Kürkçü: “Direne Direne 12 Haziran’a Varacağız”

Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun Mersin bağımsız milletvekili adayı Ertuğrul Kürkçü’yle, tek bir dakikanın bile boş geçmediği bir günün akşamında Güneş Mahallesi’nde konuştuk.

Kürkçü, yürüttükleri seçim çalışmalarıyla ilgili izlenimlerini, nasıl bir yol izlediklerini, BDP dışındaki Blok bileşenlerinin durumunu, emekçileri ve sendikaları anlattı; yoğunlaşan gözaltılar ve baskıların yarattığı gerilimle ilgili düşüncelerini paylaştı.

– Bundan önceki seçimleri, sosyalist partilerin yürüttüğü seçim çalışmalarını düşündüğünde, şu anda Mersin’de Emek Demokrasi Özgürlük Bloku tarafından yürütülen çalışmalar kadar emek verilen bir çalışma hatırlıyor musun?

Hatırlamıyorum. Ben de görüyorum, herkes de görüyor. Burada başka bir şey oluyor. Bir halk hareketi seçimin içinden geçiyor. Seçim kampanyasından çok başka bir şey. Burada mahallelere giren, kampanyanın inşasına giren insanlar bunu çok iyi görüyorlar. Böyle bir seçim çalışması hiç olmadı. Belki 70’lerin sonuna doğru, 12 Eylül gelirken kimi illerimizde, ilçelerimizde böyle şeyler olmuştur. Ama memleket çapında böyle bir dalgayla hiç karşılaştığımızı düşünmüyorum. Benim için yepyeni ve öğretici oluyor. Benim açımdan yepyeni ve öğretici olan bir başka şey, bu halk hareketinin müttefikine karşı davranışı; kendinin bir parçası kılması, kendiyle beraber yükseltmesi, hatta aslında iltimas geçmesi. Ben bunu sadece buradaki kampanyada değil, her yerde gördüğümüzü düşünüyorum. Tabii İstanbul’da ve başka yerlerde ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, ama çok köklü ve içten gelen bir davranış olduğu için, her yerde sonuçları benzerdir diye düşünüyorum.

– Blok içindeki diğer örgütler, BDP dışındaki örgütler açısından durum ne?

Şurası açık ki bu kampanyayı aynı biçimde kentin batısında sürdürmeye olanak yok, çünkü orada böyle bir hareket yok. Fakat orada da insanlar kendilerini ruhen tutan bağlardan çözülüyorlar. Geleneksel olarak oy verdikleri partilere oy vermemeyi düşünüyorlar. Dün Alevi kültür merkezinde bir karı koca yanıma geldi. Çok genç ve çok hoş insanlardı. Erkek dedi ki, “Biz eşimle bir anlaşamaya varamadık. Kaderlerimizi ayrı ayrı tayin edeceğiz. Ben CHP yöneticisiyim, CHP’ye vereceğim, ama kalbim sizinle. Eşim ise size oy verecek, hiç benim partimle ilgilenmiyor.” Fiziksel ve sosyal zorlama dolayısıyla kabarmış, bir hareket yoksa bile, ruhen bir kopuş gözlemliyorum ve bunu çok önemsiyorum. Bu bana çok önemli geliyor. İnsanlar bir bağımsız adaya oy vermeyi haysiyet meselesi haline getirmiş gibi gözüküyorlar.

– Türkiye’de kişiliği ezilmeye çalışılan, yok sayılan, baskı altında tutulan iki büyük toplumsal grup olduğu söylenebilir aslında: Kürtler ve ücretli çalışan emekçiler. Emekçiler buna karşı fazla direnemiyor, Kürtler ise direniyor. Kürtlerin direnişinin emekçiler açısından bir ilham olabileceğini düşünüyor musun?

Belki burada problematiği şöyle değiştirebiliriz. Vasıfsız işlerde çalışan emekçilerin büyük çoğunluğu Kürtler. Kürt mücadelesindeki deneyimleri, işçi mücadelesine tercüme ediyorlar zaten. Fakat tabii sadece Kürtler değil, burada bir işçi mücadelesi geleneği de var tabii. Serbest Bölge’de gerçekleştirilen Novamed direnişini hatırlarsın. Onların içinde Kürt olanlar da vardı, olmayan da vardı. Ama buradaki asıl büyük işçi kitlesi, ben öyle görüyorum ki, hem örgütsüz, hem de mücadeleyi çok fazla sürdürecek gelenekten yoksun. Topluluk halinde yaşamak Kürtlerin direnişine büyük bir güç kazandırıyor. Ben, yürütülen kentsel dönüşüm projelerinin bu topluluk halinde yaşama gerçeğiyle ilişkili olduğunu hissediyorum. İşçiler sigortasız ve güvencesiz çalışma nedeniyle ve bir topluluk oluşturamadıkları için daha çok direnemiyorlar.

– Sendikalara baktığımızda, Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim çalışmalarına verilen destek açısından, Genel-İş dışında sendika pek görülmüyor.

Sendikalar daha çok apolitik veya sistem içi, ulusalcı partilerin kuşatması altında. Sendikal mücadeleyle politik mücadele arasında bir Çin Seddi yok. DİSK yöneticileri pekala işçileri CHP’yi desteklemeye davet edebiliyor. Fakat işçiler genellikle sendikasız. Sendikalı olanlar çok küçük bir azınlık. Ama sendikaları ziyaret edeceğiz. Serbest Bölge’deki işçilerle temas edeceğiz. Herkesle konuşacağız. Ben işçiler arasından hatırı sayılır bir destek alacağımızı düşünüyorum.

– Seçim çalışmaları için nasıl bir program yapıldı? Nasıl bir yol izleniyor?

Barış ve Demokrasi Partisi buradaki kampanyanın merkezi gücü. Ama burada bizim başka politik hareketlerle de çalışmalarımız var. Hepsinin bir araya gelerek paylaştığı görüş şudur: Kampanyayı esasen bire bir temas üzerine kuruyoruz. İnsanlarla konuşmak, evlerinde, mahallelerinde, işyerlerinde onlarla temas kurmak çok önemli ve bunun hakikaten karşılığı var. Buraya özellikle göçle gelen Kürt seçmene odaklanmayı merkeze alan bir yaklaşım söz konusu. Ama bu, şehrin batısını ihmal eden bir yaklaşım hiç değil. Tam tersi. Biz kampanyanın ikinci yarısında esasen o tarafa yöneleceğiz. Emekçilerle, işçilerle, aydınlarla, beyaz yakalılarla, öğrencilerle, üniversite personeliyle yakın bir çalışma yürüteceğiz. Orada, heyecanlardan ziyade düşüncelerin paylaşıldığı, fikirler üzerine kurulu bir süreç izleyeceğiz. Mersin’in dışındaki ilçelere de gideceğiz. Sonuçta kampanya, farklı seçmen özelliklerine uygun olarak sürdürülecek. Kitle iletişim araçlarını tabii kullanıyoruz. Yerel radyolarda söyleşiler yapıyoruz, afişler yapıştırıyoruz. Ama bana sorarsanız bunlar seçmen davranışında yüzde 5 oranında etkili oluyor. Geri kalanların hepsi yüz yüze temasların sonucu. Bir de şunu eklemem lazım. Yüksek Seçim Kurulu’nun vetosu sırasında, tüm Türkiye’de olduğu gibi Mersin’de de hem halkın vicdanı, hem de demokratik vicdan ayaklandığı için pek çok tabu parçalandı ve çok hızlı bir iletişim kurduk. Şehri baştan başa kat eden protesto yürüyüşü çok fazla insanı etkiledi. Diğer partilerin tabanlarında da, yönetimlerinde de esasen bu tepkinin saygı uyandırdığını görüyorum. Şimdilik düşmanca bir davranışla karşılaşmıyoruz. Ama pis dedikodular, fısıltı gazetesi de bir yandan çalışıyor. Etnik köken üzerine, dini inanç üzerine, fantastik komplo teorileri üzerine… Ama bunların etkisinin, bunları çıkartanların kendi çevresinde döndüğünü düşünüyoruz.

– 28 Nisan tarihli MGK toplantısı açıklamasında, “terörü besleyen ortamın tavsiyesi”, “insan hakları kisvesi altında gerçekleştirilmeye çalışılan ve halkın birliğini hedef alan girişimlerle mücadele” gibi ifadeler var. Seçimlere doğru giderken operasyonlar, gözaltılar yoğunlaşıyor. Seçim sürecinde gerilimin artacağını düşünüyor musun?

Burada hedef esasen Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun kampanyasını insansızlaştırmak, militansızlaştırmak. Fakat tabii bunun da bazı sınırları var. İnsanlar bunlara da çok reaksiyon gösteriyor. Bence direne direne 12 Haziran gününe varacağız.

Şahin Artan
binaet