21. yüzyılda ezilen sınıfların kimliği, ister istemez ezilen cinsiyetlerle, ezilen halklarla, ezilen kültürlerle -ve eğer denebilirse ezilen türlerle bütünleşiyor. Yaklaşmakta olan çalkantılı günlerde, solun emekçi sınıfların hak ve çıkarlarını savunma ve gerçekleştirmesinin tek geçerli yolu – Lenin’i tekrar edersek- kendisini bütün ezilenlerin öncüsü konumuna yükseltmesi olacaktır.
13-15 Aralık günlerinde İspanya’da toplanan Avrupa Sol Partisi 6. Kongresi’ne HDP’yi temsilen konuk olarak katılan HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü’nün konuşmasını sunuyoruz.
Sevgili Yoldaşlar;
Halkların Demokratik Partisi adına Avrupa Sol Partisinin 6. Kongresine seslenmeye davet edimemden onur duydum.
Sizlere, Türkiye ve Kürdistan halklarının ve emekçi sınıflarının dostluğunu; hapisteki ve sürgündeki onlarca HDP milletvekili ve belediye eş başkanlarının, yüzlerce gazeteci ve aydının, binlerce parti üyemizin selamlarını getiriyorum. Özellikle onların direnci ve cesareti sayesindedir ki Türkiye ve Kürdistan faşizmin tam ve nihai zaferini önlemeyi ve peş peşe yaşattığı yenilgilerle Erdoğan rejimini geriletmeyi başarıyor.
Kürdistan Özgürlük Hareketiyle Türkiye’nin demokratik ve sosyalist güçlerinin tarihî siyasal ittifakı olan Halkların Demokratik Partisi, olanca şiddete, haksızlığa, yasaklara, temizliklere, medya kontrolüne, taciz ve nefret söylemine mukabil Erdoğan’ın faşizme giden yolu üstünde sağlam bir kaya gibi duruyor. HDP demokratik halk güçlerine 6 milyon oyuyla verdiği koşulsuz desteğiyle, İslamcı-faşistleri bir tek parti hükümetinden mahrum bırakıyor. Rosa Luxemburg gibi biz de devrimci Alman şair Ferdinand Freiligrath’ın sözlerini gururla tekrarlıyoruz: “Vardım, Varım, Var olacağım”!”
Faşizme ve sömürgeciliğe karşı demokrasi ve toplumsal kurtuluş mücadelesinde, Avrupa Sol Partisi ve üye partilerin yakın dayanışma ve desteğini her zaman yanımızda hissettik. Delegasyonlarınız ile cezaevleri ve mahkeme önlerinde ve seçim gözlemlerinde daima omuz omzaydık. Rojava’da Êfrin, Gre Spi ve Serekaniye’deki işgallere karşı herkesten önce yaptığınız mücadele çağrılarını işittik. Kürdistan’da belediye başkanlarımızın görevinden alınmasına karşı Avrupa resmi kurumları içinde ve dışında gösterdiğiniz çabalar bizi yüreklendirdi. Yoldaşlık budur! Enternasyonalizm ruhu ayakta ve fısıltınız kulaklarımızda çınlıyor: “Asla yalnız yürümeyeceksin”!
Başkan Gysi’ye Avrupa’daki genel durumun küresel emperyalist rekabetler bağlamında mükemmel bir kuş bakışı görünüşünü sunan dünkü konuşması için teşekkür ederim: Bir yanda tek tek ülkelerde ulusal bencilliğin, aç gözlülüğün, ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının yükselişi ile öte yanda uluslararası işbirliğiyle yanıt verilmedikçe bildiğimiz hali içinde doğanın sonunu getirecek olan iklim krizi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık üzerine söyledikleri beni genel durum üzerine ayrıntılı tahlillere girişme yükünden kurtarmış oldu.
Yine de Türkiye ve Kürdistan’daki mücadelelerimizde doğrulanan bir genel ilkeden söz etmek isterim: Yaklaşmakta olan çalkantılı günlerde, solun emekçi sınıfların hak ve çıkarlarını savunma ve gerçekleştirmesinin tek geçerli yolu – Lenin’i tekrar edersek- kendisini bütün ezilenlerin öncüsü konumuna yükseltmesi olacaktır. 21. yüzyılda ezilen sınıfların kimliği, ister istemez ezilen cinsiyetlerle, ezilen halklarla, ezilen kültürlerle -ve eğer denebilirse ezilen türlerle bütünleşiyor. “Metabolik çatlak” artık öyle bir dereceye ulaşıyor ki, sermaye ile emek arasındaki çelişki de eninde sonunda genel olarak sermaye ile insanlık arasındaki bir çelişkiye tercüme oluyor.
Bu açıdan Solun İngiltere seçimlerindeki çarpıcı kaybına dönüp baktığımızda, Corbyn’in -hepimizin çok beğendiği- kampanyasında “ekonomist” bir ton olup olmadığını da belki yeniden düşünmemiz gerekecektir. Bu ton, ekonomik ezilmişlikten başka ezilme biçimlerinden de muzdarip olanların gözünde kampanyanın muhtemel cazibesini gölgelemiş olabilir mi? Britanya İşçi Partisi ASP üyesi olmasa da bu kaybın bu açıdan daha ayrıntılı bir şekilde ele alınması gerekir kanımca.
Bu vesileyle, tüm üye partilerin yanısıra Avrupa Sol Partisini de Şubat 2020’de Ankara’da toplanacak olan Dördüncü Kongremize davet etmekten memnuniyet duyuyorum. Bu fırsatı, halkların Avrupası mütemadiyen genişlerken, rekabet halindeki devletlerin oluşturduğu sermaye Avrupası’nın -İngiltere ve Türkiye örneğinde olduğu gibi- ABD ve Avrasya’ya sürüklenerek nasıl daralmakta olduğunu görünür kılmak için bir imkana dönüştürebiliriz pekala.
Sözlerimi Türkiye’nin anti-faşist mücadelelerinin yaygın çağrısıyla bitmek istiyorum.
Faşizme Karşı Omuz Omuza!
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.