Ertuğrul Kürkçü’nün avukatı aracılığıyla, Bay Altaylı’ya, Habertürk Gazetesi ve internet sitesine gönderdiği cevap metnini yayınlıyoruz: “Sizi tanıyorum, onlarla, Kızıldere’de, Ziverbey’de, Selimiye’de, Mamak’ta gördüklerimle aynı familyadansınız, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi hissediyor, bitirici darbeyi vurduğunuzu sandığınızda da onlar gibi geriniyorsunuz: ‘Tamam mı koçum!’ Bu da, kod adınızın “Siyah” olduğunu açıklayan Mehmet Eymür’e, bunu yazan Ergun Babahan’a ve Fehmi Koru/ Taha Kıvanç’a neden yanıt veremediğinizi açıklıyor.”
Her sözünüzü geri alacaksınız…
Bay Altaylı,
17 Eylül’de yayınlanan yazınız bir cevabı hak ediyor. Tutturduğunuz diskura eşlik etmek epeyce güç. Gene de çaba göstereceğim.
İddianıza göre “Ertuğrul Kürkçü demiş ki, ‘Fatih Altaylı’ya verilen liste doğruymuş. Tutuklamalar başladı’ ” (http://tinyurl.com/64w9yrc). Velev ki dedim, bu ne bana ne başkasına “satılmışlar”, “şerefsizler” diye saldırma hakkını size vermez. Bu sözlerinizi geri alacaksınız.
Sütununuzda 16 Ağustos’ta şunu yazdınız:
“Öncelikle herkesin bahsettiği 800 ila 1400 kişi arasında değişen bir “tutuklama” listesi var (…) BDP’li siyasetçiler ve hatta yemin etmeyen milletvekilleri de listede… Örgütün sözcülüğüne soyunan bazı gazetecilerin de tutuklanacaklar arasında yer aldığı söyleniyor… Listenin 1400 kişiye kadar uzandığı dedikoduları konuşuluyor… Bu işin yargı boyutu” (http://tinyurl.com/6yhec27).
BDP’nin Adana ve Mersin il örgütü üyeleri Eylül’de peşpeşe tutuklanınca sizin Ağustos’ta verdiğiniz “BDP’li siyasetçiler tutuklanacak” haberinin akla gelmesinden doğal ne olabilirdi? Mersin milletvekili olarak görüşümü soran gazeteciye şunu dedim: “Fatih Altaylı aracılığı ile bize iletilen 1400 kişilik listenin kimlerden oluştuğunu bu operasyonlarla anlamaya başladık” (http://tinyurl.com/6jb4o5m).
Bu haberi bize, okurlara siz iletmediniz mi? Bu habere benim dışımda ve benden önce yüzlerce kez atıfta bulunulmadı mı? Ben doğrusu devletin size bir liste verdiğini ima bile etmiş değildim, bir bildiğiniz var sanıyordum. Ama yokmuş! Bunu “bir Kürt’ten” duymuşsunuz. Bir Eskimo’dan duymuş olsanız ne olur. Başka bir kaynaktan doğrulatmadan bir “rivayeti” haber diye dünyaya duyurmuşsunuz. Kötü gazetecilik yapmışsınız… Daha kötüsü, bir darbe girişiminden farksız bir tasavvuru, seçilmiş milletvekillerini tutuklama heveslerini başbakanın “kararlılık” gösterisi diye övmüşsünüz, ona tutuklama yetkisi tanıyıp adına “yargı” demişsiniz! Kötü gazetecilik ister istemez kötü siyasetle akrabalık kuruyor.
Benimki haberinize nesnel ve herhangi bir ima yüklü olmayan bir atıftı. Ama madem açtınız ve bu vesileyle haber kaynağınızı ifşa ettiniz, sorunun yeridir: Bilgi kaynağı, benim de tanıdığımı ileri sürdüğünüz bir Kürt olan bir haberin başlığı “Başbakan Karar Verdi Bir Kere” mi olurdu? Foyanız ortaya çıkarılınca başlığı, kurgusu, örgüsü ve içeriğiyle Başbakan Erdoğan’a övgüler dizen bir haberin kaynağı diye şimdi “meçhul” bir Kürdü ileri sürmeniz sizi kurtarmaz. Kötü gazetecilikte endaze bir kez kaçınca nerede durulacağı kestirilemez… Küfür, afra tafra, hüsnükuruntuyu gerçeğin yerine koyma, yanlıştan dönmek yerine “çevir kazı yanmasın” çırpınışıyla yanlışlar bataklığında debelenilir durulur.
Gerçeklerle yüzleştirildiğinizde arkasında duramadığınız kötü haberinizle Erdoğan iktidarına yaranma çabalarınızı bana yönelttiğiniz o çirkin iftiralar ve kara çalmalarınızla unutturamazsınız. Onları da geri alacaksınız. “Ben bilmem” diyerek yaptığınız kaçış hazırlıklarınız, sizi kurtaramayacak. “Rivayeti” haberleştirmekle girdiğiniz yoldan, “bilmediğiniz” bir tarihi çarpıtarak kaçmaya çalışırken size soracaklar: “Bilmiyorsan ne hakla konuşuyorsun?” diye. Bu sözlerinizi de geri alacaksınız.
Siz üstelik Kızıldere’den hareketle bana yönelttiğiniz kaçamaklı, her yöne çekilebilecek şekilde kurgulanmış iftiralarınızı sırf bana sözüm ona öfkelendiğiniz için de ortaya atmış değilsiniz. Gecikerek öğrendim, aynı şeyleri bu haberden çok önce, Haziran’da, Hüsamettin Cindoruk’u ağırladığınız Habertürk TV’deki bir “Teke Tek” programında da yaptınız. Ben sizi itham etmişim de ondan öfkelenmişmişsiniz halleriniz o yüzden hiç inandırıcı değil. Sizinki sistematik bir çaba. Bana yönelik bu iftira kampanyası Türkiye’nin gördüğü en eski psikolojik harekât operasyonu kapsamındadır. Bunlara çoktandır şerbetliyiz, bize sökmez.
Bütün bu yaptıklarınızı kötü ününüzle birlikte düşününce, savcı Brian Glick’in FBI’ın 1960’larda ABD’de devrimci grupları çökertmek için uygulanan Karşı İstihbarat Programı kapsamında (COINTELPRO) başvurduğu yöntemleri analiz eden kitabından – İçeride Savaş (War at Home)- şu bölümü anımsamadan edemiyor insan: “(…) Ajanlar ve muhbirler yalnızca siyasal eylemcilerle ilgili casuslukla yetinmiyorlardı. Başlıca amaçları onları itibarsızlaştırmak ve aralarına nifak sokmaktı. Varlıkları potansiyel destekçilerin güvenini yıkmaya ve onları ürküterek kaçırmaya yönelikti. FBI ve polis bu korkuyu gerçek eylemcileri ajan diye lekelemek için istismar ediyordu” (http://tinyurl.com/5t9ut8d).
Tutturduğunuz diskur, hitap tarzınız, lügatinizle bir arada düşününce bu çerçeveye gerçekten “cuk diye” oturuyorsunuz. Sizi tanıyorum, onlarla, Kızıldere’de, Ziverbey’de, Selimiye’de, Mamak’ta gördüklerimle aynı familyadansınız, onlar gibi düşünüyor, onlar gibi hissediyor, bitirici darbeyi vurduğunuzu sandığınızda da onlar gibi geriniyorsunuz: “Tamam mı koçum!” Bu da, kod adınızın “Siyah” olduğunu açıklayan Mehmet Eymür’e, bunu yazan Ergun Babahan’a ve Fehmi Koru/ Taha Kıvanç’a neden yanıt veremediğinizi açıklıyor.
Her dönemde -28 Şubat’ta da devr-i Erdoğan’da da- devletin nefret sözcülüğüne nöbetçi oluşunuz ama hiçbir zaman bir gazeteci olamayışınız, hep kara çalışınız da işte bundan. Nasıl başlarsanız öyle gidiyor…
Ertuğrul Kürkçü
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.