Kızıldere’yi Meclis’e taşımak…

Bundan dört yıl önce, öğleden sonra bir yaz günüydü. Baba oğul bizim Celal Başlangıç’ın bürosundan çıkmış, Taksim’e doğru yürüyorduk. Sağ tarafımıza düşen kafe de Ertuğrul Kürkçü ve iki yol arkadaşı oturuyordu. Selamlaştık. O an aklıma gelen bir davranışla babama ‘gel seni Ertuğrul Kürkçü ile tanıştırayım’ dedim. Ertuğrul’un oturduğu masaya yönelmiştik ki henüz Ertuğrul’u babama göstermeye zaman bulamamıştım, babam eliyle bulmuş gibi yanına gitti, ayağa kalkan Ertuğrul’u alnından şefkatle öperken ona ‘oğlum, ben senin acılarını hissediyorum…’ dedikten sonra  bana döndü ve derinlerime hitap eden bir ses tonuyla ‘Kızıldere ateşinden sağ çıkan tek insan bu, Kızıldere’nin ve Mahir’in mirası, bu insana sahip çıkın, heder etmeyin..’ dedi ve ben peşinde çarçabuk kafeden ayrıldık.

Ortada tuhaf bir durum vardı. Babama sordum, bu ne işti? Kendisiyle Mahir’i, Deniz’i,İbrahim’i çok konuşmuştuk ama Ertuğrul’u hiç konuşmamıştık. Tanımazdı da. Oturduk sohbetini yaptık. Onun gibiler için Kızıldere kutsal bir mekandı. Can bedeli Kardeşliğin, yiğitliğin, eşitliğin, özgürlüğün kutsal mekanı. Orada günümüzün Bedreddinlerinin, Pir Sultanlarının, Hallaçlarının suretleri  katledilmişti. Katledilen bir halkın geleceğiydi orada. Babamın Ertuğrul’un suretinde gördüğü bu gibi değerlerdi. Dogmatik/materyalist solcunun ‘sağ kaldı’ vesair nedenlerle neredeyse hain ilan ettiği Ertuğrul’un halktan bilge bir insanın belleğindeki derin anlamı buralarda bir yerde yatıyordu. Bu Ertuğrul Kürkçü’den, hatta kendisinin kendisine bakış açısından da öte bir şeydi.

Siz bu yazıyı okurken ben Ertuğrul Kürkçü’nün seçim kampanyasında olacağım. Anlaşılacağı üzere babamın görüşlerine çok değer veririm. Bunda elbette babam olmasının payı var, ama tek başına bu değil, babam gerçek bir alevi bilgesi ve bilgini. Kendisi için yaşamayan ‘yap, kimse bilmesin, sen bil yeter’ cinsinden gerçek bir zamane dervişi. Ertuğrul’un kampanyasında bulunmak ve ona destek vermek benim için böylesine değerli bir babanın nasihati. Sağlık sorunlarını geçelim. Gitmeyip de ne yapacağım ?

Ertuğrul Kürkçü’nün yanında olmanın başka manaları da var. Onun yol arkadaşı ve Türkiye devriminin öncülerinden Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan’la birlikte kuşatıldıkları evde 1 Haziran 1972’de katledilmişlerdi. Hüseyin Cevahir’in ‘nasıl bir Cevahir’ olduğunun  pek bilinmemesi tarihi bir haksızlıktır.

Hatırlatalım: Hani ‘Kürt sorununu bilimsel açıdan, gerçek yurtseverlik açısından ortaya koymak zorundayız. Bir Kürt halkı var. Bu halkın Türk halkı gibi çözümlenmemiş binlerce sorunu ortada duruyor. Kürt sorunu ancak devrimci yoldan çözüme bağlanabilir. Bu devrimci iktidar uğruna kürt ve Türk devrimciler, bütün yurtseverler omuz omuza çalışmalıdırlar’ diyen Hüseyin Cevahir’in.

‘Ben Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesine inanan bir Kürt Marksist- Leninistiyim’ diyen Hüseyin Cevahir’in.

Mahir Çayan’ın Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi’nin Kürdistan sorumlusu Dersimli Kürt Hüseyin Cevahir’in.

Onca toplumsal hareketlilik ve çatışma içinde sanat ve edebiyat üzerine düşünen ve yazan, Küba devrimi üzerine yazan, en önemlisi de Ortadoğu halklarının ortak hareketini ve kurtuluşunu hedefleyen ‘Ortadoğu devrimci çemberi’ fikrini ortaya atan enternasyonalist Hüseyin Cevahir’in…

Kürt devrimci hareketinin, bir yanıyla onların izlerini takip ederek bugünlere geldiği biçimindeki bir tespit ne kadar doğruyu ifade ediyorsa, Ertuğrul Kürkçü ile beraber yürümesi o kadar rastlantı değildir.

Onları özlemle andığımız bugünlerde, Ertuğrul Kürkçü’yü Meclis’e taşımak, onun suretinde yıllar ve yıllar sonra Kızıldere’yi Meclis’e taşımaktır.

Celalettin CAN

http://www.ozgur-gundem.com/index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=12988&haberBaslik=K%C4%B1z%C4%B1ldere%27yi%20Meclis%27e%20ta%C5%9F%C4%B1mak…&categoryName=&authorName=%20&categoryID=&authorID=