Halkın demokratik siyaset hakkını kullanmasına yönelik her müdahaleye daha güçlü, daha dinamik ve daha örgütlü bir biçimde yanıt vermek; yoksulları ve ezilenleri inanç ve kanaatlerinden hareketle saflaştırma girişimlerini bozarak “iç savaş simülasyonu”nun başlıca dayanağını yerle bir etmek: Muhalefetin karşısındaki dönemsel görev budur!
“Utanmadan sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? […] Bizler Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız. […] Gönül dilinden anlamayanlara, anladıkları dilden konuşmasını biliriz.”
Erdoğan’ın Salı günü, Gaziantep’te AKP teşkilatına çektiği ajitasyon, neresinden bakarsanız bakın travmatik bir zihnin ürünü. Üstelik neredeyse sınırsız şiddet kullanma yetkisiyle donanmış bir zihnin, denge ve denetleme sistemleri devreden çıkarılmış bir devletin tepesinde yol açabileceği muazzam riskler açısından da alarm verici.
Sevdiği şarkının sözleriyle özetlersek, anlaşılıyor ki, iktidar mücadelesiyle bağlantılı “her şey” Erdoğan’a “15 Temmuz’u hatırlatıyor”. Sonunda rakibinin “başını kopartmak” hesabıyla uzun süre tahrik ettiği, önünü açtıktan sonra çıkmaz yollara sevk ettiği darbe girişiminde iplerin elden kaçacak gibi olduğu 15 Temmuz gecesinin ilk yarısını…
Aylardır hazırlığı yapılagelen “darbe-karşı darbe-mutlak iktidar” planının “karşı darbe” aşaması beklendiği gibi yürümemiş; 15 Temmuz harekatının bu evresinde, Erdoğan kendi oyununa gelme olasılığıyla karşı karşıya kalmış ve belli ki ecel terleri dökmüştü. Bu olasılık, ancak başını AKP teşkilatının çektiği, “canlı kalkan” kıtaları polis kılavuzluğunda askeri birliklerin önüne sevk edilerek; silahsız, donanımsız, uyku mahmuru siviller isyana kışkırtılmış birliklerin önüne atılarak ötelenmiş, Erdoğan’a “hilafet” yolu açılırken, yüzlerce sivil ve asker can vermişti.
Bu sürecin kurumsal bir politik, adli ve ahlaki bir sorgulamadan geçirilmemiş olması 15 Temmuz’un herkes için anlaşılabilir ve makul bir anlatıya kavuşturulmasını olanaksızlaştırdı. Siyaset sonu gelmez bir bulanıklık ve kafa karışıklığına duçar oldu. Ancak bu kanlı gecenin hakikatlerinin karanlıkta kalmasının ve Erdoğan’ın bu bagajla silahlı kuvvet kullanmaya devam ede gelmesinin, bunun da ötesinde bir bedeli olacak.
Erdoğan’ın Gaziantep konuşmasına bakınca, hala 15 Temmuz’un ertesi gününde yaşıyor gibi davrandığını görmemek imkânsız. “Tuzağa düşürülmüş, baskı altında kalmış, eylemleri engellenmiş, savaş yaşamış, trafik kazası atlatmış […] kişilerin zihinleri[nin] […] olayın ardından uzun yıllar geçse de hala artık var olmayan tehdide karşı bedenin savaşma, kaçma, saklanma, donakalması gerektiği sinyalleri gönderip durması” çok bilinen bir haldir. Ancak, bu patolojinin devlet politikasına dönüşmesi istisnai bir durum.
Halkın, seçimle iş başına getirdiği bir kişiyi eleştirmek, protesto etmek; ona verdiği yetkileri geri almak da dahil iktidarını sınırlamak, yeni bir iktidar biçimi istemek üzere sokağa dökülmesini “utanılacak bir hal”; bir Anayasa (Madde 34) hükmüyle koruma altında olan “herkes[in], önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”nı kullanmasını, 15 Temmuz’da askerin tanklarını sokağa çıkarmasıyla özdeş bir heves olarak kriminalize eden bir Cumhurbaşkanı toplumun geleceği için ağır bir tehdittir.
Mesele, yalnızca onun “şahsi travması” olarak kalsa, Erdoğan’ın heveslerinin sınırlanması ve iktidar blokundaki “aklı selim” sahiplerince dengelenip telafi edilmesinin mümkün olduğu söylenebilirdi. Ne var ki, Erdoğan’ın gelip gelip takıldığı 15 Temmuz’un bir “darbe-karşı darbe” simülasyonu çerçevesinde aylarca seçkin birlikler ve dar bir siyasi kadro tarafından çalışılıp ayrıntılandırılmış bir örgütsel ve politik planlama sürecinin eseri olduğu bilgisine sahipsek, yeni duruma bu kendiliğindenlik içinden yaklaşamayız.
Erdoğan’ın kontrolü kaybedip baklayı ağzından kaçırması, yani iktidar blokunda, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi muhalefeti, başlıca rakibi, kendi oyun sahasının dışına çekerek boynunu koparmayı hedefleyen bir harekât simülasyonundan öğrendiği repliklerle konuşuyor olması çok daha muhtemeldir. Dolayısıyla bunu sadece bir saçmalama ya da sayıklama değil, Erdoğan’ın travmatik zihninden kırılarak yansıyan, bir “iç savaş” simülasyonunun ortalığa saçılması olarak okumak yersiz olmaz.
Bu açıdan CHP Genel Başkanı “Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın Gaziantep konuşmasını “iç savaş naraları” olarak değerlendirmesi ve toplumu Erdoğan ve sülalesi saraylarda yaşasın diye “sokaklarda kan dökme” tehlikesine karşı uyarması çok yerindedir.
Ancak, bu yeni bir durum değil. Çok uzun zamandır “her eve bir tüfek bin mermi” sloganıyla bir AKP projesi olarak sürdürülen sivil silahlanma, polis ve TSK envanterinden kayıp binlerce silah, sırf AKP militanları resmen silahlandırılsınlar diye kurulmuş olan “bekçi” teşkilatıyla bir arada düşünülmesi gerekir. Numan Kurtulmuş’un önümüzdeki seçimleri “dünyanın en önemli seçimi” diye niteleyerek dışa vurduğu patolojik “iktidar kaybı korkusu” da hesaba katıldığında, muhalefetin bütün bileşenlerinin birlikte, kararlı ve güçlü bir meydan okumayla siyaset sahnesinin önüne yürümesinin büyük bir önemi vardır.
Halkın demokratik siyaset hakkını kullanmasına yönelik her müdahaleye daha güçlü, daha dinamik ve daha örgütlü bir biçimde yanıt vermek; yoksulları ve ezilenleri inanç ve kanaatlerinden hareketle saflaştırma girişimlerini bozarak “iç savaş simülasyonu”nun başlıca dayanağını yerle bir etmek: Muhalefetin karşısındaki dönemsel görev budur!
______________________________
Yeni Yaşam, 5 Ocak2022
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.