenlik algısı üzerine inşa edilmiştir ve bu irrasyonel algıyla seferber edilen maddi kaynaklar ve insan kaynakları heba edilmektedir. Bu, bizim kaygımız ve itirazımızdır. Sizin mi bizim mi haklı olduğumuzu zaman gösterecek; döner on yıl sonra tekrar konuşuruz.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Dürüst ve ahlaklıysan bir kere de PKK’yı telin et.
BAŞKAN – Lütfen müdahale etmeyiniz değerli milletvekilleri.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Türkiye’yi yönetenler Dersim’i cayır cayır yakarken yüzde yüz haklı olduklarına inanıyorlardı. Onların haksız olduğunun belgelerini siz getirdiniz Meclise. O zaman nasıl izah edeceğiz? Besbelli yanılma hakkınız ve yanılma payınız var. Bunu ifade ediyoruz diye bize düşmanlık beslemeyin ama…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Dürüst ve ahlaklıysanız PKK’yı bir kez telin edin.
BAŞKAN – Lütfen sayın milletvekilleri…
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bana bu hikâyeleri anlatmayın. Bu Meclisi kuranlardan birinin evinde doğdum ben.
BAŞKAN – Sözlerinizi tamamlayın Sayın Kürkcü.
MEHMET UĞUR DİLİPAK (Kahramanmaraş) – Dürüst ve ahlaklıysanız PKK’yı bir kez telin edin.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Bana bu hikâyeleri anlatmayın. Hadi oradan! (HDP sıralarından alkışlar)
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.