“Maket uçak”?!

Diyarbakır’da uzun zamandır süre giden çatışmasızlık, art arda iki büyük patlamayla son buldu. Devlet olan biteni “açıklama”ya değil, “şüyuu vukuundan beter” diye “gizleme”ye çalışıyor. “Maket uçak” sakın HPG’nin uçurduğu bir SİHA olmasın?

Önceki gece, Diyarbakır’da uzun zamandır süre giden çatışmasızlık, art arda iki büyük patlamayla son buldu. Bir haftadır Sedat Peker videolarının ağır itibar yıkımı altındaki İçişleri Bakanı Soylu da işinin başındaki “devlet adamı” rolüyle yeniden sahne alma fırsatı buldu. “Bunlar bize vız gelir” edasıyla “Diyarbakır’da bir askeri tesise 2 maket uçakla saldırı teşebbüsünde bulunulmuş, maket uçaklar etkisiz hale getirilmiştir” diye bir tvit attı. “Herhangi bir zayiat yok”tu. Onu Diyarbakır Valisi izledi: “Söz konusu saldırı maketi düşürülmüş olup, Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığımızda herhangi bir zayiat mevcut değildir.”  Valinin işgüzarlığı Soylu’nun saldırıyı önemsizleştirme manevrasını boşa düşürdü: Hedef bir “tesis” değil, “ana jet üssü”ydü.  Öte yandan “saldırı maketi” neydi?  Nasıl ve neyle düşürülmüştü? Sözü Milli Savunma Bakanlığı (MSB) aldı: “8’inci Ana Jet Üs Komutanlığımıza […] iki maket uçakla saldırı girişiminde bulunulmuştur […] hasar ve zayiat meydana gelmemiştir.” MSB’ye göre, “saldırı girişiminde bulunan” nesneler, her ne idiyseler, “düşürülmüş” değillerdi. Üç kurumunun “resmî” açıklamalarını yan yana getirdikçe çoğalan bulanıklık aslında bir şeyi de netleştiriyor: Devlet olan biteni “açıklama”ya değil, “gizleme”ye çalışıyor. Olmayana ergi yöntemiyle, bunun eskilerin “şüyuu vukuundan beter” -söylenmesi olmuş olmasından da kötü- dedikleri durumdan doğduğunu anlayabiliriz.

“Şüyuu vukuundan beter” olanların başında üsse “saldırı teşebbüsünde bulunan” nesnenin adı geliyor. Devlet “maket uçak” diyor ama “maket uçak” eskidendi. Dijital teknolojiler öncesinde, mekanik usullerle ya da elektronik komuta cihazlarıyla uçurulan kısa menzilli, aerodinamik yapılara öyle denirdi. Artık, uçak şekli verilse bile bu tür cihazlar “drone” teknolojileriyle çalışıyor. Oyuncak olanları havada 20-30 dakika kalıp kontrol noktasından 3 km. öteye kadar gidebiliyor. En gelişmiş askeri maksatlı insansız (İHA) veya silah yüklenmiş (SİHA) hava araçları havada 24 hatta 48 saat kalabiliyor.  Öyleyse “maket uçak” diyerek saklamaya çalıştıkları şey sakın HPG’nin uçurduğu bir SİHA olmasın?

Erdoğan rejimi altında Türkiye’nin, İHA ve SİHA teknolojilerinde dünya ölçeğinde yankılar yaratan ve harp sanatında yeni bir çığırın habercisi sayılan bir sıçrama gerçekleştirdiği askerî çevrelerde genel kabul görüyor. Özellikle, Suriye, Libya ve Azerbaycan’da SİHA filolarıyla gerçekleştirilen hava akınlarında, bu ülkelerde hasım güçler karşısında büyük üstünlük sağlandığı biliniyor. Öte yandan Erdoğan rejimi bu deneyimi, “ayaklanma bastırma” stratejileri kapsamında da değerlendiriyor. Özellikle son birkaç yıldır Kürt Sorunu’na “nihai çözüm” mantığıyla, savaş uçakları ve saldırı helikopterleriyle beraber SİHA’ların da HPG ve YPG’ye yönelik olarak yaygın bir biçimde kullanılmakta olduğu bir sır değildi.  Erdoğan’ın sık sık, orayı da burayı da “başlarına çökerteceğiz”, “tepelerine bineceğiz” haykırışları eşliğinde verdiği “müjdeler”deki belagat payı düşülünce altından damadının ürettiği SİHA’lardan başka bir şey çıkmıyordu. SİHA’lar “çözüm süreci”nin sonlandırıldığı Ocak 2015’ten bu yana, Erdoğan, askerî danışmanları ve akıldanelerinin en güvendikleri silahlarıydı. “Kürt Sorunu”nu askeri terimler içine sıkıştırarak bir güvenlik meselesine indirgeme stratejisine karşı direnişi üç ülkede -Türkiye, Irak ve Suriye (Kuzey, Batı ve Güney Kürdistan’da) eş zamanlı sürdürdükleri kıyıcı ve aralıksız SİHA saldırılarıyla ezebileceklerine inanmışlardı.

Ne var ki, son bir yılda direnişin ezilmekten çok sertleşmekte olduğu Garê’deki son “operasyon” ile ortaya çıktı. Bu operasyondaki maksat -PKK’nin elindeki devlet görevlilerini kurtarmak- ile sonuç -görevlilerin göz göre göre öldürülmesine neden olmak- arasındaki yıkıcı çelişme, toplumda bu stratejinin akıl dışılığına ilişkin olarak da yaygın bir kuşku bulutu doğurdu. Tam bu anda Diyarbakır, 8. Ana Jet Üssü’ne bu saldırılara karşılık iki SİHA yönlendirilmiş olması olasılığı, “nihai çözüm” stratejisi açısından gerçekten “şüyuu vukuundan beter.”  Devletin, bu olasılığın “yok canım” demekle ortadan kalkmayacağını görüyor ve seziyor olsa da “psikolojik harekât” icabınca bunu telaffuz etmekten kaçınması anlaşılabilir. Bununla birlikte rejimin siyasi miyopluğu ve Kürtlere yönelik kibri dolayısıyla olan biteni okumakta zorlanıyor olması da pekâlâ mümkün.

Oysa, “tarihin eşitsiz ve bileşik gelişme yasası” ışığında bakıldığında, devletin “Kürt Sorunu”nda izlediği siyasî ve askerî stratejilerin kaçınılmaz bir biçimde isyancıları kendi SİHA’larını yapmaya yöneltmiş olması da güçlü bir olasılık olarak görünüyor.  Bu yasallık çerçevesinde, insanlık tarihinin çok eski ve çok yeni çağlarına ve evrelerine özgü kültürel pratikler, kurumlar, gelenekler ve yaşam tarzlarının bir ardışıklık izlemesi gerekmeden bir tek toplum içinde bütünleşmesi, birleşmesi ve üst üste binmesi mümkün. Toplumlar aynı yollardan, aynı gelişme aşamalarından geçmeksizin, dünya uygarlığı ölçeğinde en son teknolojilerin biçimlendirdiği yaşam ve mücadele pratiklerine ayak uydurabilirler.  Zaten, öyle olmasa, Türkiye, tarihin belli bir anında, örneğin SİHA üretme ve savaş sanatına uygulamakta apansız Avrupa, ABD ve Rusya’nın önüne geçebilir miydi?

Aynı şekilde, Kürt isyanının, bir bütün olarak insanlık tarihinin, bilimin ve askeri teknolojilerin uluslararası sonuç ve ürünlerini kendisine mal etmiş olması olasılığı da şaşırtıcı sayılmamalı. Üstelik bunca siyasi ve askeri baskı altında ama bunca uluslararası iletişim ve dayanışma eşliğinde bu gelişmenin çok hızlı bir biçimde gerçekleşmesi de yeterince mantıklı.

Ne var ki, bu gelişmeler, bir yandan rejimin açmazlarını sergilerken öte yandan hem Kürtler hem Türkiye adına savaşa değil, barışa asılmak için çok daha büyük ve geçerli gerekçelerle birlikte çıkageliyor. Çünkü, bu “şüyuu beter olan” şey gerçekse; aslında çok daha fazla hayat tehlike altında demektir. Ölümün değil, yaşamın ve barışın önünü açmak gerekir.
_______________________________
Yeni Yaşam, 19 Mayıs 2021