Nusayriler kaybederse herkes kaybeder

Suriye’nin ezilen halkları ve mezheplerinin, Kürtlerin ve Alevilerin yeni rejimde hak ettikleri özgürlük ve güvenliğe kavuşmaları da en az Kobanê’nin kurtuluşu kadar bir “iç mesele”dir. Bu meselenin çözümü, sadece Şam’ın demokratikleşmesiyle sonuçlanmayacak, Şam’a rejim ihracı ve Şam’dan İhvancılık ithali heveslerini de kursaklarda bırakacaktır.

İnsan Hakları Derneği (İHD) önceki gün yayımladığı bildiriyle, Suriye’deki iktidar değişikliğini izleyen kaotik süreçte “insan hakları ihlalleri ve özellikle yaşam hakkının ortadan kaldırılmasına yönelik ciddi boyutlara ulaşan sorunları endişeyle takip [ettiklerini]” açıkladı.

İHD’nin kaygıları ve çağrısı

Bildiride “özellikle azınlık gruplara ve Alevi halkına yönelik sistematik şiddet, yaşam hakkının ihlali, işkence, zorla alıkoyma ve konut dokunulmazlığının ihlali gibi insanlık dışı uygulamalar”a dikkat çekiliyor ve “İnsanların evlerinin zorla basılması, zorla yerinden edilmeleri, işkenceye maruz kalmaları ve alıkonulmaları gibi olaylar[ın]” sorumluluğunun Şam’da iktidarın yeni sahipleri “Heyet’ül Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve ona bağlı silahlı gruplar”da olduğu vurgulanıyordu.

“Alevi misin, değil misin?”

Geçtiğimiz hafta sonu da Hatay, Samandağ’da Türkiyeli Arap Aleviler (Nusayriler), sınırın öteki tarafında Şam, Halep, Hama ve Humus’ta Nusayriler’e karşı giderek artan ve şiddetlenen ve Şam’daki HTŞ yönetiminin “intikamcılık”ın men edildiğine yönelik söylemini tekzip eden saldırılara karşı DEM Parti Eş Başkanları Hatimoğulları ve Bakırhan’la birlikte seslerini yükselttiler.

Hatay Nusayri ileri gelenlerinden Şeyh Ahmet “Suriye’de [önceden] Alevi rejimi diye bir rejim olduğu iddiasıyla [şimdi] Aleviler katlediliyor.” dedi. Şeyh Ahmet, Esad dönemi toplumsal gerçekliğini tek cümleyle özetledi: “Suriye’de hiçbir zaman bir Alevi yönetimi olmadı. [Aleviler] Hiçbir zaman bir Esad yönetimi, [bir] kişi, bir aile yönetimi olmadı. Orada bir Baas Partisi vardı. Elli küsür sene Baas Partisi yöneti[minde] […] insanlar baskı görmüş olabilir veya bir olumsuzluk yaşamış olabilir. Ama bunları Alevilere mal etmek haksızlık olur. İşin acı tarafı Suriye’de ‘sen rejim taraftarısın veya değilsin’ veya ‘rejimden yana mısın’ denmiyor. Denen şey sosyal medyada gördüğümüz kadarıyla ‘sen Alevi misin, değil misin?’”

Bir yaşam koridoru talebi

Bir başka Nusayri ileri geleni Zülfikar Çiftçi de Suriye’de “[Aleviler] öldürülüyor, evlerine giriliyor, işkence görüyorlar. Bir soykırıma doğru evrilen bir sürecin başındayız. […] Orada bir güvenlik sorunu var. Bir açlık sorunu var. Toplumsal sıkıntılar had safhada” dedi.

Çiftçi, Nusayrilerin yaşam alanlarına “bir koridor oluştur[ulması], […] Yayladağ ‘ı sınır kapısının açılmasını” istedi. “Daha önce nasıl buraya açıldıysa bizim buraya gelmek isteyen kardeşlerimiz ya da biz oraya bir yardım göndermek istersek bunun yolunu açın. Ya da sizler yardım edin. Yardım kuruluşları yardım etsin” diyerek yetkilileri “insanlık dramını önlemeye” çağırdı.

Şam’daki askeri diktatörlüğün gücü ve sınırları

Suriye’nin, yeni adıyla Ahmet Eş-Şara’nın fiili önderliğindeki yeni rejimi, uluslararası meşruiyetini güçlendirecek bir politik konumlanış arayışı içinde Şam’daki Başkanlık Sarayı’na yerleşir yerleşmez “dinsel azınlıkların haklarına saygı gösterileceği” konusunda peş peşe güvenceler açıkladı. Ne var ki, bu güvencelerin gereği için görevlendireceği insan malzemesi, zihinleri Sünni İslam’dan gayri inanç sahiplerinin “katli vacip” olduğu doktriniyle dolu “askeri” kadrolardan ibaret. Şam’da, bir demokrasi değil “çelik çekirdeğini” İdlib’den Şam’a yürüyüşe komuta eden Askeri Operasyonlar Komutanlığı’nın oluşturduğu bir askeri diktatörlük hüküm sürüyor.

Esad muhaliflerinin içkin Alevi düşmanlığı

Bu komutanlığın, silahlarını teslim ederek uzlaşmaya gelmediklerini iddia ettiği “eski rejim” mensuplarının tasfiyesine yönelik operasyonları giderek şiddetleniyor. Şam’daki askeri diktatörlüğün ideolojik ve dinsel önyargılarla dolu hakimiyet iddiaları bir yana bırakılsa bile, operasyonların eski rejimin tabanını oluşturduğu varsayılan yaşam alanlarına yönelmesi kaçınılmaz olarak Alevi nüfusun ayaklar altına alınmasına yol açıyor. Bu operasyonlar “insan hakları eğitimi”nden geçirilmiş, “ifade özgürlüğüne saygılı” profesyonel kadrolarca değil, on bir yıl boyunca tanım gereği Alevilik ve sekülerlik ile özdeşleştirilmiş bir “düşman” parantezine alınmış Esad rejimiyle iç savaş yürüten, bir bölümünü -Hakan Fidan’ın kulakları çınlasın- Suriyeli bile olmayan dünyanın dört bir tarafından “cihad” için İdlib’e üşüşmüş kafa kesicilerin oluşturduğu “askerler” tarafından yürütülüyor. Şiddet tekelini ele geçirmiş, hiçbir yasa tarafından sınırlanmamış bu silahlı toplulukların, hiçbir itikada bağlı olmasalardı bile, “hücum” borusu çalındığında kendilerine benzemeyen herkese “düşman” muamelesi yapmaları kaçınılmazdı.

Kaldı ki, 2011’de iç savaşı tetikleyen Müslüman Kardeşler ayaklanmasının militanları sonunda El Kaide ve IŞİD’in silahlı teşkilatlarına iltica ederek askeri formasyon edinirlerken Esad rejimiyle “düşmanlaşma” motivasyonlarının mezhep karşıtlığından beslendiği bir sır değildi.

Esad’ın sınıfsal dayanağı yoksul Aleviler değil, Sünni sermye sahhipleriydi

Tarihin istihzasına bakınız ki, Esad rejiminin ve Baas partisinin egemenliğinin başlıca dayanağı, büyük çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz Alevi kitleler değil Baas’ın ballı imtiyazlarından beslenen Sünni sermaye gruplarıydı. Bu hem siyasal hem ekonomik bağlamda stratejik bir ilişkiydi. Esad ailesi, Sünni iş dünyasıyla ittifakı sürdürmek, rejime bağlılıklarını sağlamak üzere onlara ithalat-ihracat, bankacılık, emlak, inşaat ve turizm sektörlerinde pek çok imtiyazlar sunmuştu. Bu kesimler ve Sünni büyük sermaye grupları arasındaki ilişkiler Esad’ın kuzeni Rami Mahluf eliyle yürütülüyordu. İç savaşın başlamasıyla bu temelde çatlaklar oluşsa da Esad rejiminin kaymağı hep Sünni burjuvazi ve ordu ve bürokrasideki seçkinlerindi. Bugün Sünni intikamcılığın hedefi haline gelen silahsız Alevi kitleler için ise rejim, El Kaide ve IŞİD saldırılarından korunabilecekleri tek korunaktı. Bugün Esad rejiminde semirmiş Sünni büyük sermaye sahipleri hızla yeni rejime iltica ederlerken yoksul Alevi kitlelerin, yeni rejimin gitgide “Şebbihalaşan” güvenlik güçlerinin “intikam” operasyonlarının hedefi haline gelmesi iç savaşın en çapraşık  ve trajik mirası olarak beliriyor.

HTŞ altında düşünce özgürlüğü: “Nusayri katliamı” çağrısı serbest

Dahası, bunlar kendiliğinden üremiyor, arkalarında HTŞ’nin deklarasyonlarının çizdiği sınırlarda durmamaya kararlı örgütsel yapılar var. Örneğin, HTŞ’nin karmaşık iktidar bloku içindeki gruplardan “Kumat El-Harb” Telegram kanalı Esad rejimi mensuplarına getirilen affın Alevilere uygulanmaması doğrultusunda propaganda kapsamında 9 Aralık’ta “2011’den beri ulusu öldüren Alevi suçlulara ve memurlara” af veren herkesin rejimin suçlarına ortak olduğunu yazıyordu. Başka bir gönderide “Suriye halkını öldüren ve işkence eden suçlu Nusayriler yaşasın diye canımızı, toprağımızı ve en değerli, saf kanımızı feda etmedik. Hayır, Allah’a yemin olsun! Haklı [intikamımız] alınmazsa, kendimiz alırız. Nusayrilerin yanında olan baş düşmanımızdır” diyebiliyordu.

Suriye’de “ifade ve örgütlenme özgürlüğü” halen bu doğrultuda ilerliyor. Suriye Alevileri, Hristiyanlar, kadınlar ve Esad rejimine de El-Nusra ve IŞİD’e de yanaşmamış toplum kesimlerinin tehdit eden eğilimler her hangi bir engele takılmaksızın yol alırken, Suriyeli Nusayriler ve Türkiyeli Aleviler arasında kaygı ve karamsarlık giderek koyulaşıyor.

HTŞ tabanında üreyen Alevi husumetinin “siyasal Alevilik” yaftası altında ithali

Suriye İç Savaşı’nın Esad rejiminin yerini bir İslami rejime bırakarak sonuçlanmakta oluşunun Türkiye için de çapraşık sonuçları var. Suriye’de HTŞ tabanında üreyen Alevi husumeti, Türkiye iç politikasına “siyasal Alevilik” yaftalaması altında ithal ediliyor. Aleviliği bir inanç grubu olmakla kalmayarak memleketi mezhep tahakkümü altına almaya yönelik bir siyasal eylem iddiası olarak çerçevelemeye yönelik bu ithal girişiminin, esasen iktidardaki Sünni radikalizminin Esad rejiminin günahlarını bir bütün olarak Aleviliğe ve bütün ülkelerin Alevilerine bulaştırmayı, bu vesileyle Esad’ın karanlık mirasıyla haklı bir hesaplaşmayı Alevilerin hak taleplerinin bastırılmasına indirgemeyi amaçladığı aşikâr.

Şam’ın demokratikleşmesi bir “iç mesele”dir

Dünyanın neresinde olursa olsun ezilenlerin ve hakları çiğnenenlerin yanında yer almak yalnızca vicdani bir borç değil, bir siyasal gereklilik de. Türkiye’deki 2015 demokratik kabarışının kaynağı yalnızca iç dinamiklerin değiI, bir adım ötedeki Kobanê kapılarına dayanan IŞİD caniliğine direnişin doğurduğu mücadele azminin sınır tanımayan bulaşıcılığının da eseriydi.

Suriye’nin ezilen halkları ve mezheplerinin, Kürtlerin ve Alevilerin yeni rejimde hak ettikleri özgürlük ve güvenliğe kavuşmaları da en az Kobanê’nin kurtuluşu kadar bir “iç mesele”dir. Bu meselenin çözümü, sadece Şam’ın demokratikleşmesiyle sonuçlanmayacak, Şam’a rejim ihracı ve Şam’dan İhvancılık ithali heveslerini de kursaklarda bırakacaktır.

Yeni Yaşam, 9 Ocak 2025