Lunaparktan çıkma zamanı

Kaos umutsuzluk ve yönsüzlükten doğar. Bu akıbetten kaçınmak isteyen politik güçlerin sorumluluğu, halka değişimin gerçek bir imkan olduğunu deneyimleyebileceği umut ve toplumsal hareketliliğinin simbiyotik birliğinin kapılarını açmak üzere birbirlerine ve halka yaklaşmalarındadır.

Son beş yıldır Türkiye’de siyasal hayatın temposu bir lunaparkın inişli-çıkışlı raylarında yol alan hız trenini gitgide daha çok andırıyor.

İktidar bloku ekonomik krizin bunaltığı kitlelerin alternatif arayışlarının basıncını “beka” supapından geçirip hile-hurda, şiddet, tehdit, vaat, para basma, din, iman, mezhep gerilimleriyle hafifletip çıkışa geçen hız treniyle yeniden iktidara yükseldikten bir yıl sonra, bu kez karşı koyamayacağı bir düşüşle girdiği yerel seçimlerden tarihsel yenilgilerle ayrılıyor ve yerel yönetim kalelerini ana muhalefete kaptırıyor. Tren yeniden yükselmeden önceki düzlükte yavaşlarken, iktidar bloku önüne attığı “anayasa” yemiyle muhalefetin dikkatlerini iktidarın fethi konusundan uzaklaştırıyor.

2019 ve 2023 seçimlerinin boşa çıkan vaadi

Muhalefet gömüldüğü yerel yönetimlerde bir sonraki yükselişe hazırlandığını hayal ederken iktidar bloku, trenin yeni iniş-çıkış döngüsüne yeni “beka” argümanlarıyla giriyor. Yoksulluktan ve baskıdan bunalan kitlelerin basıncını dağıtıp muhafazakar seçmenleri kendi vagonunun arkasına dizmek üzere tren bir kez daha hile-hurda, şiddet, tehdit, vaat, para basma, din, iman, mezhep gerilimleriyle bir kez daha iktidarı yukarı taşıyor. Ancak temel dinamikler değişmeden kaldığından bir yıl sonraki yerel seçimlere giden kaçınılmaz düşüşte kitlelerin momentum kazanan gecikmiş tepkileri bu kez daha çok metropol belediyesininin iktidarın elinden çıkmasıyla sonuçlanıyor. İnilen düzlükte muhalefeti iktidarın yeni yemleme hamleleri bekliyor. Yeni oyalanma dönemine muhalefet kollarını açarak atılıyor. Bir kez daha, iktidarın değişmeyen “yeni anayasa” yemi, bir kez daha “aynı gemideyiz” hikayeleri…

2018 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimleri, onları izleyen 2023 genel seçimleri ve 2024 yerel seçimlerinin iniş-çıkışlarına baktığımızda son beş-altı yılın iktidar-muhalefet ilişkisinin genel hatlarıyla bir lunapark treni gibi seyrettiği duygusunun tamamen uydurma olduğunu kim söyleyebilir?

Muhalefetin, 2019 seçimleri sonrasında Erdoğan rejiminin aldığı ağır darbenin yol açtığı bariz sendelemenin üzerine gitmemesinin gerekçesi “yerel yönetimlerde güçlenmek” diye anlatılıyordu: “Yerel yönetimlerde güçlenilsin ki, bir iktidar alternatifinin mevcut olduğu topluma gösterilsin.”

“Millet İttifakı”nın kırılıganlıkları ve iç tutarsızlıkları “iktidar alternatifi”nin rejimin hile hurdasıyla başa çıkmasının önünde bir yapısal engel halini aldı. Ancak büyük kentlerin ve Kürdistan’ın dinmeyen öfkesi 2024 yerel seçimlerinde iktidara ikinci ağır darbeyi indirdi. Ne var ki, ayakları birbirine dolaşan rejimin üzerine gitmemek için bu kez de gerekçe hazırdı: Memleketin “normalleşme”ye ihtiyacı vardı. Hem, erken seçim için zorlamak için erkendi de. Çünkü muhalefetin yerine alışması gerekiyordu ve Özgür Özel AKP’li “amcalar teyzeler”den yerel seçim için oy istemişti, bunu erken seçimi zorlamak  için kullanırsa ayıp olurdu.

Halkın hayatından çalınan zaman

Bu sayede, iktidar bloku kendisi için altın değerindeki zamanı, halkın hayatından çalarken, muhalefetin önüne bir kez daha “yeni anayasa” yemini koydu. “Sokak hayvanları katliamı” hedefi arkasına dizdiği saflarını pekiştirdikten sonra Meclis’i kapatıp, Kürtleri hedef alan saldırılarla DEM Parti’yi savunmaya zorlarken, en iyi bildiği şeyi yapıyor; ana muhalefeti dilsizleştirip toplumsal muhalefeti etnik temeller üzerinde ortadan yarıyordu.

Benzetmeler siyasal söylemde karmaşık gibi görünen süreçleri bilinen işleyişlerle ilişkilendirerek anlamak ve anlatmakta kolaylıklar sağlar ama bir yere kadar. Elbette yalnızca biteviye iniş-çıkışlardan oluşan sonsuz bir siyasal gelgitle karşı karşıya değiliz. İktidar ve ana muhalefetin “normalleşme” gösterilerine, Ankara kulislerinde yankılananlara ve yeni dönemin kendine özgülüklerine bir arada baktığımızda gözümüzün önünde beliren tablo, dağılmış “Millet İttifakı”nın merkezi gücüyle, iktidar blokunun başı arasında toplumla paylaşılmayan gerekçeler etrafında örtük bir mutabakat arayışının müzakere edilmekte olduğudur.

Uğursuz ‘Büyük Koalisyon’

Bu köşeden daha önce de ifade edilmiş olduğu gibi, bu sonuç esasen hiç kast edilmiş olmasa bile, muhalefetin 31 Mart’ta bilfiil “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin yıkılması için halktan aldığı vekalete rağmen vermekte olduğu mevcut rejimle zımnen anlaşmışlık görüntüsü, öfkeli ve kararlı halk topluluklarının muazzam enerjisini “çürümüş bir uzlaşma”ya feda etmiş, çökmekte olan otokrasiye hayat öpücüğü vermiş ve müesses nizamın uğursuz bir “Büyük Koalisyon”la devamının önünü açmış olacaktır.

Ana muhalefetin zımni “Büyük Koalisyon” yoklamalarını, cepheden muhalefetin bir  “kaos”la sonuçlanması olasılığına işaret ederek mazur göstere geldiği herkesin bildiği bir sır. Gerçi giderek dengesini yitirmekte olan bir rejim altında bunun tamamen olasılık dışı olduğuna kimseler teminat vermez. Ancak, üçüncü kutbun kendi yolunu çizmesinin otomatik olarak kaotik sonuçlar vereceği vehmi halk iradesinin siyasal süreçlerin oluşumundaki belirleyici rolünün ister istemez inkarı anlamına gelecektir. Oysa böyle bir irade olmaksızın bir iktidar değişikliği hayal bile edilemez.

Kaos umutsuzluk ve yönsüzlükten doğar

Yalnızca, sokak hayvanlarının katli esasına dayalı olarak TBMM’ye getirilen yasa teklifinin TBMM’den çıkıncaya kadar kendi eliyle önüne dizmek zorunda bırakıldığı engellerin şekilleniş süreci dahi siyasette imkanların dinamik karakterini anlamak açısından uygulamalı bir örnek sunuyor. Arkalarındaki fiili yığınak ne kadar dar olsa da tabandan sağlam politik ve ahlaki temeller üzerinde yükselen toplumsal itirazların, sebat, ısrar ve iradi faaliyetle politik muhalefetin sınırlarını tamamen barışçı yollardan genişletip nasıl gerçek bir sosyal muhalefet gücü oluşturabildiğine hep birlikte tanık olduk. Üstelik bu itirazların yalnızca muhalefetin toplam gücünü harekete geçirmekle kalmadığını, ikitdar cephesini de yardığını deneyimledik. Bu başarının maddi güvencesi, tek başına TBMM’deki muhalefet vekilleri değildi. Onları da ileri iten, yaşam savuncularının toplumsal varlığının görünür hale gelmesi, mücadele halindeki insanların her türlü riski göze alarak kendilerini parlamento dışından sürece dayatmaları ve argümanlarını toplumsallaştırmalarıydı. TBMM’nin kapıları halka boşuna kapatılmadı. Erdoğan yasama süreci devam ederken TBMM kapılarına çok sınırlı güçle de olsa dayanan yaşam savunucularına küfür cephaneliğini boşuna yağdırmadı.

Üçüncü kutup, toplumun bütün ezilen, dışlanan, ihmal edilen, sömürülen, yok sayılan kesimlerinin itirazlarının, öfkelerinin, dayanışmalarının, mücadelelerinin cebirsel toplamıdır. Bu güçlerin itiraz ve direnişleri ve değişim iradesi siyasetin onları hesaba katıp katmadığından bağımsız olarak tabanda sürüp giden mücadelelerin maddesini oluşturuyor. Hiçbir dinamiği azımsamaksızın bu toplamı ortaya çıkartacak ve onların faaliyetini siyasete tercüme edecek bir toplumsal ve ekolojik ittifak -işte 31 Mart sonrası yıkılan güç dengesini değişim iradesi istikametinde sevk edecek olan tılsım buradadır. Bu irade ne kadar derine inerse umut ve başarı olasılığı o kadar yüksek olacaktır. Kaos umutsuzluk ve yönsüzlükten doğar. Bu akıbetten kaçınmak isteyen politik güçlerin sorumluluğu, halka değişimin gerçek bir imkan olduğunu deneyimleyebileceği umut ve toplumsal hareketliliğinin simbiyotik birliğinin kapılarını açmak üzere birbirlerine ve halka yaklaşmalarındadır.

___________________________________
Yeni Yaşam, 8 Ağustos 2024