Şimdi ne olacak?

Ertuğrul Kürkçü, Almanya kamu yayıncısı WDR Köln Radyosu Türkçe Servisinin Öcalan’ın çağrısı sonrası olasılıklara yönelik sorularını yanıtladı: “Friedrich Engels’in bir mecazı var: Diyor ki [mealen], ‘Tarih şöyle oluşur: Birisi bir şey ister, karşısındaki başka bir şey ve herkes başka [başka] şeyler ister. Sonuçta ortaya çıkan, hiç kimsenin istemediği bir şeydir. Bütün isteklerin bileşkesi istikametindedir.’ Bileşke kimin, halkın ve tarihin istikametini daha iyi gözlediğine ve buna göre hareket ettiğine bağlı olacak. Ümitsiz olmak için hiçbir sebep yok.”

Türkiye’de barış yakın mı bu soruyu HDP onursal genel başkanı eski milletvekili gazeteci yazar Ertuğrul Kürkçü ile konuşacağız. Stüdyomuzda kendisi, hoş geldiniz Ertuğrul Bey.

Merhaba, hoş bulduk.

Şimdi Ertuğrul Bey biliyorsunuz, Abdullah Öcalan’ın PKK’ye yönelik “silahları bırakın kendinizi feshedin” açıklaması vardı. Hemen bunun üzerine de PKK’nin yanıtı gecikmedi ve “1 Mart’tan itibaren ateşkes ilan ediyoruz. Öcalan ‘ın çağrısına uyacağız” denildi. Türkiye’de son aylarda ne oldu da bir anda böyle bir sürece gelindi?

Doğrusu, 10 yıl önce kaldığımız yere geri dönmüş olduk. Yepyeni bir şeyle karşı karşıya değiliz. Çünkü eğer Tayyip Erdoğan 5 Nisan 2015’te “ben Kürt sorunu diye bir şey tanımıyorum. Kürt sorunu bitti, çözüm diye bir mesele de yok, olmayan bir sorunun çözümü olmaz. Bunu iptal ettik” dedikten sadece bir hafta önce “devlet heyeti” ve “HDP heyeti” anlaşmaya varmışlardı. On madde üzerinde barış görüşmeleri yapacaklardı. Öcalan da o yıl Newroz’da yayınladığı bildiride tıpkı bugün olduğu gibi PKK’yi silahları bırakmaya çağırdı ve kongresini toplamaya davet etti. On yıl sonra Öcalan bir kere daha aynı şeyi yapıyor. Fakat bu sefer “kendini dağıtma” da buna eklenmiş durumda.

Yeni olan[ın] bence hükümetin 10 yıl boyunca zorla, silahla, şiddetle 2015’teki durumdan daha uzağa meseleyi taşıyamamış olması ile ilgisi var. Fakat geçen 10 yılda bölgede koşullar [da] değişti. Kürdistan ‘ın parçalarında durumlar değişti. O çerçevede bu sürecin iki taraf açısından da şiddetle sürdürülmesinin birinci derecede gerekli görüldüğü durum ortadan kalktı ve bunun görüşmeleri de  -hepimiz şimdi biliyoruz- epeyce bir zamandır yapılıyordu. Ama ikinci bir nokta var: Eğer burada barışçı bir sonuca varılabilirse, iktidardaki blok -yani AKP, MHP ve Ergenekon bloku- açısından kaybedilmiş bulunan, özellikle iktisadi kriz, yoksulluk ve baskılar nedeniyle kaybedilmiş bulunan toplumsal rızanın kısmen geri kazanılması ihtimali var. O açıdan bir yandan da iktidarı uzatma hesaplarıyla iç içe giden bir süreç. Fark budur.

Peki buradaki sebeplerden birisi de bir anayasa değişikliği isteği olabilir mi? Çünkü MHP ve AK Parti ‘nin böyle bir çoğunluğu yok. Böyle bir çoğunluğa ancak şimdiki DEM Parti ‘nin milletvekilleriyle ulaşabiliyorlar. Yani burada bir karşılıklı talep de söz konusu olabilir mi? Çünkü özellikle bu süreci eleştirel bakan taraftan 2015 ‘i yaşamış bir kesim de var. Yani şu anda AK Parti ve MHP birlikte gidiyorlar anayasa değişikliğine kadar. Fakat ondan sonra tekrar 2015’de olduğu gibi bu görüşmeleri yürüten bir Sırrı Süreyya Önder’in belki de tekrar içeri girmesine bile sebep olabilir. Tekrar kendisi hakkında dava bile açılabilir bu süreçten dolayı gibi bir çekingenlik de söz konusu. Siz ne diyorsunuz?

Bu kişileri aşan bir mesele. Esas mesele şu: Kürt halkı 2017’de anayasa oylamasına “hayır” dedi. Bu Tayyip Erdoğan’ın mutlak egemenliğine, tek adam rejimine, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen rejime hayır demekti. Bunu değiştirmesi için Kürt halkının yeni bir faktör olmadı. Yani silahlı çatışmanın son bulması, taleplerin son bulması, ihtiyaçların son bulması, yönetim tarzından duyulan sıkıntıların son bulması, kayyumların son bulması falan anlamına gelmiyor. Sadece bunlar silahlar olmadan [tartışılacak]. Yani silahlar olmadan ne yapılır? Söz söylenir, kuvvetli söz söylenir, yumuşak söz söylenir ama söz söylenir. Sonuçta ihtiyaçlar ve konumlar aynı kaldıkça değişen bir şey olmaz. Ama iktidar bunu umut etmek isteyecektir tabii. Şimdiden bunun nasıl satın alınması gerektiğine dair bir direktifle beraber geliyor. “Bu yaptığımız açılımı, öneriyi beğenmeyeni mahvederiz” diye çığırtkanlar konuşmaya başladılar dört bir taraftan. Beğenmiyoruz. Daha iyisi olabilir her şeyin.

O nedenle ben bu çatışmanın son bulmasının sorunların son bulduğu anlamına değil, sorunların şiddetle ifadesinin son bulduğu anlamına geldiğini düşünüyorum. Ama tek taraflı değil. Devlet açısından da şiddet, -yani polis gücü, yargının silah haline getirilmesi.  Örneğin, “Ramazan nasıl karşılanacak” diye bir şirketin iki yöneticisi arasındaki tartışmanın, karakolda resen son bulması şiddet değil mi bunlar?- bu şiddet son bulacak mı? Asıl büyük soru bu.

Peki bundan sonraki süreç nasıl devam eder? Yani PKK gerçekten kendini fesheder mi ve bu nasıl olabilir?

Şimdi bu irade apaçık. Ben burada bir “oyun” olabileceğini düşünmüyorum. Kürtler, yani PKK ve öncelleri, daha önce de pek çok durumda silah bıraktılar, sınır ötesine çekildiler, eylemsizlik kararları verdiler, yapılarını dağıttılar, yeniden kurdular. O yüzden örgüt, biçim değiştirmeye ve hal değiştirmeye açıktır.

Bu çerçeveden baktığımızda, bence şimdi onlar için çok büyük bir avantaj aslında. Bu sonuç almayan, yani Türkiye sınırları içinde artık sonuç getirmeyen çatışmayı bırakmak iki şeyi kazandırıyor. Birincisi, “PKK yasaklarını” ortadan kaldırıyor. Şu an, bu gerçekleştiği andan itibaren Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri ‘nin PKK yasaklarının bir hükmü kalmayacak, çünkü PKK ortada olmayacak.

Diyasporadaki Kürt politikasının önü ardına kadar açılacak. Ve aynı şey Türkiye için de geçerli olacak. Mesela benim hakkımda yeni dava açıldı. “HDK kurucusu” olarak sanığıyım. “Terör örgütünün kendisini iyi göstermesi için bir fasad örgütü” kurmuşum ben. E, peki “terör örgütü” ortada kalmadığına göre neyi iyi gösterebilirim ki? Şimdi böylelikle geriye doğru bütün bu davalar da havada kalacak. O yüzden ben [devletin] çok alıştığı bir korkuluğun ortadan kaldırılması anlamına geldiğini düşünüyorum. Devletin elinden PKK, “PKK kozu”nu kendisi aldı. Bu en önemli siyasi sonuçtur. Bundan geri dönmeleri için bir sebep yok. Bence çok önemli bir pencere açıldı. Şimdi burada aslında herkes için iyi olan, acaba iktidar için de iyi midir? Bunu göreceğiz pratikte. Pek memnun görmedim Tayyip Erdoğan ‘ı.

Zaten şu anda kendisi de sürece tam dahil oldu diyemeyiz. Ben öncelikle bir Abdullah Öcalan’ın okunan açıklamasına gelmek istiyorum. Orada Türkiye’den herhangi bir talep gözükmüyordu. Yani ortalıkta bir pazarlık yokmuş gibi bir açıklamaydı. Ama biliyoruz ki, bir anlaşma varsa bu anlaşmada iki taraf vardır ve her iki tarafında talepleri vardır. Yani bu anlamda Kürtlerin Türkiye’den talepleri tam olarak nedir bu aşamada sizce?

Benim gördüğüm kadarıyla çok uzun boylu bir talep, yani yarın, Kürtlerin statüsüyle ilgili bir siyasi yeni çerçeve kurulması vesaire gibi talepler değil [söz konusu olan]. Ama şu en temel talep Öcalan ‘ın özgürlüğü ve bir genel af talebidir. Ve buna hükümet karşılık verecek midir, vermeyecek midir? Bunu bilmiyorum. Ben, ne kadar kağıt üzerinde yazmasa bile, bu beklentinin bütün toplumda olduğunu düşünüyorum. Eğer iktidar zaten kendisi için rıza düzeyinde bir artış bekliyorsa bunları yapmadan niye olsun ki?

Yani şu anda dile getirilmese bile bu talepler kesinlikle vardır diyorsunuz eğer ki, kağıt üzerine yazmasa bile.

Bunlar herkesin aklında. Herkes oğlunu kızını geri istiyor bu kadar basit.

Şimdi Ertuğrul Bey, bu sürece baktığımızda, ne İçişleri Bakanı, ne Savunma Bakanı, ne de Cumhurbaşkanı sürecin yürütücüsü gibi gözüküyor. Yani şu anda bu süreci, özellikle hükümet tarafından baktığımızda sadece Devlet Bahçeli mi götürüyor? Ya da burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın rolü tam olarak nedir?

Bence Bahçeli şöyle: Bir dalga kıran gibi. Politik sözcülüğü Bahçeli yapıyor. Çünkü bir dönüşüme en şedit itirazlar, MHP kanadından gelebilirdi. Bahçeli bunun için dalga kıran rolünü kabul etti. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse Bahçeli ‘nin, nasıl diyeyim, düşünce takımı “tink tank”ı Tayyip Erdoğan’ınkinden daha gelişkin gözüküyor. Bugüne kadar yayınladıkları bildiriler, açıklamalar daha ağırlığı olan, daha derinlikli. Tayyip Erdoğan tamamen inzibati bir süreç olarak buna yaklaşıyor gibi gözüküyor. Fakat tabii ki bu siyasi sorumlulukların paylaşılması anlamında bu vitrinde gözükenler. Bence süreci esasen MİT yürütüyor. İbrahim Kalın ve Hakan Fidan yürütüyorlar, ben öyle görüyorum.

Şimdi diyelim ki ateşkes gerçekten bu şekilde devam etti ve PKK kendini feshetti. Ondan sonra ortaya çıkan birçok soru var. Mesela PKK mensuplarının durumu ne olacak? Onlar nereye gidecek? Kandil’deki yönetim kadrosu nasıl bir yol izleyecek? Siz de az önce bahsettiniz Abdullah Öcalan’ın durumu tam olarak ne olacak? Şu anda hala cezaevinde olan Selahattin Demirtaş, onun durumunu nasıl etkileyecek? Aşamalı bir af süreci mümkün mü? Yani bu önümüzdeki zamanlarda neler yaşanabilir?

Şimdi eğer her şey olumlu, yani halkın çoğunluğunun beklediği istikamette gidecek olursa, cezaevlerinin bir nebze boşalması vs. beklenebilir. Fakat asıl önemli olan, şimdi bu şeye geleceğim. Öcalan’ın açıklamasının okunduğu gün, bir paragraf daha eklendi sözlü olarak. Yani “hukuki güvenceler sağlanmış olacaktır” diye. Bu kayda geçen, adada yapılan kayıtta yok imiş. Fakat daha sonra Öcalan bu parçanın da eklenmesini istemiş. Fakat o uzun bir onay devresi gerektireceği için bunun sözlü olarak açıklanmasına karşılıklı karar verilmiş. Yani sözlü olarak varılmış bir anlaşmanın parçası olarak “hukuki güvenceler” faslı var. Şimdi bu tabii çok geniş anlamlı bir paragraf… Ama onu açtığınız zaman, bunun içinin nasıl doldurulacağı konusuna, eğer müzakere arka planda cereyan edecekse, bunlar adım adım girecek. Ben tabii ki, PKK’nin ne düşündüğünü ve neyi nasıl istediğini bilemem. Ama şunu biliyorum, başta konuştuk onu, bu silahlı çatışmaya son vermek, örgütü dağıtmak, sahiciyse, gerçekse binlerce insan yeni bir faaliyet alanına intikal edecekler demektir. Daha basit bir örnek verirsem, cezalarını bitirip otuz yıl hapiste yattıktan sonra çıkan PKK’liler var. Hiçbir şeye teslim olmadıkları, pişmanlık getirmedikleri için herkes 30 yıl yatarken onlar 36 yıl yatıp çıktılar, 6 yıl da fazladan. Ve onların ne yaptıklarına bakınca: DEM Parti ‘ye üye oluyorlar. Dolayısıyla siyasi faaliyet mecrası bir tek DEM Parti olarak görünecekse oraya dahil olacaklardır. İkincisi, bu şartlar altında belki DEM Parti de kendisine yeni bir format, yeni bir derinlik kazandıracaktır. Sonuç olarak bütün kurumların bir değişime uğraması gerekecek. Yani önümüzde demokratik siyasette, Kürt siyasetinde, sol devrimci siyasette geniş çapta bir bahar temizliği olacak. Yeni baştan birçok şeyin kurulması gerekecek, onu görebiliyorum. Dolayısıyla ben kendime her şey olduğu gibi gidecek, ucuna birileri eklenecek gibi görmüyorum. Bu bildiğimiz nicelik nitelik diyalektiği: Şu kadar yeni insan devreye girecekse nitelikte de bir değişiklik olacaktır.

Şimdi Ertuğrul Bey, siz onlarca senedir Türkiye’deki siyaseti çok iyi biliyorsunuz. Türkiye’deki Kürt meselesini çok iyi biliyorsunuz. Olayın tamamen ve olayların tamamen içerisindesiniz. Birçok süreç yaşadınız bugüne kadar. O yüzden sizin görüşünüzü almak isterim. Son olarak siz bu süreci nasıl görüyorsunuz? …bu süreç gerçekten bir sonuca ulaşır mı? Ya da sizin içinizde de acaba bu sadece anayasa değişikliği için yapılan bir adım ondan sonra yine unutulacak kaygısı da var mı? Yani bu sürecin sonucunda mutlu bir barış görüyor musunuz siz?

Şöyle söyleyeyim, Friedrich Engels’in çok benim beğendiğim bir mecazı var: Diyor ki [mealen], “tarih şöyle oluşur: Birisi bir şey ister, karşısındaki başka bir şey ister ve herkes başka [başka] şeyler ister. Sonuçta ortaya çıkan hiç kimsenin istemediği bir şeydir, bütün isteklerin bileşkesi istikametindedir”.

Hükümet öyle isteyecektir. Tabii biz de böyle istiyoruz. Bu nihayet bir mücadele, bir tartışma, bir gerçekleşme süreci, halkın da kabul süreci var. Bütün bunlar hepsi bir araya geldiğinde hiçbir şey eskisi gibi kalmaz. Bu halk, felsefede kullanılan tabirle bir tabula rasa, üzerinde hiçbir şey yazmayan [boş] bir tahta değil. Siz oradan başlıyorsunuz, devam ediyorsunuz. Halkın bir hafızası var, hepimizin bir ortak deneyimi var. Bunların sonucu olarak ben şimdi şunu biliyorum. Tayyip Erdoğan, PKK’yle ilgili kendi yaptıklarını biliyor, ben de Tayyip Erdoğan ‘la ilgili kendi yaptıklarımı biliyorum. Benim bildiğime göre bu iktidar zayıflamış bir iktidardır. Yeniden, başkalarının değiştirdikleri pozisyonlardan kuvvet alamayacak kadar halkın gözünden düşmüştür. O yüzden ortaya çıkacak olan sonuç, onun da beklemediği bir sonuç olacaktır. Tıpkı yerel seçim sonuçları gibi… Öyle düşünüyorum.

Yani iki tarafa da getirisi olacak bu sürecin diyorsunuz.

İşte kimin, kimin halkın ve tarihin istikametini daha iyi gözlediğine ve buna göre hareket ettiğine bağlı. Ümitsiz olmak için hiçbir sebep yok. Şimdi mesela koşullar on yıl öncesine göre daha kötü gibi gözüküyor. Ama bu 10 yıl içerisinde Türkiye’de kazınmaz bir yere yerleşti bizim mücadelemiz. Bu, o zaman 10 yıl öncesinden daha iyi bu açıdan da baktığımızda. O nedenle ümitsiz olmak için hiçbir sebep görmüyorum. Yıkılmamış hiçbir istibdat rejimi tarih yazmıyor, yenileri yerine gelse bile.

HDP Partisi Onursal Genel Başkanı Ertuğrul Kürkcü, Türkiye’deki barış süreci hakkındaki sorularımızı yanıtladı, stüdyomuza konuk oldu. Çok teşekkürler buraya kadar geldiğiniz için.

Ben çok teşekkür ederim, sağ olun.
_____________________________________
WDR, Köln Radyosu Türkçe Yayını, 3 Mart 2025