Rejim medyasının “milli mesele” diye sunduğu ihtilafların önemli bir bölümü, Erdoğan’ın kasti kışkırtmalarından doğuyor. Ama millete “mesele” diye dayatılan “kayıkçı dövüşleri” Erdoğan için “Allahın nimeti”. Muhalefetten bu kayıkçı dövüşünü sona erdirmesini; bugün başlayan bütçe müzakerelerini çaresizlerin, yoksulların, ezilenlerin ve açların gündeminin konuşulduğu bir platforma dönüştürmesini bekliyoruz.
Bu hafta, bütçe müzakereleri sırasında Avrupa Birliği zirvesi toplanacak. 10-11 Aralık’taki zirve gündeminde Erdoğan rejimin Doğu Akdeniz’deki marifetleri var. Erdoğan’a toplumsal gündemi unutturması için altından bir fırsat. Birliğin yürütme organı olan Avrupa Birliği Konseyi Ankara’nın Kıbrıs ve Yunanistan ile ihtilaflı sularda ve Libya açıklarında donanma eşliğinde süre giden meydan okumalarını tartışıp yaptırım çağrılarını karara bağlayacak.
Bir önceki zirvede, 1 Ekim’de liderler Erdoğan’ı, Kıbrıs ve Yunanistan ile Akdeniz’de petrol arama dahil bütün anlaşmazlıkları müzakerelerle çözüme bağlamaya çağırmışlardı. Buna karşılık Ankara ile Avrupa Birliği arasında uzun zamandır çözüm bekleyen vize serbestisi ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve göçmen anlaşmasının iyileştirilmesi için hemen müzakerelere başlamayı önermişlerdi.
Ancak Erdoğan iç gündemi “milli meseleler” ile perdeleme fırsatlarını tepemezdi. İhtilaflı sularda sözüm ona petrol arayan Oruç Reis gemisini donanma eşliğinde Akdeniz’de gezdirmeye devam etti. Kıbrıs’taki işgali ebedileştirme yolundaki adımlarını hızlandırdı. Kuzey Kıbrıs seçimlerine hile ve şiddet karıştırdı. Ankara’nın ilhakçı ve sömürgeci dayatmalarına direnen, Güney ile iki bölgeli federasyon çözümünün kararlı savunucusu Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı devirmek için seçimlere hile karıştırdı. 18 Ekim’deki ikinci turda Ankara’nın Kuzeyi ilhakını savunan Ersin Tatar, kolonicilerin parayla satın alınan oylarıyla Cumhurbaşkanı yapıldı ve Erdoğan hemen Adada boy gösterdi. Kuzey’deki, Kıbrıslılar’ın Varoşa dediği, yerleşime kapalı Maraş beldesinde Güneyliler’e ait arazi ve emlaka el koyma niyetini açığa vurdu.
Avrupa Parlamentosu hemen harekete geçti. 26 Kasım’daki birleşiminde ezici bir çoğunlukla aldığı kararla, Türkiye’nin Varoşa’yı yerleşime açma girişimlerini kınadı. Ankara’yı BM gözetiminde Varoşa’yı gerçek sahiplerine iadeye çağırdı ve Adanın nüfus dengesini değiştirmeye yönelik girişimlerden geri durması konusunda uyardı.
Bunu, 2 Aralık’ta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin Osman Kavala’nın serbest bırakılması kararlarını derhal yerine getirmesi çağrısı izledi.
Ankara, kışkırtmalarının Avrupa Birliği zirvesinde dağınıklık yerine yaptırım kararlılığını artırdığını görünce bazı kozmetik adımlar atma gereği duydu. Oruç Reis limana döndü. Erdoğan “istikbal Avrupadadır” kabilinden cümleler kurdu. Muavini İbrahim Kalın’ı Avrupa başkentlerini dolaşmaya gönderdi; “Yapmayın, etmeyin işleri idare edelim” dedirtti.
Ne var ki, Erdoğan da Avrupalılar da küresel ölçekte etkili olabilecek kararlar için 20 Ocak’ta ABD’de yönetimin el değiştirmesi ertesinde dünyadaki yeni güç dengesinin şekillenmesini görmek istiyorlar. Bu Avrupa Birliği zirvesinden Fransa ve Yunanistan’ın beklediği ölçüde sert, örneğin üyelik müzakerelerinin durdurulması türünden toptancı yaptırımlar çıkması beklenmiyor. Daha çok Almanya’nın gösterdiği yönde “belirlenmiş hedeflere yönelik önlemler”in gündeme geleceği düşünülüyor.
Bununla birlikte, Erdoğan bu sefer fazla ileri gittiği, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Kıbrıs’a yönelik hasmane girişimlerde bulunduğu için yaptırım çıkacak ve hangi sertlikte olursa olsun “yaptırımlar” Erdoğan’ın canını yakacak. Çünkü simgesel bile olsa her hangi bir yaptırım beş cente muhtaç hale gelmiş olan Ankara’nın “yabancı yatırımcı çekmek” üzere giriştiği “makyaj”ın yüzünden akıvermesine neden olacak.
Dünya Bankası, yakın zamanda yayınladığı raporda Türkiye’nin “genel ekonomik tablosunu şöyle özetliyordu: “Her zamankinden daha dengesiz ve kırılgan”, “artan enflasyon ve daralan yatırımlar şirketlerin ve finans sektörünün kırılganlıklarını artırıyor”. Türk şirketleri ve mali kuruluşları önümüzdeki iki ay içinde 10 milyar dolar civarında bir dış borç taksidiyle başa çıkmak zorundalar. İşin şakaya gelir bir tarafı yok.
O yüzden Erdoğan, dişlerini gıcırdatarak alttan alırmış gibi yaparken Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Mitchell el yükseltiyor: “Elimizdeki bütün imkanları kullanmaya hazırız. Doğu Akdeniz’deki kedi fare oyunu sona ermeli.”
Avrupa ile Ankara arasındaki kontrollü gerilim büyük olasılıkla bu aşamada apansız bir kopuşla sonuçlanmayacak. Kaldı ki, bu gerilim esasen bir dış politika meselesi olmaktan çok Erdoğan’ın en değerli iç politika aleti. Rejim medyasının “milli mesele” diye sunduğu ihtilafların önemli bir bölümü, Erdoğan’ın kasti kışkırtmalarından doğuyor. Ama millete “mesele” diye dayatılan “kayıkçı dövüşleri” Erdoğan için “Allahın nimeti”.
Böylece, rejim sokak sokak dolaşıp “atılacak yemeğinizi alıyorum” diye yalvaran insanları, rızkını “çöpten çıkartmak için” birbirleriyle yarışmaya zorlanan yoksulları; çoktan emekli olduğu halde iki işte çalışan yaşlıları; okul çağında ama okulda değil tezgah başında, oto sanayide, sokakta çalışan çocukları; her şehirde her kasabada ufacık kız çocuklarına çöken eşraf ve bürokrasinin toplu tecavüz salgınını, kadın cinayetlerini; başını alıp giden COVİD 19 felaketini; Kürt kentlerinde kol gezen rejim tedhişini; dolu dizgin gelen mahşerin dört atlısını konuşmayı biraz daha ertelemiş oluyor. Nereye kadar?
Muhalefetten bu kayıkçı dövüşünü sona erdirmesini; bugün başlayan bütçe müzakerelerini çaresizlerin, yoksulların, ezilenlerin ve açların gündeminin konuşulduğu bir platforma dönüştürmesini bekliyoruz. Muhalefet AB gündeminin, yoksulların sesini bastırmasına izin vermemeli, rejimle hamaset ve boş laf yarışına kapılmamalı; halklara bu ırkçı-mezhepçi iktidarı alaşağı etmek için akıl, cesaret ve moral aşılamalı. Gerisi gelecektir.
__________________________________
Artı TV, 7 Aralık 2020
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.