“Cumhur İttifakı”nın yerel seçim kampanyasının coşkusuz, güçsüz, cılız, inandırıcılıktan uzak geçtiği apaçık. Ancak iç politik, sosyal ve ekonomik koşulların bütün nesnel elverişsizliğine mukabil, Erdoğan rejimi, Türkiye ve Kürdistan’ı bekleyen uzun, sıcak yaza başta İstanbul olmak üzere metropolleri geri alarak girme stratejisinden hiç de sapmış değil. İstanbul’da bir “bostan korkuluğu”nu kazanma eşiğinde tutmanın nasıl bir güç tahkimatı gerektirdiğini erbabı bilir. Erdoğan’ın adayının kaybetmeye yakın olduğu gözle görülen bir olasılık ama olasılık -henüz gerçeklik değil.
En olmayacak zamanda emeklilerle lafa tutuşan Erdoğan bir anda popüler siyaset sahnesinin kıyısına düşüp bir iletişim hurdasına dönüşüverdi. AKP propoganda gruplarında, “Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan çok fazla bahsetmeyelim. Özellikle de emekliler tepki veriyor” uyarılarının dolaşmaya başlaması boşuna değil. “Cumhur İttifakı” 31 Mart’ta metropolleri ikinci kez kaybedecekse bunda Erdoğan’ın hepsi seçmen olan 15 milyonluk bir topluluğa safra muamelesi yapmasının da payı olacak.
Ancak emekliler, diktatörlüğün “psikolojik harekat” yelpazesinin hitap alanındaki unsurlardan biri yalnızca. Yelpaze geniş: Tarikatçılar, cemaatçiler, ultra milliyetçiler, kent yoksulları, göçmen karşıtları, göçmenler, “Karadenizliler”, Kürtler…
Ağustos 2023’te genel seçimlerin ardından bu köşede, “Erdoğan ve Fidan’ın Kürtler üzerine kurulu ‘iç ve dış politikanın birliği doktrini’ çerçevesinde Kürtlerin Türkiye iç politikasında HDP ile kazanmış oldukları büyük siyasal hareket kabiliyeti karşısında, özellikle 2024 yerel seçimleri öncesinde -yani önümüzdeki altı yedi ay boyunca- Kürtlerin özgürlük mücadelesinin diktatörlüğün psikolojik harekatının hedefi haline geleceğine kuşku yoktur” diye yazmıştım.
Bu tespit, bir kehanet sayılmazdı ama durup dururken de ortaya atılmış değildi. Aşağıdaki satırlar, MİT’in başından yeni Erdoğan kabinesinde Dışişleri Bakanlığı’na getirilen Hakan Fidan’ın Ağustos boyunca Irak ve Kürdistan Bölgesi liderleri arasında mekik dokuyuşlarını anlamlandırma ihtiyacının sonucuydu.
“Fidan’ın Irak temaslarını ve girişimlerini, Bakanlığı’nın ve şahsen kendisinin Erdoğan ve Esad’ı Suriye’de masaya oturtma yönündeki çabalarıyla bir arada göz önüne aldığımızda rejimin aklının şu stratejik hedefle meşgul olduğunu saptamak mümkün: Ankara Kuzey Kürdistan’dan yükselen direnişten kurtulmak, Kuzey’in öncü gücünü tecrit etmek ve bu maksatla Kürtlerin Batı ve Güney Kürdistan’daki milli imkan ve kabiliyetlerinin Kuzey’e yönelmesine set çekmek üzere Irak ve Suriye devletlerine ekonomik ve siyasal menfaatlerle dengelenecek yenilenmiş bir anti-Kürt pakt önermek üzere zemin yokluyor.”
Bu dış siyasetin içeriye yansıma eğilimini de şöyle özetlemiştim: “Fidan’ın takip ettiği uluslararası stratejinin içeri dönük her adımı, ister istemez Kürt halkını diğer halkların demokratik ve özgürlükçü dinamikleriyle buluşturan siyasal yürüyüşünü kesintiye uğratmaya, HDP’nin temsil ettiği demokratik kurtuluş seçeneğini tecrit ve yalnızlaştırmaya yönelik olacaktır.
“Rejimin ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonunun Kürtler’e dönük kısa dönemli bölgesel izdüşümü bundan ibarettir.”
Rejim, yıl boyunca, egemenlik stratejisinin siyasal, diplomatik ve askeri mantığını sistematik olarak izledi ve güçle tahkimi de sürdürdü. ABD ile çatışmayı minimize etti, F-16 filosu için savaş uçağı temini önündeki engellerden kurtuldu. Bağdat’la temaslar günübirlik hale geldi ve sahadaki gelişmelere yansımaya başladı.
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler Şubat başında Hakan Fidan’ın ayak izlerini takip ederek Bağdat’ta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı ve ardından Erbil’de Mesud Barzani ve Mesrur Barzani’yle bir araya geldi. Görüşmeler sonrası verilen demeçlerin anahtar sözcükleri masa başından sahadaki ayrıntılara doğru inilmeye başlandığını yansıtıyordu.
Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin de Mart başında “Antalya Diplomasi Forumu”nda AA’ya verdiği söyleşide Ankara’da güvenlik konusunda “güzel bir toplantı” gerçekleştirildiğini söyledi. “Irak tarafı güvenlik, sınır güvenliği ve iki ülke arasındaki ilişkilerin güvenliğiyle ilgili belgeyi şimdiden hazırladı” dedi ve “gelecek ay Bağdat’ta buluşmayı, bu belgeleri tartışabilmeyi ve bu iki belgeye dayanarak bir plan geliştirmeyi ümit [ettiklerini]” dile getirdi.
Ve kaçınılmaz son: Erdoğan Kabine Toplantısı’nda “müjdeyi” verdi: “Irak sınırlarımızı güven altına alacak çemberi tamamlamak üzereyiz. İnşallah bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi, kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız. Suriye sınırlarımız boyunca 30-40 kilometre derinliğinde güvenlik koridoru oluşturma irademiz bakidir. Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuracağı bir ‘teröristan’ ile dize getireceğini düşünenlere yeni kabuslar yaşatacak hazırlıklarımız var.”
Erdoğan’ın “Irak sınırlarımızı güven altına alacak çember” dediği şeyin pratikte Türkiye’nin Güney Kürdistan topraklarındaki askeri varlığının birbirleriyle “bir çember oluşturacak” temas yakınlığına ve muharebe kabiliyetine sahip birimlerden oluşacak kadar yaygınlaşıp derinleştirilmesi olacağı öngörülebilir. Askeri literatürde “mürekkep damlası” olarak anılan bu stratejinin Kürdistan’ın toplumsal yaşantısına tercümesinin ise Türkiye-Irak sınırının güney ve kuzeyinde tahminen her iki tarafta 20-30 km derinlikte -belki Irak tarafında daha derin- bir arazinin fiilen askeri yasak bölge halini alması olacağını ve Kürdistan yurtseverliğinin güç merkezleri olarak kazanmış oldukları sosyo-politik anlam dolayısıyla Hakkari ve Şırnak’ın askeri ve psikolojik harekatın hedefine yerleşeceğini öngörmek mümkün.
Irak ve Suriye hükümetlerinin ülkelerindeki ABD askeri varlığının en kısa zamanda geri çekilmesi konusundaki arzu ve ısrarları göz önüne alınır ve gelecek yıl Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönme olasılığının Biden’ın yerinde kalması olasılığıyla aynı olduğu da akılda tutulursa, yerel seçimler biter bitmez rejimin sınır boylarındaki askeri ve idari etkinliğinin muazzam ölçüde artacağı görülür.
Ankara bu konjonktürde iç güvenlik gerekçesinin ötesinde bölgede IŞİD’in olası “yeniden doğum”una karşı NATO çıkarlarının tek bekçisi olma rolünün de kendisine sunacağı “mücbir sebepler”le “güvenlik koridoru” planlarını bütün Rojava’yı kat edecek şekilde revize etme bahanesine kavuşabilecektir.
Irak ve Suriye sınırları ötesine sarkan askeri operasyon planları yalnızca sınır ötesindeki muharip güçlerle TSK arasında çatışma olasılığını beslemekle kalmayacak. Önceki deneyimlerden de bildiğimiz gibi aynı zamanda sınırlardaki kentlerden başlayarak Kuzey’i de burgacına alacak bir askeri hareketliğin Kürdistan’ı fiilen bir savaş alanına dönüştürmesi olasılığını da gündeme taşıyacak.
Erdoğan’ın mübalağalı konuşmaları kimseyi yanıltmamalı: “Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuracağı bir ‘teröristan’ ile dize getireceğini düşünenlere yeni kabuslar yaşatacak hazırlıklarımız var” derken onu güdenin, doymak bilmeyen esip gürleme iştahından çok, önündeki, bu olasılıklar üzerine kurulu dosya özetlerinden aklında kalanlar olduğunu düşünmek daha gerçeğe uygun olur.
“Cumhur İttifakı”nın yerel seçim kampanyasının coşkusuz, güçsüz, cılız, inandırıcılıktan uzak geçtiği apaçık. Ancak iç politik, sosyal ve ekonomik koşulların bütün nesnel elverişsizliğine mukabil, Erdoğan rejimi, Türkiye ve Kürdistan’ı bekleyen uzun, sıcak yaza başta İstanbul olmak üzere metropolleri geri alarak girme stratejisinden hiç de sapmış değil. İstanbul’da bir “bostan korkuluğu”nu kazanma eşiğinde tutmanın nasıl bir güç tahkimatı gerektirdiğini erbabı bilir. Erdoğan’ın adayının kaybetmeye yakın olduğu gözle görülen bir olasılık ama olasılık -henüz gerçeklik değil.
Bu nesnel koşulları aşmak için muhtaç olduğu “kudret” Erdoğan’ın kendisinde yok. Olmayan bir şeyi dönüştüremez. Kendisine yeni bir müttefik icat edemez. Ama muhalefet kampındaki, kendi çıkarını belirleme idraksizliği, bönlük, cesaretsizlik, kendini fasulye gibi nimetten sayma kibri, halkın olması gereken her kaynağı sonuna kadar hortumlamış olanlara kaynakları paylaşma teklifinde bulunabilme siyasetsizliği ve benzeri akıl ve basiret yoksunluklarını bir yedek güç olarak kendi katarının önünde koşturabilir. Umut ve mücadele yorgunları arasındaki diktatörün faşizmi kurumsallaştırmaktan vazgeçme olasılığının kaplanın vejeteryanlığı seçmesinden daha yüksek olduğunun teorizasyonunu yapacak “dehalar”ın önünü açabilir…
Bütün bunlar yaz sıcağında mücadele edenlerin terli bedenlerine üşüşen sinekler kadar rahatsız edici olabilir. Ama kendilerini bekleyen uzun sıcak yazın zahmetine göğüs gerebilmeleri için Kürt halkının ve Türkiye’nin demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerinin muhtaç oldukları şeyin Erdoğan’ın inayeti değil, kendilerinin olanı kazanmak ve korumak üzere aklın ve ahlakın gösterdiği yoldan yürümeye devam etmek olduğuna ne şüphe!
Yeni Yaşam, 14 Mart 2024
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.