Bu noktadan sonra “Millet İttifakı”nın hala nesnel bir demokrasi dinamiği rolü oynamayı sürdürebilmek açısından başvurabileceği tek çözüm, 28 Şubat’ta açıklayacağı yol haritasını, iktidarının ilk yüz gününde başlıca toplumsal muhalefet dinamikleri olan emekçiler, kadınlar, Kürtler ve Aleviler için gerçekleştireceği inandırıcı, somut önlemler ve taahhütlere dayandırabilmesidir. Değilse, pratikte büyük ve zengin bir toplumsal muhalefet dinamiğini “apolitisizme” iten siyasal stratejisiyle “Millet İttifakı”nın, kendisini göz göre diktatörlüğün ömrünü uzatan bir rolde bulması hiç de küçük bir ihtimal sayılmaz.
Millet İttifakı, sondan bir önceki hamlesini yaptı. Yeni bileşenlerle ilişkilerini bir ortak açıklamayla resmileştirdi ve bir de müjde verdi: “Asıl açıklama” 28 Şubat’ta…
Ortak açıklamaysa, CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin 2018 seçimleri öncesinde açıkladıkları “ittifak protokolü”nden ne bir fazla, ne bir eksik. İttifakın DEVA ve Gelecek partilerini de alarak sayıca genişlediği ortada elbette. Ama, bunun yeni bir sözü gerektirecek bir çeşitlilik ve çoğulluğu ifade etmediği de, muhalefet kampında yeni bir sinerjiyi tetiklemediği de açık. Üstelik, Millet İttifakı bu “yeni söze” şimdi ittifak parantezini kapattıktan, sonra her zamankinden daha çok ihtiyaç duyarken…
“Mutabakat Metni” olarak tanımlanan “Ortak açıklama” kendi kendisini şöyle özetliyor: “Yasama, yürütme ve yargı organlarının güçlendirilmesinin yanında, demokratik hukuk devletini güçlendirmek amacıyla Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem.”
Bunlar, topluma değil devlete dair talepler ve iddialar. Son 60 yıldır, iki askeri darbe arasında, bunları tekrar etmemiş hiçbir siyasi güç yok. “Millet İttifakı” toplumun geri kalanıyla diyalogunu “devletin restorasyonu” temelinde değil ancak o devlet altında toplumsal-ekonomik ve siyasal-kültürel taleplerin tatmini zemininde kurabilir. Ama, bunları henüz duymadık. Gerçi, eldeki metne ve ittifakın “zenginleşmiş” siyasal kompozisyonuna bakınca 28 Şubat belgesinde nelerin yazacağı ya da yazmayacağını kestirmek zor değil.
Bununla birlikte, lafı daha fazla uzatmadan söylemek gerekirse, bütün bu kusur, çelişki, açmaz ve belirsizliklerine karşın, Millet İttifakı’nın genişleyerek “iktidar bloku” karşısında siyaseten ve ahlaken geriye çekilemeyeceği bir noktaya yerleşmiş olması karşısında karalar bağlamak için bir neden yok. Her şeyden önce, bu “ortak açıklama” toplumdan gelen geniş muhalefet ortaklığı talebinin işitildiğine işarettir. Bu adım, son tahlilde -altını çiziyoruz- siyasal güç dizilişinde “iktidar bloku”nu nesnel olarak bir adım geriye iter, karşısındaki hedefler çoğaldığı ve güçlendiği için elindeki yıkıcı güçleri dağıtmasına yol açar, oyun sahasındaki hakimiyetini bir nebze de olsa zayıflatır. Nesnel olarak -bunun da altını çiziyoruz- sahadaki diğer oyuncuların hareket alanını genişletir. Diktatörlüğün her daralışı, toplumsal muhalefet için yeni bir manevra alanı demektir.
Ne var ki, bütün bu “genişleme”nin Davutoğlu ve Babacan’dan ibaret olması açık ki, ne toplumun ne de ittifak partilerinin karnını doyuruyor. İnsanlar, eldeki tabloya baktıkça, olanlardan çok olmayanları görüyorlar. Doğrusu, ittifak sözcülerinin ortak açıklama sonrasındaki “ver coşkuyu” demeçlerini –“büyük bir gün”, “tarihi bir adım”, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”- esasen bu sinerji açığının -ve elbette güç açığının- ittifakın zihnini kurcaladığının, midesini ağrıttığının bir işareti saymak daha yerinde olur.
CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu’nun, görüşme fotoğraflarına ilişkin yorumu öte yandan bu açığın “coşku vererek” de kapatılamayacağına dair bir bilinci yansıtması açısından önemli. Erdoğdu: “İktidara geldiğimizde Memleketin geleceğine ilişkin Milli meselelerde Cumhurbaşkanı Başkanlığında bu masa kurulacak… Katılmak isteyen her Parti bu masada yerini alacak… Kimse geride kalmayacak… Kimse dışlanmış hissetmeyecek.” derken “katılmak isteyenler”e yer verilmediğini, masanın içerdiğinden çoğunu “dışladığını” da belagatle ifade etmiş oluyor; ama onun formülü de bu nesnel açığı coşku değilse de “umut vererek” aşma çabasından öteye gitmiyor.
“Millet İttifakı” kurmaylarının bütün kamuoyu yoklamalarının açıkça gösterdiği ve hepimizin bildiği ve hissede geldiği gerçeği bilmedikleri düşünülemez: İktidar blokunun baş aşağı gittiği siyasi desteğinin yüzde 30’lara gerilemiş olduğunu herkes görüyor. Ne var ki, “Millet İttifakı”nın altı partisinin toplam siyasal gücü de hala yürürlükteki iktidar barajını (yüzde 50+1) geçmeye yetmiyor.
Herkes gibi, “Millet İttifakı” kurmayları da biliyorlar ki, iktidarı almak için iktidar blokunun Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda bozguna uğratılması şart. İktidarın seçimleri manipülasyon gücü ve geleneği de hesaba katıldığında, sandıklara yüzde 50+1’den de fazla bir siyasal güç yığmak gerekir. Değilse mevcut seçim güvenliği koşullarında, ikinci tur -iktidar için de- her ihtimale açıktır.
“Millet İttifakı”nın bu güç ve “coşku” açığı, sağdan, ırkçı ve milliyetçi cenahtan tırtıklanacak desteklerle kapatılamaz. “Millet İttifakı” şimdi, bu açığı siyaseten kapatmanın en önemli imkânı olan HDP eksenindeki “demokrasi ittifakı”yla siyasal diyalog ve dayanışma yolunu İYİ Partinin dayatmaları dolayısıyla, berhava etmiş olmasının açmazlarıyla yüz yüzedir.
Bu noktadan sonra “Millet İttifakı”nın hala nesnel bir demokrasi dinamiği rolü oynamayı sürdürebilmek açısından başvurabileceği tek çözüm, 28 Şubat’ta açıklayacağı yol haritasını, iktidarının ilk yüz gününde başlıca toplumsal muhalefet dinamikleri olan emekçiler, kadınlar, Kürtler ve Aleviler için gerçekleştireceği inandırıcı, somut önlemler ve taahhütlere dayandırabilmesidir.
Değilse, pratikte büyük ve zengin bir toplumsal muhalefet dinamiğini “apolitisizme” iten siyasal stratejisiyle “Millet İttifakı”nın, kendisini göz göre diktatörlüğün ömrünü uzatan bir rolde bulması hiç de küçük bir ihtimal sayılmaz.
________________________________
Yeni Yaşam, 17 Şubat 2022
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.