Devletin hakikaten bir aklı varsa, bu akılla dönüp envanterine bakması, ve barış ve çözümün zahmetli yoluna koyulmak için eldeki vakti özenle kullanması beklenir.
Çarşamba sabahı gözlerimizi güne “Cumhur İttifakı ortağımızın öncülüğünde son dönemde ortaya konan […] kadim devlet aklının, milletimizin binlerce yıllık tecrübesinden süzülüp gelen irfanının gereği” olan bir uygulamayla açtık. Bu akıl, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Ahmet Özer’i gözaltına aldırdığını gururla millete duyuruyordu.
Kürt akademisyen ve siyaset insanı Ahmet Özer, 31 Mart yerel seçimlerinde “Kent Uzlaşması” kapsamında Cumhuriyet Halk Partisi listesinden Esenyurt Belediye Başkanlığı’na seçilmişti. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, Çarşamba sabahı Özer’in “PKK/KCK terör örgütünün mensup ve faaliyetlerinin tespit edilmesi” kapsamında gözaltına alındığı”nı açıkladı.
Savcılığın laf salatası tadındaki açıklaması içinde gözden kaçmaması için şu aşağıdaki ifadeleri bir kenara not edelim: Özer için, “terör örgütü mensuplarından ele geçirilen ve aynı zamanda örgütün Kuzey Irak Kandil bölgesinde yer alan yönetici kadrosuna da ulaştırılan örgütsel dokümanlar (terör örgütü lideri Abdullah Öcalan ile İmralı adasında yapılan görüşmede sözde demokratik özerklik projesinde görevlendirilmesinin uygun görülmesi), hakkında uygulanan iletişimin dinlenmesi tedbiri” varmış.
Bu tedbir uyarınca “elde edilen konuşma dökümleri, fiziki takip tutanakları ve incelenen hesap hareketlerinin içerikleri, yaklaşık 10 yıllık süreçte adı geçen terör örgütü mensubiyetleri nedeniyle adli işlem kaydı bulunan (694) farklı tekil kişi ve ayrıca özellikle terör örgütü yöneticilerinden Remzi KARTAL (KONGRA-GEL Eş Başkanı-KCK Yürütme Konseyi Üyesi-Kırmızı Bültenle aranan şahıslardan) ile 14 kez olmak üzere iletişim irtibat kayıtları nazara [alınmış].”
Böylece Savcılık, Prof. Özer’in “Terör örgütü ile süreklilik ve yoğunluk arz edilecek şekilde organik bağ kurmak suretiyle üzerine atılı PKK/KCK Silahlı Terör Örgütü Üyesi Olmak suçunu işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesine ulaş[mış]” ve gözaltına aldırmış.
Laf salatasından ayıkladığımız gözaltı gerekçesi, akıl ve hukuk dışılık düzeyi bağlamında İstanbul Cumhuriyet Savcısı’nın kendine özgü becerilerinin de gayri ihtiyari bir dışavurumu olmuş. Boşuna dememişler, “hırsızın mert olanı kendiyle övünürken suçunu söyler” diye.
Savcı, İmralı’da Öcalan’ın HDP heyetiyle her bir anı MİT görevlilerince kayda alınan görüşmelerinde bizzat devletin talebiyle Kandil’e ulaştırılması için Öcalan’ın kaleme aldığı, heyet tarafından Kandil’e ulaştırılan ve yanıtları tekrar İmralı’da Öcalan’la MİT mensupları gözetiminde değerlendirilen mektuplarını, güya “örgüt üyelerinden yakalandı” gerekçesiyle Özer aleyhine bir kanıt olarak işleme koymuş. Tebrikler. Ama asıl marifet bu büyük kanun adamının İmralı Adası’nın kontrolle görevli olanlar ve süreci gözetleyenlerin rızası olmaksızın yapılamayacak olan bu yazışmada adı kendi iradesi dışında geçen Özer’i gözaltına aldırıp, adları sanları belli İmralı personelini ve “devlet görevlileri”ni es geçmesi değil mi? “Kadim devlet aklı”nın işleri bambaşka bir seviyede.
Bunca marifet ister istemez bu gözaltı kararının müellifinin kim olduğu sorusunu akla düşürüyor. Doğrusu kamuoyu hukuksuzluk ve usulsüzlükte sınır tanımayan ve kimsenin aklına gelmeyecek manipülasyonları servise sunan bu Savcıyı hakimlik döneminden biliyor aslında: Yetenekli Bay Akın Gürlek!
Gürlek’in özelliği ve istisnailiği, “normal” yargıçların adaleti ve usul hukukunu esas almaları dolayısıyla “normal mahkemeler”de mahkum edemediği siyasetçileri kanunları çiğneyerek, gözünü budaktan sakınmaksızın yıldırım hızıyla mahkum edebilmesinde. Kanun çiğnemek lazım geldiğinde görev yerine paraşütle indirilen Gürlek’in Saray’ın siparişleri üzerine hapis cezalarına çarptırdığı siyasetçiler arasında HDP önceki Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, CHP İstanbul İl Örgütü Başkanı Canan Kaftancıoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın yanısıra, gayrimenkullerine el koyma kararı verdiği haberci Can Dündar, ÇHD’li avukatların tahliye edilmesi üzerine görevden alınan İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine atanarak ağır hapis cezalarına hükmettiği aralarında ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın da bulunduğu hukukçular da var.
Bu arka plan üzerinden bakıldığında Akın Gürlek’in Özer’i gözaltına aldırma kararının Erdoğan’ın tabiriyle “ülkemiz iç siyasetinde farklı bir iklimin filizlenmeye başladığı bir döneme tekabül etmesi [de] ayrıca manidar.” Bu“kadim devlet aklı”nın işlerine akıl sır ermiyor, gerçekten.
Ermiyor çünkü, Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Parti sıralarına yürüyüp el sıkışarak “yeni dönem”i ilan etmesinin üzerinden bir ay, Öcalan’ı TBMM’ye davet etmesinin üzerinden 15 gün geçti ama “ülkemiz iç siyasetindeki iklimin farkı” neymiş bakalım: 2 Ekim’de DBP Erzurum İl Eşbaşkanı Ramazan Karakaş ve HDP Karayazı eski İlçe Eşbaşkanı Çetin Demir tutuklandı. 10 Ekim’de Iğdır’da DEM Parti İl Eş Başkanı Mehmet Selçuk dahil 3 kişi tutuklandı. 13 Ekim’de Diyarbakır’da DEM Parti’nin düzenlediği miting yasaklandı, 6 kişi “terör örgütünün propagandası”ndan gözaltına alındı. 23 Ekim’de Ankara’nın Kazan ilçesinde, TUSAŞ tesislerine düzenlenen PKK’nin üstlendiği saldırıda beş kişi öldürüldü, 22 kişi yaralandı. 25 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye İç Güvenlik Güçleri Basın İrtibat Merkezi, Ankara TUSAŞ tesislerine yönelik saldırının ardından Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik 685 saldırının düzenlediğini açıkladı. 28 Ekim’de Erdoğan Irak ve Suriye’nin kuzeyinde “terör örgütüne ait 470’in üzerinde nokta”nın hedef alındığını, “terörist” dediği “toplam 213” kişinin etkisiz hale getirildiğini açıkladı.
Bu tablonun “ülkemiz iç siyasetinde farklı bir iklimin filizlenmeye başladığı bir dönem”i yansıttığını söylemek toplumun idrakini ve hafızasını hiçe saymak olmaz mı?
Oysa, Türkiye’nin “çatışma çözümü” hafızasının 2013-15 arasında değişik mekan ve kurumlarda tutulmuş kayıtları var. Bunlar arasında “İmralı Notları” külliyatı var. TBMM’de kurulan “çözüm komisyonu”nun kayıtları var. TBMM Genel Kurulu’na yansıdığı nispette TBMM tutanakları var.
Bu vesileyle TBMM jargonunda “çözüm komisyonu” olarak bilinen, “Toplumsal barış yollarının araştırılması ve çözüm sürecinin değerlendirilmesi amacıyla kurulan (10 / 576, 577, 578) esas numaralı meclis araştırması komisyonu”nun tutanaklarının, TBMM’nin internet arşivinden kaldırılmış olması da esasen devletin hafızasının toplumdan saklanmasına yönelik bir kurumsal vandalizm eseri olarak çok “manidar”.
Gene de, elimizdeki 21 Mayıs 2013 tarihli komisyon oturumu tutanaklarından aşağıdaki kayıtlara göz gezdirmek, ileriye doğru bir adımın imkanlarının nerede aranabileceğine bir nebze ışık tutabilir:
TBMM Komisyonu’nun dinlediği TEPAV’dan Dr. Ali Nihat Özcan’ı dinliyoruz:
“Literatürde “terörizm”le “ayaklanma” aynı şey değil çünkü terörizm başka bir şey, ayaklanma meselesi başka bir şey. […] Sorun şu: Terörist hiçbir şeyi temsil etmez teoride. […] Terörizmle mücadele bir yasa uygulama meselesidir, polisiye bir meseledir, bir yargı meselesidir, bir kanun uygulama meselesidir. Terörizmle mücadele olay merkezlidir.
“[…] Eğer bir ayaklanma ile karşı karşıyaysanız bu ayaklanma derin bir sosyal problemi temsil eder. Etnik, ideolojik, sekter veya mezhepsel nasıl söylerseniz söyleyin.
“İki, kitlelerin kalbini ve beynini kazanmak esastır, onun için de oturur konuşursunuz. Yani insanlarla konuşmadan kalbini ve beynini kazanmanız mümkün değil.
“[…] Üç, ayaklanmada kullanılan metotlar kabul edilemez. […] Bu konu üzerinde konuşulmaz ama politik talepleri konusunda oturup konuşabilirsiniz ve dünyadaki bütün örnekler ve pratiklerde de üzgünüm ama böyle. […] “Yaptıkları eylemleri ve seçtikleri yöntemleri tasvip etmeyebilirsiniz, bunlar kabul edilemez ama politik talepleri konusunda oturup konuşmanız gerekir” diyor teori.
“Ayaklanma bir hükûmet etme sorunudur, bir polisiye meselenin ötesinde bir boyutu vardır. […] Sonuçta ayaklanmada hükûmetlerin amacı, ayaklanan tarafın stratejilerini yenmektir, yoksa adamları teker teker yakalayıp içeriye tıkmak, öldürmek veya öldürmemek değildir.
“1985 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nın yayımladığı bir iç güvenlik direktifi var. O direktifte, 85 yılında, diyor ki: ‘PKK eylemi bir halk ayaklanması başlatma sürecidir, başlangıcıdır.’ Yani bunun ne olduğunu bu işin profesyonelleri biliyor.”
Devletin hakikaten bir aklı varsa, bu akılla dönüp envanterine bakması, ve barış ve çözümün zahmetli yoluna koyulmak için eldeki vakti özenle kullanması beklenir.
__________________________________
Yeni Yaşam, 30 Ekim 2024
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.