Aralarındaki bütün husumete karşın, hepsi zihniyet olarak kendilerini “Türklük sözleşmesi”yle bağıtlanmış sayan ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ndeki “tehdit” algısıyla kendilerine üzerlerine düşeni yapmaları gerektiğine iman etmiş bu fraksiyonların bir ortak karakteri var: 2001’den beri şu ya da bu ölçüde Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne eşlik ettiler. Hepsi aynı devlet tasavvurunun bir parçası ve her biri ancak Tayyip Erdoğan kadar masumlar.Hrant Dink’e ne yapıldıysa hepsi biliyorlardı, hepsi oradaydılar. Erdoğan oradaydı.
Rakel Dink’in 2007’de Hrant’ın cenaze törenindeki konuşması, acıya yenilmeyi kabullenmeyen, onun ardından bütün ülkeyi kuşatan vicdan ayaklanmasına mukabele eden, acının içinden umudu keşfe yönelen, öfkeyi değil iyimserliği besleyen, kurduğu ahlakî üstünlükle milliyetçi demagogları dilsizleştiren, bütün bir toplumu Hrant’ın öldürülmesiyle neyi yitirmiş olduğunun idrakine vardıran, yüz yıl geçse unutulmayacak bir seslenişti.
Bu, yalnız başına toplumla kurulan bir diyalog da değildi. Devlete, hiç adını anmayarak, şu kadar olsun ilenmeyerek ve yakarmayarak yöneltilmiş bir uyarıydı da: “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…”
Rakel Dink’in son sözlerinden başka hiç bir şey de bu cinayetle dağlanan yüreklerin acısını Hrant’ın davasının peşini bırakmama kararlılığına bunca zarafet ve bunca sadakatle tercüme edemezdi: “Sevdiklerinden ayrıldın, çocuklarından, torunlarından ayrıldın. Burada seni uğurlayanlardan ayrıldın, kucağımdan ayrıldın. Ülkenden ayrılmadın.”
Rakel Dink, 2007’de eşinin katili olarak kimseye -onu öldürene bile- parmağını uzatmamıştı. Toplumu ve devleti “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulama”ya çağırmıştı. Ummuştu ki, onun ölümü bir “milat” olmuş olsun: “[…] Onunla manşetler, onunla konuşmalar, yasaklar değişti. Onun için dokunulmazlar veya tabular yoktu. Kelamda dediği gibi yüreğinden taştı. Büyük bir bedel ödedi. Bedellerin ödendiği gelecekler Hrantları severek, Hrantlara inanarak olur…”
Rakel Dink, Hrant’ın katlinin ardındaki ağların ortaya çıkarılması ihtimalinin gitgide soluklaşan bir hayale döndüğü 14. yıldönümünde bu kez acı bir dille seslendi topluma ve parmağını devlete uzattı: “[…] 14 yılda bir cinayet davasını çözemediler! Çözemediler, çünkü maksat çözmek değil. Nasıl kapatırız diye çabalıyorlar ama her yere o kadar bulaşmış ki bir türlü paketleyemiyorlar.
“[…]14 yıldır bu ülkede nice ittifaklar kuruldu, bozuldu. Ona göre bizim dava da renk değiştirdi durdu. İnsan düşünmeden edemiyor: acaba bu defa hangi ittifaktaki kimlere dokunuyor?
“Basitçe söyleyelim, Hrant’ı FETÖ öldürdü demek, ‘Ben yapmadım elim yaptı’ demektir. Hrant’ı Ergenekon öldürmüş demek, ‘Ben yapmadım ayağım yaptı’ demektir. Yıllarca dilinle bağıra bağıra, ayağınla yürüyerek buraya geldin. Ve silahı iki elinle tutup tetiği çektin. Çutağımı öldürdün. Sen ayağın, sen elin, sen dilin değilsen nesin?”
Doğrusu, 14 yılda çok şey değişti. İki şey değişmedi: 14 yıldır Hrant toprağın altında, Tayyip Erdoğan devletin üstünde. Hrant’ın katilini yargılayan savcılar ve mahkeme “katil var örgüt yok” derken de Erdoğan ve AKP iktidardı; savcılar “katil aynı, örgüt ‘Ergenekon’muş” derken de Erdoğan ve AKP iktidardı; Gülen ile 17-25 Aralık muharebelerinin ardından savcılar ve mahkeme “’Ergenekon’ diye bir örgüt yokmuş, herkese beraat” derken de, 15 Temmuz’da Erdoğan’ın cemaati kündeye getirmesinin ardından AKP savcılarının “meğer Hrant’ı da bunlar öldürmüş” diye ortaya çıktıkları 2016’dan bu yana da Erdoğan ve AKP iktidar…
2009’da “Ergenekon” yargılamaları bir çadır tiyatrosu havasında başlar, Erdoğan kendisini davanın “savcısı”, Deniz Baykal sanıkların “avukatı” ilan ederken şöyle yazmıştım: “[…] yargı önüne çıkarılmış olanlar arasında iki emekli orgeneral dışında bir darbe için elinde güç bulundurmuş halen görevi başında hiç kimse yok ve kanıt olarak onların boş konuşmalarından oluşan milyonlarca sayfalık telefon dinlemesi çözümü var. Bunlarla AİHM ölçütlerinde inandırıcı bir hüküm kurulması olasılığından söz etmek çok güç.”
Aynı şeyleri bugün de Hrant Dink’in katli davasında, aynı kişilerin önce “suç işlemek için örgüt kurmak”la, sonra “Ergenekon”culukla, sonra onunla çatışan “FETÖcü”lük ile suçlanmaları için söylemek mümkün. Rakel Dink “Maksat çözmek değil. Nasıl kapatırız diye çabalıyorlar.” derken 14 yıllık gözlemini özetliyor. Buralar zulüm ve maskaralığın iç içe geçtiği, zalim ile mazlumun durmaksızın yer değiştirdiği gösteri mekanları. Maksat Hrant’ın çevresine örülen cinayet ağını ortaya çıkarmak değil, o ağı birbirlerinin başına geçirmekten ibaret.
Aralarındaki bütün husumete karşın, hepsi zihniyet olarak kendilerini “Türklük sözleşmesi”yle bağıtlanmış sayan ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ndeki “tehdit” algısıyla kendilerine üzerlerine düşeni yapmaları gerektiğine iman etmiş bu fraksiyonların bir ortak karakteri var: 2001’den beri şu ya da bu ölçüde Tayyip Erdoğan’ın iktidar yürüyüşüne eşlik ettiler. Hepsi aynı devlet tasavvurunun bir parçası ve her biri ancak Tayyip Erdoğan kadar masumlar.
Hrant Dink’e ne yapıldıysa hepsi biliyorlardı, hepsi oradaydılar. Erdoğan oradaydı.
____________________________________
Yeni Yaşam, 20 Ocak 2021
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.