Özgür birliktelik süreci yeniden kuruluyor

Deniz Gezmiş’in 39 yıl önce ortaya koyduğu fikirlerin toplumsal bir demokrasinin inşa edilmesinde önemli bir yerde durduğunu belirten Yazar Mustafa Yalçıner, “Şimdiye kadar olmayan şeyler olabilir duruma geldi” dedi. Kızıldere katliamının tek kurtulanı olan Mersin Bağımsız Milletvekili Adayı Ertuğrul Kürkçü ise, “Deniz Gezmiş’in işaret ettiği, Hikmet Kıvılcımlı’nın, enternasyonal sosyalistlerin altını çizdiği ‘iki halkın özgür birlikteliği’ süreci, karşılıklı olarak şimdi yeniden kuruluyor. Ben Türkiye’nin kendini yeniden kurma aşamasına geldiğini düşünüyorum” diye konuştu.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için İngiliz teknisyenleri rehin alan ve “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyen Mahir Çayan, 30 Mart 1971’de Kızıldere’de 9 arkadaşı ile birlikte; “Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” diyen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs’ta Ankara’da; “Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı vardır” diyen İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1972’de Diyarbakır zindanında katledildi. Başta Kürt ve Türk halkları olmak üzere Türkiye’deki bütün halklar açısından önemli bir yerde duran 68 kuşağı gençlik hareketi ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın dile getirdiği, “Demokratik Ulus” fikrini Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın yoldaşı yazar Mustafa Yalçıner ve Kızıldere katliamında yaralı olarak kurtulan “Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu” Mersin Bağımsız Milletvekili Adayı Ertuğrul Kürkçü DİHA’ya değerlendirdi.

Türkiye’de ilk defa yüksek sesle Türk ve Kürt halklarının birlikte mücadelesine bir vurgu yapıldığını belirten Yalçıner, üstelikte bunu Deniz Gezmiş’in en dar zamanı olan “ölüme giderken” söylemiş olmasının Türkiye’de bir çığır açtığına işaret ediyor. Yalçıner, Deniz’in son sözlerinin önemini şu cümleler ile açıklıyor: “Deniz, orada mücadeleyi özetlemiştir. O zamana kadar yürütülen mücadele hangi sözcüklerle ifade edilebilir ya da bu mücadelenin programı nedir dendiğinde Deniz onları söylemiştir. ‘Yaşasın bağımsız Türkiye, Kahrolsun emperyalizm, Bağımsız ve demokratik Türkiye, Yaşasın Kürt ve Türk halklarının birlikteliğinin yanı sıra Yaşasın işçi ve köylüler’ demiştir. Şimdi bir devrimin programı nedir ki. Ülkenin bağımsızlığı ve demokrasisi için mücadele edeceksiniz. Bu mücadeleyi Türkler ve Kürtler bir arada yapacaksınız ve işçileri ile köylüleri esas alıp, onlara dayanacaksınız. Bu bir devrim programıdır.”

Olmayan şeyler olabilir oldu

Deniz Gezmiş’in idam sehpasına giderken dile getirdiği “demokratik ulus” söyleminin aradan geçen 39 yıl içerisinde Türkler, Kürtler ve Aleviler arasında yaratılan sıkıntıların üstesinden gelmede önemli bir yerde durduğu görüşüne katılan Yalçıner, bu açıdan aslında 1 Mayıs kutlamalarının çok önemli bir yerde durduğuna dikkat çekiyor. Yalçıner, “40 yıl önce Deniz Gezmiş’in ortaya koyduğu ve ölümüne savunduğu fikirler Türkler, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tabandan toplumsal bir demokrasinin inşa edilmesinde önemli bir yerde duruyor. Burada Kürtçe ezgilerle Kürlerle Türkler halay çekmeye başladılar. Bu bazı şeylerin değişmeye başladığının da göstergesi. Bu yıla gelinceye kadar ben hiç 1 Mayıs’larda Kürtçe duymadım. Türkiye’de yeni yeni ortaya çıkmaya başlayan şeyler var. Demek ki; Türkiye bir takım değişikliklere giderek hazır hale gelmeye başlıyor” dedi.

‘Demokratik bloğa düşen önemli görev’

Deniz Gezmiş’in savunduğu “Demokratik ulus mayası tuttu mu?” sorusuna ise Yalçıner, bu konuda özellikle batıda daha yapılması gereken epey iş olduğunu belirterek yaklaşıyor. Kürt halkının bu anlamda zaten ayakta olduğunu vurgulayan Yalçıner, henüz eksik kalan noktanın ise emek ve işçi hareketinde olmakla birlikte, bunun giderilmesinde eskisinden daha hareketli örneklere tanık olduklarını dile getirdi. Yalçıner, “1 Mayıs’ta yaşadığımız manzara genelleşmeden edemeyecek bir manzaradır. Bunun adımı atılmıştır desek yanlış olmaz. Belki yeni bir 68’e doğru gideceğiz. Tam bilmiyorum nasıl olacak; ama gençler mi öne düşerler, Tunus’ta madenci işçiler gibi işçiler mi öne çıkarlar bilinmez; ama Türkiye bu noktaya doğru hızla ilerlemektedir. Bu dönemin en temel ihtiyacı tüm ileri güçlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin ve yurtseverlerin ama asıl halkın birliğinin sağlanacağı bir süreç. Özellikle bu oluşturulan bloğa en önemli görev olarak düşen budur. Tüm bunları birleştirmek ve başarmaktan başka çaresi de yoktur” diye konuştu.

Geri dönüş olmayacak

Kızıldere katliamında yaralı olarak kurtulan ve şu anda Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun Mersin Bağımsız Milletvekili Adayı olan Ertuğrul Kürkçü ise, Deniz Gezmiş’in idam sehpasına giderken haykırdığı “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” şiarını o dönemden bu döneme olan anlamını şu cümleler ile değerlendirdi: “Bu kolay olmadı elbette. Deniz Gezmiş’in o günkü haykırışı bir süre saklı kaldı. Daha sonra gerçekte ne dediği ortaya çıktı. Türkiye Sosyalist Hareketi ile Kürt Özgürlük Hareketi, bu dönem boyunca yeniden şekillendi. Ama genel olarak Türkiye Sosyalist Hareketi, bir dönem Kemalizm eleştirisinden sonra yeniden Kürtlerin ayrılma hakkının sadece ve sadece birleşme yönünde kullanılmasına rıza gösterebileceğini ima etti veya açıkça ortaya koydu. Tabii bu tavır, iki hareket arasında kopuşa yol açtı. Şimdi Deniz Gezmiş’in işaret ettiği, Hikmet Kıvılcımlı’nın, enternasyonal sosyalistlerin altını çizdiği ‘iki halkın özgür birlikteliği’ süreci, karşılıklı olarak şimdi yeniden kuruluyor. Tabi 40 yıl geçti bunun bir gerçeklik kazanabilmesi için. Elbette 40 yıl insan hayatı için uzun bir takvim olabilir; ama bir toplumun hayatı için 40 yıl, ancak bir olgunlaşma süreci olabiliyor. Ben böyle bir olgunlaşma sürecinin tamamlandığını ve Türkiye’nin kendini yeniden kurma aşamasına geldiğini düşünüyorum. Bahsettiğimiz bu toplumda da bize ve bloğa çok fazla pay düşecek. Çünkü bütün bu dönemin acılarını çekerek, hissederek ve düşünerek ve yeniden kuruculuk misyonu arayarak, yaşayanlar sadece devrimciler oldular.”

‘Kürt atılımına ayak uydurmak

Kürkçü, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Toplum Tezi” ve kendisine dair yaptığı değerlendirmelere ilişkin, “Tabi ben, bunun benim için aslında bir talih değil talihsizlik olduğunu söylemeliyim” diyerek, şu açıklamayı yaptı: “Çünkü bu kadar ağır bir tarihsel yükün bir kişi tarafından yüklenilmesi söz konusu olmaz. Kendimi methetmek aklımdan bile geçmez. Tabii şöyle bir yan var, bu da bizim kuşaktan önde giden, söz sahibi konumunu muhafaza edenler arasında, bu süreci, her iki tarafı da dikkate alıp ifade eden çok az sayıda insan kaldığı için ve bunların içinden bir tanesi bu süreçte milletvekili olabileceği için Öcalan’ın vurgusu belirginlik kazanıyor. Öcalan, bize şunu hatırlatmak istiyor: ‘Eğer bir şey yapılacaksa, 1968’in, 1971’in idealleri unutularak yapılamaz.’ Ben bu ifadeleri böyle anlıyorum. Tabi ki böyle bir role giriştiğimde, bu bireysel bir rol değil, aynı zamanda sosyalistler arası bir yeniden derleniş, diriliş rolü olacak. Tabi bu rolü bir tek kişi oynayamaz. Burada söylenilen sözün şöyle yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu yeniden kuruluş, 1968’in ideallerinin, 1971 mücadelesinin, THKPC’nin, THKO’nun, TİKKO’nun başlatmış olduğu, ‘düzenden kopuş’ sürecine yaraşır olmalıdır. Ve asla ve asla eski düzenin iddiası yönünde olmamalıdır. Kürt halkının devrimci atılımına ayak uydurulmalıdır. Ben böyle anlıyorum ve elbette böyle olmalıdır. Bu konuda bir tereddüt de yok bence.”

“Çizdiğiniz bu çerçevede, PKK Lideri Öcalan’ın ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin, Deniz Gezmiş’in vasiyetini yerine getirme noktasındaki duruşunu sizden dinleyebilir miyiz? Çünkü Öcalan, ‘Ben Deniz Gezmişlerin yoldaşıyım, onların mirasını sahiplendim, takip edeceğim’ diyor” sorusuna Kürtçü, şu yanıtı verdi: “Sürecin tamamını okuduğumuzda çıkaracağımız en önemli öz, bugün vardığı politik ifadeyle Demokratik Özerklik Projesi, aslında hem farklı kimlikleri tanıma ve var etme hem de bunları birlikte sürdürme, üstelik de devrimci bir tarzda sürdürme konusunda yapılmış en önemli tekliflerden biridir. Demokratik Özerklik projesini, programını antikapitalist bir muhteva ile ifade ettiği sürece, bunu bir burjuva projesinden ayırt eden yönleri net olarak ortaya koyduğu sürece, tıpkı Deniz Gezmiş’in kendisini herhangi bir antiemperyalistten, Marksizm ve Leninizm’i ayırt ederek vurgulaması gibi, Öcalan’ın Demokratik Özerklik Projesi de kapitalizme karşı duruşuyla, aslında bu vaadi bugün bir siyasi programa kavuşturuyor. Ve ikisi de netice olarak birbiriyle de örtüşüyor. Bu açıdan Öcalan’ın dediği gibi hepimiz rolümüzü oynarsak, aslında kat edilmeyecek bir mesafe olmayacağını düşünüyorum. Gerçekten de geriye dönüp baktığımızda zaman su gibi akmış geçmiş gibi. 6 Mayıs 1972’den, 6 Mayıs 2011’e… çok da uzun bir zaman değilmiş ama aslında çok çok uzun bir zamanmış…”

Bu perspektifin sınanması gerekir

Kürkçü, Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Toplum ve Demokratik Konfederalizm’ tezlerine ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu: “Bir İngiliz Filozof David Hume, ‘Nesnenin kanıtlanması için onun sınanması gerekir’ der. Örneğin muhallebinin ispatı, onun yenebilmesidir. Yemezsen, o sadece lafta kalır. Dolayısıyla bu perspektifin sınanması da gerekir. Çünkü bir teori kendiliğinden doğru olamaz. Pratikten geçmesi lazım. Ben mütevazi bir yerden yaklaşıyorum. Benim görebildiğim kadarıyla şimdiki pratik icraatı itibariyle Kürt halkının pek çok özlemine cevap veriyor. Ve bu iki toplum arasında çatışma yaratmadan gerçekleşmeye başladı. Türkiye’de olsun Kürdistan’da olsun, insanlar mahkemelere, polise başvurmaktan kaçınır, onlar olmadan sorunlarını önce kendi aralarında çözmek ister. Bütün bunlar, geleneksel-doğal yönelişe uygun perspektifler. Karar alma süreçleri, halk meclislerine bunun dayandırılması, sosyalist geleneğin de çok eskiden beri savunduğu ve umut ettiği bir yöntem. Bölgeye her gittiğimde, aslında halkın ve siyasi hareketin kendini yönetme iradesini her geçen gün daha fazla devraldığını düşünüyorum. Tabi bu ortada bir teori ve siyaset olmadan olmazdı. O açıdan, doğrulanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, bunun geçmiş özgün haliyle sosyalist ideallerle de tamamen örtüştüğünü söylememiz lazım. Sosyalist hareketin başarmaya çalıştığı deneyim içinde bunun ipuçları vardır. Böyle baktığımız zaman pratikte ispatlanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Ama bir dizi devletler ve devletler üstü kuruluşlar tarafından kontrol altında tutulan ve şimdi bu kontrolün tartışma konusu olduğu Ortadoğu ve Avrasya’da nasıl bir sonuç vereceğini dakika olarak öngöremiyorum. Ama Türkiye’de bir çözüm pratiği olarak çok anlamlı sonuçlar verebileceğini ve vermekte olduğunu görüyorum.”

Ömer Çelik
Özgür Gündem