Kılıçdaroğlu, “kaldırın dokunulmazlığımı” çıkışından sonra, Anayasa Komisyonu önündeki “fezlekeler”in Genel Kurul’a indirilmesi baskıları karşısında diktatörlük partilerine hangi ahlaki ve siyasi argümanla direnebilirdi?
Geçtiğimiz hafta TBMM’ye dokunulmazlıklarının kaldırılması talebiyle 21 milletvekili için fezleke sunuldu. 15’i HDP milletvekilleri, diğerleri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve DBP Genel Başkanı Saliha Aydeniz ile İYİ Parti, TİP ve DP’den birer milletvekili içind
En son 26 Şubat’ta açıklandığına göre, TBMM’ye yeni yasama döneminde 195 milletvekili hakkında 1336 dokunulmazlık dosyası sevk edilmişti. Son fezlekelerle birlikte, toplam fezleke sayısı 1357’ye çıktı. 970’i 59 HDP milletvekili içindi. CHP’li 97 milletvekilinin ise 246 fezlekesi vardı. Özetle, diktatörlük her üç milletvekilinden birini hapse atma peşinde.
Fezleke, Arapça’dan alınma bir hukuk pratiği terimi: Bir kişi hakkındaki soruşturma dosyasının özeti demek. “TBMM’ye gelen fezlekeler” ise bir iktidar pratiği. Bunlar polisin muhalefet milletvekillerine karşı raporlarından ibaret. Yüzde 99’u vekillerin siyasal temsil görevleri sırasında Meclis dışında yaptıkları konuşmalarla ilgili. Uygulama şöyle oluyor: Süleyman Soylu’nun hafiyeleri muhalefet milletvekillerinin siyasi çalışmalarını 7 gün 24 saat takip ediyorlar. Hitler Almanyası’ndaki gibi “Benim yerimde Reis olsa nasıl karar verirdi?” diye düşünerek vekilleri gammazlıyorlar. Bunlar adliyeye ulaşır ulaşmaz şıp diye Savcılık soruşturması haline geliyor. Çünkü Savcılar da kendilerine soruyor: “Benim yerimde Reis olsa ne karar verirdi” diye. Hafiyelerin gammazlamaları, bir anda “adli işlem” oluyor. Haydi oradan Adalet Bakanlığına. Oradan TBMM’ye… derken AKP grubu ellerini ovuşturmaya başlıyor. Muhalefetin minik ortağına da “kalite kontrol” vazifesi çıkıyor. Bayan Akşener “İYİ Parti, Türk yargısının hazırladığı fezlekeye bakar” diyor. “Gereği neyse onu yapar.” Bravo! CHP Grup Başkan Vekili Engin Özkoç ise TBMM’ye gelen fezlekelerle ilgili basın toplantısında “Milletin sesi olan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasını bugünkü aşamada doğru bulmuyoruz.” dedi. Doğrusunu yaptı.
Ancak yeni dalgayla 15 HDP milletvekili yanında kendisine karşı da bir fezleke sunulmuş olan ana muhalefet partisi başkanı Özkoç gibi konuşmadı. “Dokunulmazlıklar” bahsinde genel muhalefetin ve onları TBMM’ye gönderen halkın hukukunu tok sesle savunması beklenirdi. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun “fezleke”ye yanıtı akıl almaz bir siyasal bencilliğin yanı sıra, esasen istediği bütün kozları iktidarın eline bir çırpıda sunan bir gaflet örneği olarak siyasal tarihe geçti.
Kılıçdaroğlu diktatörlüğün karşısına bir halk adamı, bir demokrasi savunucusu, çoğul ve çok kimlikli toplumsal mücadelelerin bir tarafı olarak çıkmadı. Rejimin hedef aldığı bütün öznelerin üzerinde yükselen bir “dava adamı” olarak konuşmadı. Erdoğan’ın, gerçekte bir karşılığı olmayan kurmaca simetriği konuşuyordu. Temsil ettiği, binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca mağduruyla Türkiye’yi bir baştan öbürüne kat eden, çok özneli, çok kimlikli, rengarenk toplumsal mücadelelerin bileşkesi değildi. Kendisi diye bir şey olabilirmiş gibi kendisi ve ailesi adına, Erdoğan’ın kendisine karşı konuşuyordu. Bir tek kez olsun “biz” demedi: Sen ve ben… Ben ve sen… Ben, ben, ben…
Konuşmasının, asıl felaket olan siyasi mesajı olmasa bu amatörce, demode belagat bir halkla ilişkiler felaketi olarak bir yana bırakılabilirdi. Kılıçdaroğlu bunca böbürlenme arasında siyaseten Erdoğan’ın duymak istediği tek şeyi söylemeyi başardı: “Durma, hemen kaldıralım dokunulmazlığımı, birlikte yapalım.” CHP Genel Başkanı, bu içi boş kahramanlık edebiyatı eşliğinde partisini bir kez daha 20 Mayıs 2016’da HDP’ye karşı “dokunulmazlık” darbesindeki mevziye çektiğinin farkında olmayabilir miydi? 2016’da “Anayasaya aykırı ama, evet” diyerek açtığı kapıdan içeri giren diktatörlüğün o gün olduğu gibi bugün de asıl hedefinin HDP olduğunu idrak etmiyor olabilir miydi? Kılıçdaroğlu, bu çıkışından sonra, Anayasa Komisyonu önündeki “fezlekeler”in Genel Kurul’a indirilmesi baskıları karşısında diktatörlük partilerine hangi ahlaki ve siyasi argümanla direnebilirdi?
Bir kez daha altını çizmek isterim. Dokunulmazlık, milletvekillerinin şahsına tanınmış bir imtiyaz değildir. Dokunulmazlığın amacı milletvekillerinin halktan aldıkları yasama yetkisini istedikleri her zaman kullanmalarını sağlamaktır. Milletvekillerinin iktidar tarafından bir suç soruşturması bahanesiyle tutulmalarını, mahkemeler tarafından tutuklanmalarını önlemek içindir. Anayasa hukukunda kabul gören en özlü ifadesiyle yasama dokunulmazlığının amacı şudur: Milletvekillerinin iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfi, zamansız ve esassız ceza kovuşturmalarıyla, geçici bir süre için de olsa, yasama çalışmalarından alıkonulmasını önlemek.
Diktatörlük Meclis’e yağdırdığı “dokunulmazlık” fezlekeleriyle HDP’yi ve genel muhalefeti yolunun üstünden kaldırmaktan başka hiçbir amacı olmadığını hiçbir şekilde saklamıyorsa, ana muhalefet liderine ne düşer: Haydi “kaldır dokunulmazlığımı” diyerek efelenmek mi, yoksa demokrasiden kalan son kalıntılara yönelik bu saldırının bütün muhataplarıyla bir ortak direniş hattı kurmak mı?
Gerçek bir güç muhasebesi, Kılıçdaroğlu’nun tutumunun bırakalım ortak direnişi, aslında şahsi bir “efelenme” bile olmadığını apaçık ortaya koyuyor: Ana muhalefet lideri koruyucu kalkanını, çatışmaya bile girmeden diktatöre teslim ederken tumturaklı haykırışlar eşliğinde kılıcını da hasmına armağan ediyor. Bu hakikaten Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki bir koz paylaşımından ibaret olsaydı “kendi bileceği şey denebilirdi” belki. Ama, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının Millet İttifakı’nda ve diktatörlük cephesinde kalıcı etkileri ve imaları olacak.
Kılıçdaroğlu, bu çıkışıyla diktatörlüğe, asıl hedefi, darbesinin asıl doğrultusu olan HDP milletvekillerinin dokunulmazlık dosyalarına giden yolda “sarı ışık” yaktığının idrakinde değilse, CHP seçmeni ve demokratik kamuoyu ona bunu işitebileceği şekilde hatırlatmalı.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.