Öcalan’ın dediği

Öcalan, anlatısını olumsuz bir dile büründürmeksizin, yakınmaksızın, mağdur edebiyatına başvurmaksızın ve muhataplarını kendisinden daha yükseğe yerleştirmeksizin, karşıtlarını yenmediğini ama onlar tarafından yenilmediğini de bilen bir liderin vakarıyla, yeni koşullarda bütün tarafların “ortak iyiliği” için açılan kapıdan her türlü riski alarak geçme kararlılığı ve cesaretiyle dile getiriyor.

Bu söz hakkının korunabilmesi ve kullanılabilmesi, yaklaşık on yıl boyunca kesintisiz sürdürüle gelmiş mutlak tecrit kabuğunun kırılacağı koşulların olgunlaşması için hem kabuğu aşındırmayı hem zamanın getirdiği bütün kötülüklere sabır ve tahammülle göğüs germeyi gerektiriyordu.

Kürt halkının iradesi ve rızası olmaksızın olamayacağı için

Öcalan ve DEM Parti’nin görüşmesinin önüne dikilmiş engellerin sonunda bizzat bu engelleri kuranlarca kaldırılması, Kürt halkının iradesi ve rızası olmaksızın ülkeye kan dökülmeden yeni ve sağlıklı bir yön tayinin mümkün olamayacağının iktidar sahiplerince de idrak edilmesiyle -ya da idrak etmeksizin olamayacağının bir kez daha görülmesiyle- ilgili.  Bu idrakin temelinde, Kürtlerin bir yandan kendi özgül talepleri adına yol alırken öte yandan Öcalan’ın önderliğinde Türkiye’nin toplumsal ve demokratik güçleriyle stratejik ittifak halinde bir siyasal parti formunda (HDP/DEM Parti) ve bir sivil güç olarak ülke siyasal panoramasının merkezine yerleşmiş ve her şeye karşın, şöyle ya da böyle daimi bir sosyo-politik uyaran konumunda tutunmayı başarmış olması yatıyor.

Öcalan’ın değerlendirdiği yeni sosyo-politik denklem ve uygarlık krizi

Öcalan’ın 10 yıl süren tecritinin kırılmasının ardından 2013-15 çözüm ve müzakere döneminin “son heyet”i aracılığıyla DEM Parti’ye, ülkeye ve dünyaya verdiği ilk mesaj, olanca yalınlığına karşın kurgusu ve kelimelendirmesiyle birlikte, açtıkları muazzam maddi ve insani kayıplar kadar sağladıkları manevi siyasi kazanımlarla da 1970’lerden bu yana toplumsal tarihimizde derin izler bırakan sosyal ve siyasal mücadelelerin; çöken, çökertilen 2013-15 “çözüm ve müzakere” sürecinin; onu izleyen darbeler ve son on yıldır aralıksızca süre giden çöktürme harekatı ve onun siyasi ifadesi olan diktatörlük inşası süreçlerinin ve nihayet bölge ve yerküredeki çatışmalar, savaşlar, ekolojik ve ekonomik krizler ve dağılan ikinci dünya savaşı sonrası statükosunun doğurduğu güç kaymalarının eseri olan yeni sosyo-politik denklemi ve uygarlık krizini dikkatlice değerlendirdiğini işaret ediyor.

Öcalan’ın ölçüsü: “Halep oradaysa arşın burada!”

Öcalan, öncelikle sorumlu ve kendisine ve halkına güvenene bir halk önderi olarak Türkiye’yi yönetenlerin “barış”ı telaffuz eden yeni söylemlerinin içerdiği, Kürt halkının Türkiye’de -ve kaçınılmazca dört parça Kürdistan’da da- çatışmaların tarafı olmaktan çıkarak kuruluş süreçlerinin eşit haklı ortağı olabileceğine dönük imalarını kuvveden fiile çıkarmalarının önünü açıyor, onlara kefil olmuyor, ama her zamanki nezaketiyle olası muhataplarına ölçüyü gösteriyor: “Halep oradaysa arşın burada!”

Bütün toplumla eşitler arası bir müzakere

İkincisi, Öcalan 2013-15 “çözüm ve müzakere”sinin uğradığı başarısızlık ve çöküşün gerisinde yatan hâkim sınıf çürümüşlüğü ve entrikacılığını, düzenbazlık ve menfaatperestliğini, zalimliğini, kıyıcılığını hilekarlığını gözleriyle görmüş ve azabını teninde ve ruhunda hissetmiş olarak ve mevcut iktidarın 2013-15’e göre çok daha alacalı ve karmaşık çıkar ve güç kurgusunun daha da kaypak bir güzergahı ima ettiğini öngörerek yalnızca iktidar blokuyla sınırlı olmayacak, politik ve toplumsal dinamikleri tamamını kapsayan ve TBMM zeminine yerleştirilecek, kelimenin gerçek anlamıyla çok yönlü bir müzakere perspektifini öngördüğünü açıklayarak DEM Parti’ye siyaseten yön gösteriyor. Öte yandan iktidarı diğer toplumsal dinamiklerle ve kendi hareketini hepsiyle eşitleyerek eşitler arası bir müzakere kapısı açıyor.

Öcalan, bütün bunları olumsuz bir dile büründürmeksizin, yakınmaksızın, mağdur edebiyatına başvurmaksızın ve muhataplarını kendisinden daha yükseğe yerleştirmeksizin, karşıtlarını yenmediğini ama onlar tarafından yenilmediğini bilen bir liderin vakarıyla, yeni koşullarda bütün tarafların “ortak iyiliği” için açılan kapıdan her türlü riski alarak geçme kararlılığı ve cesaretiyle konuşarak anlatıyor.

“Kangreni” iyileştirmek: Acı verici, kayıplara mal olması mümkün çözüm süreçleri

Üçüncüsü, Öcalan, mesajında Gazze ve Suriye’deki yıkıcı savaşları “kangren” mecazıyla ifade ederken, çözüm süreçlerinin acı verici, kayıplara mal olması mümkün ve hatta kaçınılmaz uluslararası ilişki, iş birliği ve mücadeleleri gerektiren bir yaklaşım ve tahammülü talep ettiğine ilişkin imasıyla Türkiye’de alınacak yolun Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük hareketlerini de etkilemesinin kaçınılmazlığına işaret ediyor. Türkiye’deki olası dönüşümlerin Suriye, İran ve Irak’taki Kürtler’in gelecekleriyle yakından ilişkili olduğunu tespit ederek ülkelerdeki olası dönüşümleri bölgesel bir temel üzerinde değerlendirmeye açıyor.

Çözümü yoksulların ve ezilenlerin genel kaderine bağlayan ana halka olarak demokrasi

Dördüncüsü ve sonuncusu, Öcalan’ın “taraf” olarak, iktidarın bu görüşme sürecini açarken kurduğu söylemin içermediği bir nihai hedefe kilitlenmiş olmasıdır: “Demokratik bir dönüşüm” hedefi ve “Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devri” açıldığı tespiti, Öcalan’ın mesajını bir yanıyla ulusal bencillik ve partikülarizmin ötesine ulaştırırken öte yanıyla gerçekleşmesinin müzmin otoriterliğin son bulmasını öngerektiren mantığıyla yoksulların ve ezilenlerin genel kaderine bağlayan ana halka olarak, esasen 2013’teki mesajını tekrar etmekle kalmıyor, onu bu kez dönüşüm zincirinin merkezine yerleştiriyor.

Öcalan’ın 10 yıl sonra gelen ilk açık mesajı, böylece, 2011’den bu yana süre gelen Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi güçleriyle stratejik ortaklığı tazelerken tüm demokrasi güçlerini yeni koşullarda yeni bir yol inşası tartışmasına davet ediyor.