HDP kitlesi, krizden çıkış için parti programının radikal demokratik ve antikapitalist hedefleri arkasında saflarını sıklaştırırken, Eş Genel Başkan da sırtını partisinin güçlü iradesine yaslayarak demokratik kampın bütün bileşenlerini krizden çıkış için olmazsa olmaz “düzen değişikliği” hedefi etrafında toplanmaya çağırıyor.
Ülke bir siyasal dönüm anına yaklaşırken HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın hafta başında Independent Türkçe’den Helin Alp ile yaptığı söyleşi, demokratik siyaseti Türkiye genel siyaset seviyesinin ötesine taşıyan tespit ve önerileriyle hararetli bir tartışma için gereken “yanıcı madde”yi bir araya getiriyordu. Ancak bu “yanıcı madde”nin siyaset alemini henüz tutuşturmadığına bakarak Sancar’ın 19. yüzyıl “sofuluğu”na nur yağan bir iklimde, cehalet, sıradanlık ve bayağılığın her türünün yaygın suç ortaklığına dayanan bir “susuş komplosu”yla karşı karşıya kaldığına hükmetmek hiç de yersiz sayılmaz.
“Susuş komplosu”nun nasıl bir şey olduğunu Karl Marx’ın Kapital’inin başına gelenlerden biliyoruz en çok. Marx, kitabının ilk cildinin yayınlandığı 1867’de dostu Ludwig Kugelmann’a yazdığı bir mektupta “uzman ve gazeteci kalabalığı”nın Kapital’in tartışılması ve düşüncelerinin kitlelere mal olmasının önünü bir “susuş komplosu”yla kestiklerinden yakınıyordu. Kapital bugün sermaye üzerine hala daha iyisi yazılamamış bir eser olarak dilden dile dünyayı dolanmaya devam ediyor ama “komplo”nun boşa çıkartılması başlangıçta hiç de kolay olmamış, “General” Engels’in kitabın yaygın basında tartışılmasını sağlamak için özel savaş stratejileri geliştirmesi gerekmişti.
Mithat Sancar’ın söyleşisi de, HDP’nin programatik, stratejik ve taktik müktesebatının içerdiği potansiyellerin somut koşullarla buluştuklarında nasıl güçlü bir dinamiğe dönüşebileceğine dair çarpıcı belirlemeler sunuyordu. O yüzden rejim HDP’yi susturmak için elinden geleni ardına koymazken, “uzman ve gazeteci kalabalığı”nın 19. yüzyıldan kalma çakar almaz “susuş komplosu”na müracaatları da hiç şaşırtmıyor.
“Üslub-u beyan ayniyle insandır.” Elbette kendi söz dağarcığı ve üslubuyla ifade ettiği düşünceler, Eş Genel Başkan’ın kendi tarzı, kendi eseridir ama, dile getirdiği yönelimler, son iki yıldır HDP’nin bağrında mayalanmakta olan fikriyattan ve bu fikriyatın pratikte sınanmasından elde edilen bilgiden ayrı düşünülemez. Sancar’ın yumuşak bir üslupla dile getirdiği güçlü stratejik yönelişin genel demokratik mücadeleyi bir üst seviyeye yükseltmeye el veren birkaç temel ekseni veya düzlemi var.
Birincisi, “düzen değişikliği” hedefi: HDP Eş Genel Başkanı, ısrarla muhalefete, mücadelenin hedefinin “restorasyon” -yani eski düzene iade oluş- değil, bir “demokratik yeniden kuruluş” olarak kavranmasını öneriyor: “Mevcut iktidarın bütün bu yanlışlarını, bilinçli rant ve talan politikalarını, devasa sömürü çarkını ve baskı siyasetini eleştirirken […] bunları sürekli yeniden üreten düzenin de gözden kaçırılmaması gerektiğini söylüyoruz” diyor. “Devletçi yenilenmeye değil, halkçı bir yönetimin inşasına ihtiyaç var.”
İkincisi, “müzakere”: Sancar, “[…] Müzakereden kastımız […] esas itibariyle sistematik siyasal diyalog ve ‘toplumsal müzakere’dir.” diyor […] Böyle bir modeli, başka nitelemeleri de içerecek şekilde, en genel tabiriyle ‘güçlü demokrasi’ olarak adlandırabiliriz. Parlamenter sistemi de bunun bir parçası olarak görüyoruz.” Özetle Sancar, olumlu bir söylem içinden, HDP’yi dışlayan bir “güçlendirilmiş parlamentoculuk” iddiasına meydan okuyor.
Üçüncüsü, “yerel demokrasi”: HDP Eş Genel Başkanı “[…] ‘güçlü demokrasi’, aynı zamanda yerel demokrasiyi de gerektirir.” diyor. “Yerel demokrasi […] kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişletilmesi, yani yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alınmasıdır […] Bu anlamda yerel demokrasiyi, sadece Kürt Sorunu’yla sınırlı bir öneri olarak değil, genel bir sistem veya model önerisi olarak ele alıyoruz.” Sancar, muhalefetin Ankara, İstanbul vb. büyükşehir belediyelerinde yaşamak zorunda kaldığı acı tecrübelerinden ders çıkararak özyönetim modelinin yalnızca Kürdistan’da değil, metropollerde de halkın kendisini yönetme özgürlüğünün teminatı olduğunu idrak etmesine yardımcı oluyor.
Dördüncüsü “kurucu meclis”: Sancar, “Yeni bir başlangıç iradesine en uygun yöntemin ‘kurucu meclis modeli’” olduğunu söylüyor. “[…] Toplumun kendi anayasasını yapacağı bir yöntemi mutlaka bulmamız gerekiyor. Gerçek demokrasi ve sağlam bir barış için buna ihtiyacımız var.”
Mithat Sancar’ın hem maddi temeli hem de üstyapıyı kucaklayan önerileri, akla öyle geldiği için dillendirilmiş “şahsi fikirler” olmanın çok ötesinde. Bu belirlemeler, HDP’nin iki yıldır tartışa geldiği “krizden çıkış” planının egemen rejimi (”Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”) ve egemen üretim ilişkilerini (ahbap çavuş kapitalizmi) bir arada hedef almaksızın edemeyecek olmasıyla, “krizden çıkış”ın sınıf mücadelesinin bir fonksiyonu olmasıyla ilgilidir; bu öneriler esasen “krizin doğası”nca empoze edilmektedir.
Tarihsel tecrübe, mevcut rejimin otokratik karakteri ve parlamentonun işlevsizliği dolayısıyla, toplumsal ve politik mücadelelerin kriz derinleştikçe parlamento dışı kanallara akmasının kuvvetle muhtemel olduğuna işaret ediyor. Bu akış, rejimin bir eklentisi halini almış olan mevcut parlamentonun yerini halk hareketinin içinden çıkacak bir kurucu meclise bırakmasını ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin tasfiyesi sürecinde bu kurucu atılımın ürünü olarak mücadelenin bütün bileşenlerini kapsayan bir demokrasiye geçiş hükümetinin kurulmasını gerektirdiği içindir ki, “Kurucu Meclis”, doğal olarak Sancar’ın önerilerini taçlandırıyor.
HDP kitlesi, krizden çıkış için parti programının radikal demokratik ve antikapitalist hedefleri arkasında saflarını sıklaştırırken, Eş Genel Başkan da sırtını partisinin güçlü iradesine yaslayarak demokratik kampın bütün bileşenlerini krizden çıkış için olmazsa olmaz “düzen değişikliği” hedefi etrafında toplanmaya çağırıyor.
HDP’nin bu siyaset düzlemine yükselişi, bir toplumsal-politik olgudur. Başkan’ın önerileri iki günlüğüne “susuş komplosu”na uğratılabilir ama o düşüncelerin bir maddi güce büründüğü kendi amaçları peşinde koşan milyonlarca insanın haykırışı asla susturulamaz. HDP, bu haykırışın sistematik ifadesi, demokrasi kampının ileri sıçrayışının, önü “susuş komplosu”yla kesilemeyecek güvencesidir.
___________________________
Yeni Yaşam, 9 Eylül 2021
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.