ABD’nin “uzun savaş”ı arkasında hizaya giren “İmparatorluk” seçkinleri yeni hukukun temelinin BM Şartına değil NATO sözleşmesine dayandırılmasında mutabık kalmış görünüyorlar. Tek tek üye ülkeler ne derse desin, “İmparatorluk”un görünmeyen eli, Türkiye’yi mazlumlara karşı himayeye devam ediyor; yeter ki Ankara “uzun savaş”ta İran’ın değil NATO’nun yanında yer alsın.
Sözde “ateşkes”e karşın Suriye’nin kuzeyinde işgal, çatışmalar, göçler, sivil ölümler sürüyor. Şam yönetimine eleştirel tutumuyla bilinen Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) 300 bin insanın evlerini terke mecbur kaldıklarını, TSK ve Selefi çetelerin 130 sivili öldürdüklerini, SDF’nin Türkiye’ye yönelik bombalamalarında da 20 sivilin hayatını kaybettiğini bildiriyor. Selefi sürüleri TSK koruması altında Serekanîye ve Tel Abdyad’da katliam, yağma ve tecavüze devam ederken direniş de durmuyor.
9 Ekim’de başlayan savaşın ardından Fransa, Almanya, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İtalya silah satışlarını durdurdular. 14 Ekim’de de AB’ye üye ülkelerin tamamı resmi bir ambargo ilan etmemekle birlikte Türkiye’ye silah sevkiyatını askıya aldı. ABD Kongresi bakan ve yüksek devlet görevlilerinin ülkeye girişlerini yasakladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Avrupa Birliği ve ABD Temsilciler Meclisi ender görülen bir ortak açıklamayla harekâtı “bir askeri saldırganlık ve uluslararası hukuk ihlâli” olarak kınadı. Arap Birliği ülkeleri Ankara’yı “istila ve işgal” ile suçladı. Çin ve Hindistan Türkiye’yi derhal istilayı durdurmaya çağırdı. NATO Savunma Bakanları’nın 24 Ekim’deki toplantısında da Türkiye, özellikle IŞİD ile mücadeleyi zaafa uğrattığı için ağır bir biçimde eleştirildi.
Kürdistan Kızılayı Türkiye’yi sivil halka karşı beyaz fosfor bombası kullanmakla suçladı. Türkiye dahil 193 ülkenin üyesi olduğu Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) suçlamalarla ilgili bilgi toplamaya devam ettiğini açıkladı. Uluslararası Af Örgütü, çetelerin “insan hayatına hayasızca kast ettikleri”ni ve “toplu katliamlara giriştikleri”ni açıkladı. ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey, Senato’da “Türkiye destekli çetelerin savaş suçları işlediklerini” ve bu çeteleri “tehlikeli, hatta aşırı dinci” olarak gördüklerini söyledi. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Rupert Colville de, Hevrin Xelef cinayetiyle ilgili olarak “Türkiye’nin kendisine bağlı silahlı grupların işledikleri suçlardan devlet olarak sorumlu tutulacağını” açıkladı.
Kirli çamaşırlar dağlar gibi yığılırken BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg hızır gibi Erdoğan’ın imdadına koştular. Gutteres, Erdoğan’la görüştükten sonra süregiden işgal, katliamlar, savaş ve insanlık suçlarından tek kelimeyle söz etmezken Ankara’nın işgal altındaki topraklara “mülteci taşıma ve yerleştirme projelerinin değerlendirileceğine söz verdi.” Stoltenberg de, Savunma Bakanları toplantısı sonrasında “bir yere gitmiyoruz NATO’nun merkezindeyiz” teminatı veren Akar’a karşı boş olmadığını gösterdi: “Türkiye’nin IŞİD ile mücadelede önemli bir müttefik olduğu”, “halifeliğin bertaraf edilmesine hayati katkılarda bulunduğu” fantezilerini resmi görüş haline getirdi ve eleştirileri “başka hiçbir müttefik sayıları 3,6 milyona varan mülteciyi barındırmıyor ve başka hiçbir müttefik Türkiye kadar terörist saldırıya maruz kalmadı.” diyerek göğüsledi. Ardından OPCW de, “Beyaz fosfor kimyasal silah değildir” diyerek bu konuda araştırma yapmayacağını duyurdu.
Antonio Negri, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından zuhur eden yeni uluslararası düzeni “İmparatorluk” olarak adlandırmış ve “ulus-devletlerin askeri, kültürel ve siyasal egemenliklerini kıtalar ve uluslararası emperyalist hiyerarşi çerçevesinde ‘İmparatorluk’un merkezi güçlerine devretmekte oldukları”na dikkat çekmişti. Negri sürecin, temelini ABD Anayasası ve BM Şartı’nın oluşturduğu “yeni bir hukuk” ile taçlanacağını öngörmüştü.
NATO ve BM Genel Sekreterlerinin takındıkları tutuma bakınca Negri’nin öngörüsünün bir kurmacadan ibaret kalmadığını söyleyebiliriz. Şu farkla: ABD’nin “uzun savaş”ı arkasında hizaya giren “İmparatorluk” seçkinleri yeni hukukun temelinin BM Şartına değil NATO sözleşmesine dayandırılmasında mutabık kalmış görünüyorlar. Tek tek üye ülkeler ne derse desin, “İmparatorluk”un görünmeyen eli, Türkiye’yi mazlumlara karşı himayeye devam ediyor; yeter ki Ankara “uzun savaş”ta İran’ın değil NATO’nun yanında yer alsın.
____________________________________
Yeni Yaşam Gazetesi, 7 Kasım 2019
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.