“İstanbul’un en kalabalık seçim çalışmasını ben yapıyorum” diyor Sırrı Süreyya. Zira Şişli’deki irtibat bürosunun açılışına 1-2 bin halk, 6-7 bin polis ve 2 helikopter katılmış. “Polisi ve bir helikopteri anladım da ikincisi neden üzerimizde geziyordu onu anlamadım. Benim diğer adaylardan farkım ne?” diye soruyor İstanbul 2. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı. Bilmezlikten değil; çoktan bir alışkanlık haline getirilmiş bir tutumu ısrarla eleştirmek, deşifre etmek için sarf ediyor bu sözleri.
Meclis, grubu olmasına rağmen seçim yardımı yapmadığı BDP’nin hakkını BDP adına helikoptere, polis iaşesine, gaz bombasına falan yatırırken; birbiri ardına zeka dolu espriler patlatmak, sakin sakin masallar anlatmayı sürdürmek, ama ile de kahkaha atmaktan imtina etmemek ancak Sırrı Süreyya’nın yapabileceği bir iş olabilirdi.
Sırrı Süreyya Önder, sohbet ettiğimiz neşeli sabahın gecesi televizyonda kurulmuş bir Halk Meclisi karşısındaydı. Halk içinde etkili neredeyse bütün gerici eğilimleri barındıran programda Sırrı Süreyya, aslanların önüne parçalanması için atılmış bir gladyatörü andırıyor. Pekçoğunun ağızlarından salyalar akıyordu ve biri bırakıp diğeri devralıyordu sorguyu… Önder, benzer bir atmosferi 12 Eylül’de falan yaşamış olabilir. Ben yerinde olsam önce hangisine “dalardım” diye düşünüyor en çok hak edeni seçmekte güçlük çekiyordum. Velhasıl ellerinden geleni yaptılar… fakat kızdıramadılar, bağırtamadılar, kendilerine benzetemediler adamcağızı… Bunu yapamadıkları gibi en Şahin Ablaya “Sizi çok önemsiyorum çünkü sizin kaygılarınız giderilmeden barış sağlanamaz” demedi mi! Pes valla…
Oysa “Sırrı Süreyya senin oyunu istemiyor” deyip işin içinden çıkabilirdi. Barışın, barışı istemeyenlerin kazanılmasıyla mümkün olduğuna içtenlikle inanan, yani barışın sırrına ermiş bu Komageneli halk adamını Meclise yollamak, Şahin Abla için olmasa da torunu için çok manidar olabilir. Yanılıyor muyum?
Neden Adıyamanlıların, Adıyamanlılıkları özellikle vurguludur? Neredeyse sinemacılığın kadar bilinen bir şey bu…
Muhtemelen diyalekt çok farklıdır diğer tüm bölge illerinden. Adıyamanlılar da bunu kolay kolay tasfiye edemezler. Diyarbakırlıyla, Urfalıyı, Dersimliyle Ağrılıyı falan çok fark etmeyebilir insan ama Adıyaman aksanı girince işin içine, kendini bağırıyor demek ki… Ben sadece bir Mamak anımı anlatayım…
Cezaevindesin?
Hee… Askerlerin kimliğini gizleme anlamında önemli çaba sarf edilir ve bu konuda bize baskı uygulanırdı. Yüzlerine bakmamak, tavana ya da yere bakmak şeklinde. Bir işkenceci çavuş vardı, ben konuşmasından neredeyse köyüne kadar tahmin ettim ve doğru çıktı. (Gülüyor)
Demek gizli görevde Adıyamanlı almamak lazım!
Kesinlikle (Gülüyor). Herhalde bundan olsa gerek… Yoksa benim özel olarak Adıyamanlı olmama vurgu yapmak gibi bir derdim yok. “Nerelisiniz?” sorusunu da çok sıkıntılı bulurum. Adıyaman kozmopolit bir yerdi. Türkmen bir nüfus var, bir de Kürt nüfus. Ermeni, Süryani nüfus malum sebeplerden epey azalmıştır; ama onlar da bu aksanda konuşur. Feriköy Kilisesinde bir film gösterimi vardı geçenlerde, Tuzla Yetimhanesi ile ilgili, oraya gelsen, benim gibi konuşan bir ton insan görürdün mesela. (Gülüyor)
‘Beynelmilel’, ‘Taş Yok Mu Taş?’ (Sırrı Süreyya Önder’in kısa filmi) da Adıyamanlılığı ele veriyor olabilir…
Ee Adıyaman hikayesi ikisi de. Bütün o toplumsal mücadelenin en yüksek olduğu zamanlarda bile Adıyaman’da garip bir sükunet havası hüküm sürdü. İnsanların çoğu birbirlerine hısım, akrabadır. BDP’li bir arkadaş anlattı; polis Newroz kalabalığına saldırmaya başlayınca, MHP il binasından inip polisle kalabalığın arasına geçen insanlar olmuş. Yani böyle bir hali var Adıyaman’ın. Barışa daha düşkün bir millettir. Biraz genetik bir miras bile denebilir. Komagene Uygarlığı yeryüzünde savaşmadan kurulmuş ve bir savaşla dağılmamış nadir uygarlıklardan birisidir. Nev-i şahsına münhasır bir yerdir Adıyaman.
Kürt zannedilmenin hikayesi de bu oluyor di mi? Çünkü has Kürt’ten daha Kürt bir aksanın var.
Valla ben o sorunun çözümünü şöyle buldum: Kürt sorunu çözülene kadar Kürt’üm.
Adıyaman’dan girmişken, nasıl bir dünyaya doğdun abi?
Adıyaman’ın şehir merkezinde doğdum. Kentin en yoksul ailelerinden birinin çocuğuydum. Babam neredeyse kentin iki üç sosyalistinden birisiydi. Türkiye İşçi Partisinin (TİP) Adıyaman il kurucusu, başkanı, 65-69’da milletvekili adayı. TİP’in her şeyi işte… Geri kalanlar da babamın akrabaları falan. Çoğunun TİP’te görevli olduğundan haberi bile yoktur. (Gülüyor) Biri sonradan öğrendiğinden 2-3 kere hacca gitmişti: “Eyvah komünist mi oldum?” diye. Babam önce berberlik yapıyordu, sonra dava vekilliği (arzuhalci) yapmaya başladı, ben sekiz yaşındayken öldü.
Senin sosyalist olma nedenin nedir peki, peder mi?
Pederin mirası çok önemli. Daha sonra amcalarım da öğretmen hareketi içinde etkili yer aldılar. Ailede iklim böyleydi. Fakat dayım Adıyaman’ın yine fazlaca olmayan Nur Şakirtlerindendi. Böyle olunca da yoğun bir çift yönlü okuma şansı oldu. Babam öldükten sonra epey sıkıntılı günler geçirdik. Babamın kitapları ben 12-13 yaşımdayken ortaya çıktı ondan sonra sosyalist oluverdim.
Said-i Nursi’yi bir tarafa, sosyalizmi bir tarafa koyup tartıp biçtin mi yani?
Çocuk aklıyla böyle bir şeyler olmuyor ama tabii ki; sosyalist külliyat bir anda sizi avucuna alıverir. Buna hakikatin gücü diyebiliriz.
PAVYONDA SAZ ÇALARAK KAMUFLE OLDUM
Küçük yaşlardan beri türlü işlerde çalıştığını biliyoruz. Neler yaptın?
7-8 yaşımdan beri aşağı yukarı hiç çalışmadığım zamanı hatırlamıyorum. Fotoğrafçıya çırak olarak girmiştim. Ortaokula geldiğimde artık kalfalık yapıyordum.
Fotoğrafçılık sinemacılıkta işe yaradı mı?
Tabii. Ben ilk kadraj bilgimi ustamdan aldım. Fotoğrafçılık sadece stüdyo çekimi değildi, düğünler, değişik toplantılar… Fotoğrafçılıkta kavradığım ilk şey ışık meselesiydi. Ben rötuşa başladığımda kaymak gibi yapmayı bir hüner sanırdım. Ustam bilge bir adamdı: “Yeryüzünde her cismin bir gölgesi olur” derdi. (Gülüyor) Tabii ki sinemada çok faydasını gördüm ama fotoğrafçılığım beni sinemaya itmedi. 15 yaşımda marley işçiliği yaptım, pavyonda saz çalıyordum geceleri, özellikle 12 Eylülden sonra aranmaya başladığımda pavyon önemli bir kamuflaj alanı oldu bizim için, çünkü polis oralara pek bakmıyordu.
Üniversitede?
Üniversitedeyken de çalışmaya devam ediyordum çünkü eve de ben bakıyordum. Siyasal bilgilere girdiğimde örgütlü bir yapının içerisindeydim. Okula çok az gittim. Daha çok mahalli bölgelerde ve gecekondularda sosyalist faaliyet yürütüyordum. Okula sınavdan sınava gidiyordum ama hiç kalmadan geçtim. Çünkü siyasal bilgiler müfredatı birkaç teknik dersi çıkarırsan bizim ders verebilecek kadar okuma yaptığımız bir müfredattı.
KAYBEDECEK ZİNCİRİMİZ BİLE YOKTU
Genç yaşlarda defalarca gözaltına alınıyorsun… Kasaba gibi bir kentte “Sırrı gitti, Sırrı geldi.” nasıl karşılanıyordu?
Bütün kent haberdar olurdu. Ben hiçbir zaman “elalem ne der”i veri olarak kabul etmedim çünkü dibin dibinde yaşıyorsun. “Ulan bundan da kötü olamayız” şartlarındasın. Zincirimiz bile yoktu kaybedecek! (Gülüyor)
Bir de sendikacılık dönemin olmuş.
16 yaşında sıtmayla mücadelede mevsimlik işçi olarak çalışıyordum.
Lise falan mı?
Evet, zaten fotoğrafçılıktan ayrıldım oraya girdim. CHP hükümeti zamanında işe alındık, Milliyetçi Cephe hükümeti kurulunca bizi -o zaman işten atma o kadar kolay değildi- Adıyaman’ın Gerger denilen en ücra yerine gönderdiler, gidemeyeceğimizi varsayarak. Gittik ama gözaltını bahane ederek çıkışımı verdiler oradan. Ondan sonra da araba lastik tamirci dükkanı açtım. O sene siyasalı kazandım ve dükkanı kardeşime bırakıp gittim.
Kürt meselesinin bağrında doğduğun gibi emek meselesiyle de çok genç yaşta tanışıyorsun…
Valla sınıfsal bir perspektif kazanmam, bundan bir tık öncesine rastlar. Üzerimdeki emeğini unutamayacağım bir şey var. Yeraltı Maden-İş eğitim broşürleri hazırlamış. İşçiyi baz alan ve ülkede ne kadar sorun ve kavram varsa basit dille fakat çok etkili anlatan bir broşür dizisiydi. Anadolu ayaklanmalarından, artı değere uzanan bir genişlikteydi kapsamı. O kadar ustaca ve doğru kotarılmıştı ki insanın aklına doğru sorular takıyordu. O soruları kimisi takip ederdi, kimisi etmezdi; ben takibi seçtim.
BARIŞ SİNEMADAN ÖNEMLİDİR
Neyin hatırına, iddiasına sinemadan uzak kalmak pahasına milletvekili olma sorumluluğunun altına girdin abi?
Emek güçleri, özgürlükten, demokrasiden, emekten ve bütün bunların bir üst başlığı olarak barıştan yana olan insanlar, ilk defa bu kadar geniş ve bu kadar yüksek bir coşku ve inançla yan yana durmaya karar verdiler bir. İkincisi bu, ilk defa, bir seçim ittifakı olmanın ötesinde hedefleri olan bir yapılanma oldu. Yani bir stratejik ortaklığa yöneldi. Bu ikisi olduğu zaman bu yapılanmaya omuz vermemek, bundan geri durmak çok vahim bir kaytarma olur diye düşünüyorum. Bununla beraber sayabileceğimiz başka şeyler de var; yeni bir anayasa hazırlanacak. Derde derman diye dayadıkları anayasa üç ay geçmeden bütün dikişlerini patlattı. Bu yeni anayasa yapılırken orada çok daha güçlü bulunmanın ve bunu halklara iyi anlatmanın özel bir önem taşıdığını düşünüyorum. En önemlisi bu kirli savaş haline son vermek. Bu meseleler sinemadan çok daha önemlidir.
Kürt meselesinde öyle bir noktaya gelindi ki; en fanatik insanın bile savaşın neden sürdüğü sorusunu bir çırpıda yanıtlayabileceklerini sanmıyorum. Belki hiçbir dönem bu kadar manasızlaşmamıştı sürmesi…
Egemenlerin özellikle tam da böyle bir noktaya itmek istedikleri bir olgudan bahsediyoruz. Çünkü savaşın Türkiye’de bütün halkların komple imha, inkar ve asimilasyon üçgenine mahkum edildiğini halk her dem hatırlarsa bu iyi bir şey olmaz. Onun için unutturuyorlar, onun için bu meseleyi günlük kodlarla sürdürmeye çalışıyorlar. Bize düşen bu hafıza imhasının önüne geçmektir. Bu meselenin niye böyle olduğunu sıklıkla vurgulamak ve çözüm bulabilmek için hep burayı işaret etmek en öncelikli işimiz. Meseleyi bağlamından koparmak ve sonuçları günlük sıkıntılar üzerinden konuşmak bu ülkede egemenlerin yaptığı en iyi şey. Dolayısıyla da çözüm önerileri de böyle oluyor bunların zaten. Esas yapısal olarak sorun orada bütün cesametiyle duruyor ama günlük yaşam kodlarındaki birtakım uzantılarla boğuşuluyor.
GEÇİCİ BİR BULUŞMA DEĞİL BİZİMKİSİ
Neredeyse herkesin büyük sevgisini kazanmış bir adaysın. Nedir bunun nedeni?
Bana sevgi yöneltenlerle hep yan yanaydık, geçici bir buluşma değil bizimkisi… Yan yana durmuş olmak ve bu duruşu ısrarla korumuş olmak; nedeni başka ne olabilir ki! Sevgi gösterisi yanında gaz bombası benzeri değişik bir ilgi biçimiyle de karşılanıyorsunuz. “Ağız tadıyla bir seçim çalışması yaptırmıyorlar” dediğin oluyor mu? Tam da kendilerinden bekleneni, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Bu ülkede yoksulların yanında duran insanlara hayatın tüm alanlarında ve tüm zamanlarında ne yapıyordularsa yine onu yapıyorlar. Bize düşen bunların gerçek yüzünün halk tarafından daha görünür olmasını sağlamak. İnsanlar patır kütür kimyasal silahlarla imha edilirken, bizim burada “ağız tadıyla” kampanya talebimiz hayatla örtüşmez. Bu anlamda kişisel bir yakınma içinde değilim.
RAHATI YERİNDE OLAN SANATI SİYASETTEN AYIRIR
Bizim memlekette sanatçının siyasetle ilgilenmesi pek makbul değildir. Ne işi var sinemacının Mecliste diye sorarlar adama…
Aslında onlar sanatçıya “Ne işin var siyasette?” sorusuyla başlıyorlar. Dolayısıyla bunun toptan bir reddidir, benim daha Meclis filan gündeme gelmeden önceki duruşum. “Ne işin var siyasette?” dedikleri de aslında “Yoksulların yanında ne işin var?”dır. Çünkü iyi kötü sanat insana biraz daha başka konforlar, bilinirlikler sunar. “Eee bunu niye fakir fukaraya tahsis edeceksin?” gibi bir anlayış var. Bu anlayışın beslendiği yer, bu anlayışı öne sürenlerin rahatsız olmaması. Öyledir ya, hiç kimse bunu dert etmese, dert etmemek bir sorun olmaz, yaşar gidersiniz topluca. Ama biri bir şey söylediğinde birden bire kralın çıplak olduğu ortaya çıkar. Sinema alanında tek değilim. Politik üretim yapan, yoksulların, emeğin yanında duran birçok arkadaşımız var. Zaten “Ben geleyim de illa Meclis’te siyaset yapayım” gibi bir noktada değildim. Üzerinde ortaklaşılan insanlardan birisiydim. Bu anlamda bu bir görev gibi.
BAĞIMSIZIZ AMA DERBEDER DEĞİLİZ
Basın senin adaylığını “Meclise renk getirecek” şeklinde duyurdu. Böyle bir hedefin var mı?
Valla ben böyle bir pigment muamelesini baştan reddediyorum. Oraya halkın, halkların, özgürlüğün savunuculuğunu yapmaya gidiyorum. Meclis çok ruhsuz ve ağır bir yer olduğu için, biraz benim üslubum da mizahtan beslenen bir üslup olduğu için, insanlar hep bu kodlama merakıyla bir yere oturtmaya çalışıyor olabilir. Biz bağımsızız ama derbeder değiliz, bir manifestomuz var. Bu bir grup yapılanmasına dönüşecek ve oradaki iş bölümü, görev ve sorumluluk kavramı nasıl olursa biz de ona uygun davranacağız.
BİZE 11 EYLÜL 12 EYLÜLDEN FARKLI DEĞİLDİ
Filmlerinde 80’de bile gülünecek hikayeler bulup çıkartabilmiş olman ‘80 darbesinin sen de büyük bir travma yaratmadığını düşündürttü bana…
Elbette etkilendim fakat belki biz 12 Eylül koşullarını çok erken yaşamaya başladığımız için fazladan bir travmaya dönüşmedi bende. Zaten 11 Eylülde de benzer koşullarda yaşıyorduk.
Bu Kürt coğrafyasında olmanla mı ilgili?
Yoo… Sosyalistlik başka bir tutum ve etik meselesi, bir yaşam biçimidir ya… Zaten bu yaşam biçimi insana öyle büyük konforlar vaat etmez. Ama bir onur bahşeder ve bundan daha kıymetli ne vardır ki? Bir başkasının derdiyle dertlenmek, sadece dünyanın merkezine kendini koymamak… Bunlar güzel şeyler.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.