BDP’nin desteklediği adayların özel bir incelemeye tabi tutulduğu çok açık şekilde ortaya çıktı. Bazı adaylar için mutlaka bir yerlerden bir şey bulma gayretiyle hareket edilince de mızrak çuvala sığmadı
Her şeyden önce belirtilmesi gereken bir gerçek var: Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) BDP’nin desteklediği bağımsız adayları veto etmesiyle ortaya çıkan tablonun siyasi sorumlusu yüzde 10 barajını açıkça savunan AKP’dir. Daha geçen hafta Strasburg’da Avrupalı parlamenterlere, “Biraz aşağı indirecek bile olsak, size mi soracağız?” diye celâllenen Başbakan Erdoğan ve partisinden başka savunanı olmayan bu 12 Eylül artığı baraj olmasa, BDP seçimlere parti olarak girecek ve böyle bağımsız adaylar yoluyla barajı delmeye kalkışmayacaktı. Dolayısıyla, daha önce de örnekleri görüldüğü üzere, AKP işine gelmediği konularda kenara çekilip “bağımsız yargının tasarrufudur” ikiyüzlülüğüyle bu olayın siyasi vebalinden kurtulamaz.
Hukuk aynı ama
Öte yandan, bir siyasi komplo, son ana kadar gizlenen bir siyasi tuzak gibi gelen veto kararı, ister belli bir siyasi iradenin/odağın etkisi altında şekillenmiş, isterse “meçhul” bir ihbarla harekete geçilerek mevcut yasaları uygulamak üzere alınmış olsun, aslında tam bir “durumdan vazife çıkarmak” eylemi. Mevcut siyasi sistemin ve devlet aklının nasıl çalıştığını ortaya koyan veto kararı, ancak 28 Şubat sürecinde gördüğümüz andıçlarla karşılaştırılabilir. 1997’de nasıl askeriye “durumdan vazife çıkararak” Erbakan hükümetini devirmişse 2011 yılında da seçimleri düzenlemekle görevli bir yüksek kurul Kürt ve sosyalist milletvekillerinin önünü kesmeye, örneğin parlamentoya 30’u aşan bir sayıda girmelerini engellemeye kendini vazifeli addetti. 28 Şubat sürecinde olduğu gibi ille de birilerinin onlara bunu söylemesi gerekmiyor -belki de gerçekten söylenmiştir de, bu da bilinemez- ama zaten onlar duruma bakmış ve BDP’nin en azından grup kurmak için gereken sayı olan 20 kişiyi rahatça aşan bir şekilde parlamentoya girmesinin “vatanın ve milletin menfaatine” uygun olmadığına karar vermişlerdir. Seçilecek konumdaki yedi adayın engellenmeye çalışılması bunu düşündürtüyor. Örneğin, hukuken aynı konumdaki Sırrı Süreyya Önder’le Ertuğrul Kürkçü’den birinin engellenmeye çalışılıp diğerinin kabul edilmesi sayının çok artmaması ve “infiale yol açmamak” için olsa gerek!
On bin aday incelendi mi?
Bu “durumdan vazife çıkarma süreci”nin nasıl işlediği BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak için açıklanan gerekçeden anlaşılabilir. Kışanak’ı mevcut soyadıyla araştıran görevliler bir şey bulamamış ama bununla yetinmeyerek bir de kızlık soyadıyla araştırınca 1992’den kalma bir adli sicil kaydına ulaşmışlar. Aradan geçen 20 yıldaki yasal düzenlemelere ve değişikliklere falan da bakmadan, derhal Kışanak’ın seçilme hakkının olmadığına karar vermişler. Aslında daha 2007 seçimlerinde engellenmesi gerekiyormuş ama o zaman atlamışlar… Tek işi dört yılda bir seçimlerin düzenlenmesi olan bu kurulun ÖDP’nin kadın adaylarından askerlik belgesi istediği de göz önüne alınacak olursa, kim bilir daha ne marifetleri vardır?
Kışanak’la ilgili yapılan incelemedeki titizlik dikkat çekici değil mi? Çekilmeler veya ittifaklar sonucunda 17 parti seçimlere giriyor. Her biri 550 aday gösterdiğine göre, bağımsızlarla birlikte on bine yakın milletvekili adayı var. Bu binlerce adayın her birinin aynı titizlikle incelendiğine inanabilir miyiz? Elbette ki hayır! Aslında ihbara da gerek yok ama belki bir ihbarı da bahane ederek BDP’nin desteklediği adayların özel bir incelemeye tabi tutulduğu açık. Bazı adaylar için mutlaka bir yerlerden bir şey bulma gayretiyle hareket edilince de mızrak çuvala sığmadı ve komplo açığa çıktı.
Peki, neden “durum”dan böyle bir vazife çıkarıldı? “Durum” neydi? Aday listeleri açıklandığı andan itibaren BDP’nin çok iyi bir siyasi hamle yaptığı, destekleyeceği bağımsız adayların çok iyi seçildiği konuşulmaya başlandı. Kürt hareketi bir yandan Şerafettin Elçi ve Altan Tan gibi isimlerle kendi içinde geniş bir ittifak sağlamış, öte yandan sosyalist hareketle yan yana gelerek Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu oluşturdu, Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder gibi isimlerle etkili oldu. Bu bloğun geçen seçimdekinin çok üzerinde milletvekiliyle parlamentoya gireceği ve daha şimdiden AKP’nin karşısında asıl muhalefet haline geleceği öngörülüyordu. Vetolarla moraller bozulacak ve belki de seçimden çekilme kararı alınacak ve meydan AKP’ye kalacaktı. Bunun hesap edilmediği söylenebilir mi?
Sistemin refleksi
Evet, aslında sistemin, onun en hassas mevkilerini işgal edenlerin zihninin nasıl çalıştığını bir kez daha görmüş olduk. Soğuk Savaş artığı bu zihniyet en baştan beri kararlı muhalifleri, bilinçli Kürtleri, sosyalistleri parlamentoda görmek istemez. Daha doğrusu parlamento ve yasal alan bu tür muhalefete kapalıdır. 1965’te “milli bakiye” seçim sisteminin azizliği sonucu bir tür “kaza” oldu ve dönemin sosyalist partisi TİP o zaman grup kurmaya da yeterli sayı olan 15 milletvekiliyle parlamentoya girdi. Ve Süleyman Demirel’in tabiriyle, “Nasıl muhalefet yapılacağını herkese gösterdi”. Ama bu durumdan da bir “vazife” çıktı elbette! Bütün parlamenter düzen, seçim yasası ve parlamentonun iç tüzüğü böyle bir ihtimali engellemek, benzeri bir “kaza” olmasını önlemek üzere köklü bir şekilde elden geçirildi. Sonuçta 2007 seçimlerine kadar yani 42 yıl boyunca parlamentoda grup kuracak düzeyde muhalif, sosyalist bir milletvekili topluluğu olmadı, olamadı. Bunca zaman sonra DTP (BDP) yine bağımsız adaylarla girip grup da kurunca sistemin huzuru kaçtı. Nitekim Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekilliğini düşürmek grup hakkını engellemek için bir hamle oldu ama Ufuk Uras’ın katılımıyla sayı 20’ye tamamlandı ve BDP grubu bugüne kadar gelebildi.
Meselenin özü
Şimdi 2011 seçimlerinde oluşturulan ve Türkiye’nin tümüne hitap etme yeteneği olan bu siyasi bloğun daha da güçlü bir şekilde parlamentoya girmesine ve sokaktaki muhalefeti parlamentoya taşımasına, Kürdün ve emekçinin taleplerini parlamento kürsüsünden de savunarak “gerçek muhalefet” haline gelmesine engel olmak üzere sistem refleks gösterdi! Mesele budur! Toplumsal tepki üzerine geri adım atıldı ve adaylıklar onaylandı ama bu gerçek değişmez.
Çözüm, sistemin tümüyle demokratikleşmesidir. Bunun için tam da ezilenlerin, emekçilerin sahneye çıkması gerek. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu ve bağımsız adaylar tam da bunun için var. Ama bu demokratikleşmeyi hâlâ Tayyip Erdoğan’dan bekleyenler de var. “Bu ülkede artık Kürt meselesi yoktur” diyen ve açıkladığı seçim bildirgesine bakılırsa 2023’e kadar, yani 20 yıldan fazla iktidarda kalmanın hesaplarını yapan Erdoğan’dan… Biraz daha gayret ederse CHP’nin 25 yıl süren tek parti diktatörlüğü rekorunu egale edecek farkında değil!
Seyfi Öngider
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1047341&Date=26.04.2011&CategoryID=42