Dünya, Doğu ve Batı’nın oligarklarının tükenmek bilmeyen hırslarının kıskacında bir kez daha yok oluşun eşiğine sürüklenirken, geleceği, sadece Batı’nın ve Doğu’nun barış ve özgürlük güçlerinin sokaklara taşmaya başlayan uluslararası dayanışmasında arayabiliriz
Rusya’nın Ukrayna’yı istilasıyla başlayan çatışmaların beşinci günündeyiz. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin verdiği bilgilere göre. 27 Şubat gün sonuna kadar Ukrayna’nın farklı kentlerinde 376 sivil çatışmalardan zarar görmüş, 94’ü hayatlarını kaybetmişler; en az 368 bin kişi de evlerini terk ederek komşu ülkelere sığınmışlardı.
Ukrayna Ankara Büyükelçisi Vasiyl Bodnar’ın verdiği bilgiye göre 24 Şubat’tan bu yana, Rusya Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı 27 uçak ve 26 helikopter düşürüldü; 146 tank ve 536 zırhlı araç, 50 top ve 2 gemi kaybetti. Ukrayna, Rusya ordusunun insan kaybının 4 bin 300 kişi olduğunu iddia ediyor.
Rusya Savunma Bakanlığı Sözcüsü İgor Konaşenkov’sa dün yaptığı açıklamada Rusya ordusunun Ukrayna’da bin 67 askeri altyapı tesisini vurduğunu, Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’ne ait 27 komuta ve iletişim merkezi, 38 uçaksavar ve savunma sistemi ve S-300 sistemleri, ve 56 radar istasyonunu imha ettiklerini söyledi.
Konaşenkov, Rusya’nın operasyonun başından beri 254 tank ve zırhlı araç, 31 uçak, 46 çok amaçlı roketatar, 103 top ve havan, 164 adet özel askeri aracı imha ettiğini bildirdi. Sözcü asker kayıplarıyla ilgili sayı vermedi ama kendi kayıplarının Ukrayna’nınkinden çok daha az olduğunu söyledi.
Bilinen sözü tekrarlarsak, “savaşta verilen ilk kayıp hakikattir.” Yalansız savaş olmaz. Çatışan taraflar durmaksızın yalan üretir. Ama iki yalanın toplamından bir doğru çıkmasa da yalanın da bir hakikati var: Kayıplarla ilgi sayılar her geçen gün geometrik olarak kabarıyor. Çatışma bu tempoda gittiği takdirde Rusya’nın kısa sürede sonuç alması olasılığının başlangıçta varsayıldığından daha düşük olduğu sezilebiliyor.
Putin’in “NATO’nun saldırgan açıklamaları” gerekçesiyle dün Rusya’yı “nükleer alarm”a geçirmesi, Ukrayna saldırısıyla esasen Ukrayna toprakları üzerinde yerel bir çatışma değil, NATO ve Rusya arasındaki güç mücadelesi sahnelendiğinin en dolaysız göstergesiydi.
Ukrayna’nın nükleer cephaneliği olmadığına göre, Putin’in el yükseltmesinden şunu anlamamız gerekir: Rusya, NATO ve küresel müttefiklerine, konvansiyonel savaşla daha fazla oyalanmaksızın, Ukrayna istilası öncesinde açıkça ifade ettiği güvenlik taleplerinin karşılanması doğrultusunda daha güçlü bir uyarı gönderiyor.
Ukrayna, Rusya’nın varsaydığından daha güçlü bir direniş göstermiş olmakla birlikte, 24 Şubat’ta Putin’in çağrısına uyarak derhal teslim olsaydı da Rusya ve NATO arasındaki ihtilaf ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmeksizin süre gidecekti. Çünkü asıl mesele, NATO’nun dolaysız bir güvenlik gerekçesiyle ilişkilendirilemeyecek biçimde doğuya doğru genişlemesi ve Rusya’yı askeri kuşatma altına almasıydı.
Batı’nın Ukrayna’nın “NATO’ya katılma özgürlüğü” olarak sunduğu anlaşmazlığın gerçekte NATO’nun sınırsız dünya egemenliği hırsını örten tersine çevrilmiş bir “özgürlük” gerekçesi olduğuna kuşku yok. Bir askeri pakta katılmak özgürlüğün değil egemenliğin konusudur.
Ama, Putin’in Ukrayna istilasının insanlığa daha yüksek bir vaadi müjdelediğini kim söyleyebilir. Gelecek ufku olarak “Batı” modelinden daha yüksek, kapitalizmi aşan bir medeniyeti değil, post-modern bir Rus Çarlığının restorasyonu hedefinden başka bir şey sunamayan bir saldırganlıkla insanlığa seslenilemez. Bu, yalnızca acıklı bir hırsla beslenen kıyıcı bir savaşa yol açabilir.
Dünya, Doğu ve Batı’nın oligarklarının tükenmek bilmeyen hırslarının kıskacında bir kez daha yok oluşun eşiğine sürüklenirken, geleceği, sadece Batı’nın ve Doğu’nun barış ve özgürlük güçlerinin sokaklara taşmaya başlayan uluslararası dayanışmasında arayabiliriz.
______________________________
Artı TV, 28 Şubat 2022
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.