Ertuğrul Kürkçü, TBMM Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerine görüşmelerde: “Bakanlığınızın sunuşuna baktığım zaman bir Sağlık Bakanlığından çok bir hastaneler bakanlığı gibi gözüküyor ki, bence başarılı bir sağlık siyaseti hastaneleri en sona koyan ve hastanelere odaklanmayan, tam tersine birinci basamak önleyici sağlık hizmetlerine, aile hekimliğine, iş yeri hekimliğine, toplumsal hekimlik alanlarına kaynak ayıran bir Bakanlık stratejisi, bence bizim en çok üzerinde durmamız gereken meseledir.” dedi.
Sayın Başkan, sevgili arkadaşlar; ben Sağlık Bakanlığı bütçesine yönelik ya da Sağlık Bakanlığının sağlığa yaklaşımına yönelik olarak grubumuz adına yapılan konuşmayı tekrar etmeyeceğim fakat -ben Genel Kurulda da görevli olduğum için, gidip geldiğim sıralarda kaçırmışsam eğer bilmiyorum ama -buradaki bütün sunumlar sırasında iki noktanın gözden kaçtığını düşündüm, onlar üzerinde durmak istiyorum.
Birincisi, meslek hastalıkları, işçi sağlığı ve iş yeri sağlığı meselesi ne sunuşta yer alıyor ne de üzerinde yeterince duruldu. Siz bir hekim olarak ve Bakanlığınızın bütün profesyonelleri burada çok iyi biliyor olmalısınız ki aslında sonuçta hastanelerde ya da tedavi kurumlarında biten bütün süreçler daha çok iş yerlerinde, sokakta ve evde başlayan süreçler. Bu açıdan özellikle meslek hastalıkları büyük çoğunluğu ölümcül sonuçlara ve ömür boyu süren rahatsızlıklara yol açtığı için işçilerin, çalışanların en önemli sağlık sorunudur. Bir hastanede sonuçlanmadan önce sağlıklı kabul edilen herkes aslında uzayan bir hastalanma sürecinin bir evresinde yaşamaktadır. Doğrusunu isterseniz bugün burada çalışanlar da, bürolarda çalışanlar da genel olarak örneğin madenlerde çalışmaya göre ya da kot taşlama işinde çalışanlara göre daha avantajlı sanıyorlar kendilerini ama hepiniz biliyorsunuz, büro işçilerinin en çok maruz kaldıkları rahatsızlıklar, eklem rahatsızlıkları, bel rahatsızlıkları, boyun rahatsızlıkları ve bunların hepsi kendi iyi sanarken oluyor. Şimdi, bütün bu meslek hastalıklarına yönelik olarak Bakanlığın sunuşunda ve tedbirleri arasında herhangi bir kalemin olmaması, buna özgülenmiş, buna tahsis edilmiş bir iş planı, bir bütçe kalemi olmaması beni doğrusu şaşırttı. Çünkü dediğim gibi hekimler, bunu hepsi çok daha iyi biliyorlar ve Türk Tabipleri Birliği bununla yıllardır uğraşıyor, üyelerinin hepsini bu bakımdan bilgiyle donatmaya çalışıyor fakat bunun ele alınmamış olması çok büyük bir eksiklik olarak bana doğrusu göründü.
Bunun büyük ölçüde sağlık rejimine genel yaklaşımla ilgisi olduğu kanısındayım. Ben daha önceki İbrahim arkadaşımızın sunuşunu birkaç cümleyle tekrar pahasına şunu söylemek istiyorum: İyi olmak, sağlıklı olmak meselesi görünür bir hastalıkla bir hastaneye müracaat etmemiş olmaya tekabül etmiyor. O açıdan çalıştığımız, yaşadığımız ortamlarda çevre, ekoloji koşullarından başlayarak örneğin havada kabul edilebilir orandan fazla karbondioksit ya da karbonmonoksit olması herkes için bir hastalık nedeni, bir iyilik nedeni değil. Evet, denebilir ki: Bu doğrudan doğruya Sağlık Bakanlığının alanına girmez ama öte yandan bütün sonuçları itibarıyla girdiğine göre bunu başladığı yerde yakalamak konusunda Sağlık Bakanlığının bir stratejisi olması gerekir veya ruh sağlığı ile beden sağlığı arasındaki ilişki bakımından bütün rahatsızlanan, beyin ya da kalp rahatsızlığı geçiren ya da başka rahatsızlıklar geçiren insanlara bütün doktorların, hekimlerin ilk tavsiyesi stresten uzak yaşamasıdır; oysa bu bir hamala yükten uzak yaşamayı tavsiye etmek gibi. Bütün bu koşullar demek ki Sağlık Bakanlığımızın sonuca değil, sebebe odaklı çalışmasını ön gerektirir ama bunun için de tabii ki sağlığın kâr eksenli değil, kamu hizmeti eksenli ele alınması gerekirdi. Üzülerek söyleyeceğim -yani burada ben tabii, sizin mesleki geçmişinizi o kadar iyi bilmiyorum ama herkesin size yaklaşımından gördüğüm, bir hekim olarak saygı görüyorsunuz, ben de bunu sizden esirgeyecek değili- ancak ben Bakanlığınızın sunuşuna baktığım zaman bir Sağlık Bakanlığından çok bir hastaneler bakanlığı gibi gözüküyor ki, bence başarılı bir sağlık siyaseti hastaneleri en sona koyan ve hastanelere odaklanmayan, tam tersine birinci basamak önleyici sağlık hizmetlerine, aile hekimliğine, iş yeri hekimliğine, toplumsal hekimlik alanlarına kaynak ayıran bir Bakanlık stratejisi, bence bizim en çok üzerinde durmamız gereken meseledir. Evet, yığılmış meseleler vardır, on yıllar boyunca özellikle hastanelere başvuranların gerekli kalitede sağlık hizmeti alamamış olmalarının yarattığı bir baskı vardır. Ancak buna rağmen neredeyse işte on beş yılı geçen bir Hükûmet pratiği döneminde toplumsal sağlık hizmetlerine, halk sağlığına gerekli kaynağın ayrılmamış olması, bunun aslında bir konsept olarak bile Bakanlık sunuşunun içerisine girmemiş olması, işçiler, kamu emekçileri, sokakta çalışanlar, tehlikeli işlerde çalışanlar bakımından -ki bunlar Türkiye’de işçi sınıfının çok geniş bir çoğunluğunu oluşturuyor bedenleriyle çalışanlar. Eski tabirde, bilirsiniz, işçilere “zahmetkeş” denirdi. Belki “işçi” demekten daha çok şey anlatıyormuş şimdi düşününce- zahmetkeşlerin çektiği bu zahmetler sırasında bedensel ve ruhsal olarak karşı karşıya kaldıkları risk ve sorunları ortadan kaldıracak bir hekimlik yaklaşımı merkezde değilse… Evet, sonuçta belki bu can acıtıcı olabilir ama Sağlık Bakanlığı sonuçta hastalık üreten bir bakanlık gibi de görünebilir çünkü piramit benim gördüğüm kadarıyla ters duruyor. En çok kaynak ayırmamız gereken yerde en az kaynak, kaynakları seyreltmemiz gereken yerde ise muazzam bir kaynak aktarımı var. Bunun tersine çevrilmesi de bizim siyasetimiz… Umarım, hiç değilse orta vadede gene de bu eleştiri bunun değişmesi için, toplum sağlığı, işçi sağlığı açısından, insanlar hastalanmadan önce onları sağlıklı kılabilecek ortamlar için bir fayda sağlar.
Teşekkür ederim.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.