Çoğulcu ve demokratik bir enternasyonal

Bugün asılmamız gereken halka,  anti-faşizm ve barış olmalı. İlerici Enternasyonal’in kendisini güncel bir küresel anti-faşist ittifak olarak ortaya koyması ve bu mücadeleler içinde kurması gerekir.

Aralık 2018’deki ilk çağrının ardından oluşumu için harekete geçilen İlerici Enternasyonal, 11 Mayıs’ta dünyanın ilerici güçlerini birleştirme, örgütleme ve harekete geçirme misyonuyla kuruluşunu açıkladı. Mayıs-Eylül arasındaki “inşa” dönemini müteakip birinci kongresi de diyebileceğimiz Açılış Zirvesini gerçekleştirdi. İlerici Enternasyonal’in tarihsel konumunu, fikri ve örgütsel gelişimini, imkan ve sınırlılıklarını, Danışma Konseyinde görev alan HDP Onursal Başkanı ve SYKP kurucusu Ertuğrul Kürkçü ile Deniz Derinyol konuştu

YAŞAYAN MARKSİZM: Genelleşemeyen, kapsayıcılığı oldukça zayıf olan ve ancak son derece sınırlı amaçlara hizmet edebilen enternasyonalleri dışarıda bırakacak olursak, İlerici Enternasyonal ilk üç enternasyonalle ne ölçüde bir süreklilik ilişkisini veya kopuşu ifade ediyor?

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ: Öncelikle, İlerici Enternasyonal’in birinci, ikinci ve üçüncü enternasyonaller zincirinin bir halkası olduğunu düşünmüyorum. Bu enternasyonal, o çizginin lineer bir devamı değil ama ona meydan okuyan bir çizgi de değil. Bu farklılaşma, sürecin eskiyi tekrar eden, esasen Avrupa merkezli bir süreç olmaktan çıkmış olmasıyla da ilgili. Yani İlerici Enternasyonal, Üçüncü Enternasyonal’de kaldığımız yerden devam etmiyor.

Özellikle Üçüncü Enternasyonal’in kapsayıcılığında, onun gibi bütün yeryüzünü örtme iddiasında bir enternasyonal için, bugün çok fazla farklılaşma,  çok fazla mücadele dinamiği ortaya çıktı; çok büyük eşitsizlikler oluştu.

Ama herhalde İlerici Enternasyonal’in, Birinci, İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’den en büyük farkı, bu üç enternasyonalin her birinin, büyük bir devrimci momentin hemen  öncesinde veya hemen sonrasında, dünya çapında bir genişleme ihtiyacının kendisini dayattığı dönemlerde kurulmuş olmalarıdır. Oysa, İlerici Enternasyonal esasen, 2000’lerin ortasından itibaren patlak veren dünya ölçeğindeki büyük sağ dalgaya mukavemet, direnme ihtiyacından doğuyor. En azından, İlerici Enternasyonal’in kuruluşuna ön ayak olanların gerekçeleri bu. 2018’de yayımlanan ilk bildirileri, yeni sağ dalga, ya da Avrupa ve Amerika’daki ifadesiyle “sağ popülist” dalga karşısında, bu dalganın yükselişinden zarar gören ya da bunu tehdit olarak gören çevrelere yönelik bir çağrıydı. Dahası, gerek DiEM25 hareketi gerekse Sanders Enstitüsü, bu tehdit karşısında en güçlü dalgakıranlar da değillerdi. Sanders Enstitüsü, ABD’deki toplumsal çatışma çerçevesinde, kendi zemininde  daha büyük bir kuşatıcılık iddia edebilir. Ama DiEM25, hiç böyle değil. Burada, mücadelelerin pratikte ortaklaştırılmasından ziyade, bu ihtiyacın tarifi veya bu ihtiyacı hatırlatma ile belirlenmiş bir başlangıç var. Ama  şişeden çıkan cin gibi, söz bir kere gündeme düşünce, kendine  yeni anlamlar ediniyor.

Öte yandan, Üçüncü Enternasyonal’in bir idari kararla ortadan kaldırılmasının  ardından ya da hemen öncesinde,  dünyada III. Enternasyonal’le aynı zeminde yarışan, enternasyonal olma iddiasında başka hareketler de oluştu. Geçmişte bu iddialar hakkında “herkes dünyaya kendi enternasyonalinden bakıyor” diye düşünürdüm. Fakat, artık günümüzde aslında başka türlüsünün olamayacağına kanaatindeyim. Varsayımım şu: Gelecekte birden çok enternasyonalimiz olabilir ve bu enternasyonallerin koalisyonu da gündemimize girebilir pekala.

YM: Farklı politik programlar ekseninde, farklı öznelerce kurulacak enternasyonallerden  mi söz ediyorsunuz? 

EK: Evet, ben birden çok enternasyonalimiz olabileceğini ve bunların mutlaka birbirinin rakibi ve hasmı olması gerekmediğini düşünüyorum. Geçmişte de birden çok enternasyonal birlikte yaşadı: Daha sonra kendisini tamamen ayıracak olan İki Buçukuncu, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Enternasyonaller. Beğenin veya beğenmeyin, isimleri bu, bakış açılarının çapı da bu. Üçüncü Enternasyonal kendini imha etti ama ötekiler varlıklarını sürdürdü, yok olmadılar. Dolayısıyla enternasyonal sadece Marksistlere ya da devrimci Marksistler ait bir kavram değil ve zaten pratikte birden çok enternasyonal şu anda birlikte varlıklarını sürdürüyorlar, birinin varlığı ötekilerin yokluğunu gerektirmiyor. 

YM: İlk üç enternasyonal olarak sayıyoruz ama üçüncü dışındaki enternasyonaller de sadece Marksistlere ait değildi. Öyle değil mi?

EK: Evet, ama bu tartışma yapılırken kimse, birinci ve ikinciye atıfta bulunmuyor. Enternasyonal tartışmasına olumlu veya olumsuz bir model olarak damgasını vuran daha çok Üçüncü Enternasyonal. Fakat, onun tekliğini iddia ettiği tarihte bile enternasyonal birden fazlaydı. Sosyal demokratların enternasyonali de işçi hareketinin üzerinde yükseliyordu. Dünyanın diğer ülkelerinde durumlar farklılaşmış olsa da Avrupa’da, sendikalardan ayrı, işçi hareketinin dışında bir sosyal demokrat hareketten söz etmek mümkün değildi ve bu hala böyle. “İşçi aristokrasisi”, “uzlaşmacı kesimler” veya “sağ kanat”; ne dersek diyelim, bunlar devrimci olmasa da, hiç değilse, programları itibariyle antikapitalist hareketler. Kapitalizmi reformlarla aşacaklarını iddia etseler de işçi hareketinin içinden doğan bir siyasi küme oluşturuyorlar. 

Öte yandan Dördüncü ve Beşinci Enternasyonal, üçüncüye alternatif olarak çıkmışlardı. Hala şu ya da bu şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Çoklu olmak, zaten eşyanın tabiatı gereği. Fakat Üçüncü Enternasyonal, uluslararası örgütlenmeyi her sınıfa bir parti ve her devrimci işçi sınıfı partisi için de tek enternasyonal olarak indirgediğinden beri, işçi hareketinde böyle bir tekçi doktrin de var. Ne var ki, bu, doğrulanmamış, kendini imha etmiş bir doktrin.

Bu nedenle, ben tabii hale döndüğümüzü düşünüyorum. Bundan sonra iddiamız, Üçüncü Enternasyonal’le ikame edeceğimiz “hakiki enternasyonal” değil, bizim enternasyonalimiz, bizim gibi düşünenlerin enternasyonali olabilir. Yani, yeniden kuruluş fikri etrafında inşa edilecek bir enternasyonal. “Geleneksel” partilerin ise, zaten enternasyonal haberleşme çerçeveleri var ve eşgüdüm çabası içindeler, ortaklaşa tutum takınmaya gayret ediyorlar. Zaman zaman onlarla kesişen tutumlarımız da olabilir. 

Dahası, örneğin, bir “yeşil enternasyonal” kurulabilir. Bir kez daha, çok büyük bir güçle bir sosyal hareket dinamiği olarak ortaya çıkan kadın hareketinin bir kadın enternasyonali kurması önünde bir engel görmüyorum, hatta gerekli olduğunu düşünüyorum. Zira, kadın mücadelesinin ışığında sürdürdüğümüz tartışmaların bize söylediği gibi, patriyarkayla kapitalizm arasında bir organik bağ varsa ve bu kadınlara tamamen özerk, hatta tamamen ayrı bir devrimci hareket oluşturma imkanını ya da hakkını veriyorsa bu temel üzerinde pekala bir kadın enternasyonalinin ortaya çıkması da mümkündür. Demek ki bence günümüzde mesele, her şeyi ikame eden, her şeyi kucaklayan bir enternasyonal kurmak değil, yürütmekte olduğunuz mücadelenin diğer mücadelelerle buluştuğu, hangisi ile buluşacağını önceden kestiremediğiniz bir uluslararası genişlik ve çokluk içerisinde olmayı kabul etmek, oun meşruluğunu tanımak. 

YM: Zamanımızda kurulan/kurulacak bir enternasyonal nasıl olmalı, İlerici Enternasyonal sizin tanım veya tasarımınıza ne kadar uyuyor, hangi yönlerden ayrışıyor?

EK: Bugün bizim de içinde yer aldığımız İlerici Enternasyonal’in, benim açımdan en önemli ve mutlaka bir benzerlik kurmak gerekirse en çok Birinci Enternasyonal’e benzettiğim ayırt edici yanı, çoğulcu ve demokratik oluşu. Tanım gereği, çoğulcu ve demokratik olmayan bir sosyalizm veya enternasyonal olabileceğini düşünmüyorum. Böyle bakınca, buradaki farklılaşmalar, ister istemez birden çok enternasyonalin meşruiyetinin önünü de  kendiliğinden açacaktır. 

Fakat bugün ihtiyacımız olan enternasyonal, münhasıran bir işçi enternasyonali olmayabilir. Çünkü içinde yaşadığımız çağda küresel iklim krizi, ekolojik krizin özgül özellikleri  dolayısıyla kapitalizmle bütün insanlık arasında muazzam bir çatışma doğdu. Çağın bu çelişkileri, “devrimci özne” konusunda eskisinden farklı parametreler getiriyor.  Bu aslında şu demek: Kapitalist egemenlik ile çatışma halinde olan bütün özneler, hem bir yerel devrimci hareket içerisinde, hem de bir uluslararası ortaklıkta pekâlâ buluşabilirler. Bunun önünde ilkesel, yapısal bir engel yoktur. 

Dolayısıyla kapitalist egemenliği sürdüren ya da onun tabanında yer alanların dışında kalan;  hayatı, mücadelesi ve varoluş koşullarıyla onunla çatışan herkes, bu enternasyonallerin hem yerel dinamiklerinde, hem de uluslararası ölçekte ortaya çıkan yapılarda özne rolü oynayabilirler. Bizim enternasyonallerimiz sadece bir özneye –proletaryaya- değil, birden çok özneye -kadınlara, çiftçilere, işsizlere, göçmenlere- dayanabilir. Bunların çıkar ve dünya görüşleri ile birlikte yeni bir çerçeve kurabilir. O yüzden çoğulculuk ve demokrasi bunların bir arada varoluş koşulları bakımından son derece önemli.

Demek ki, günümüzde kurulacak enternasyonaller hem çoklu hem de çoğulcu olabilirler.   Bu ufka gözümüzü kapatmamamız, teklik iddia etmememiz gerekir. Ancak bu, çokluğun her bir parçasının çok büyük anlamlara sahip olacağına dair bir peşin yargıyı gerektirmez. Yaratıcı çekişme, yaratıcı çatışma, her bir enternasyonalin hem kendi içinde, hem de birbirleri arasında olacaktır. Bunu başlangıçta böyle idrak etmek, yürünecek yolu kısaltır.

Öte yandan, “enternasyonal” denilen şeyin, günümüzde nasıl kurulacağını aslında tam olarak bilmiyoruz. Bu bakımdan, İlerici Enternasyonal vesilesiyle yapılmakta olan eleştiri ve değerlendirmelerin bazılarını hayretle karşılıyorum. Sanki, bir “enternasyonal nasıl kurulur?” el kitabı, kullanım kılavuzu varmış ve bundan bihaber olduğumuz için İlerici Enternasyonal’i bu kılavuza göre kuramamakla büyük bir hataya düşmüş olmamız söz konusu olabilirmiş.

İtirazları biraz basite indirgediğimin farkındayım fakat, Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin hiç bir damarının bir zamanlar Türkiye Komünist Partisi’nin Komintern’de bir temsilci bulundurmuş olması dışında bir enternasyonalist deneyimi yok. Bizim toplumsal ve siyasal mücadelede sürüp giden biricik pratik enternasyonalist deneyimimiz, Kürdistan özgürlük hareketi ile girdiğimiz ilişki. Fakat buna da enternasyonalist bir anlam yüklemekten çok bir “iç mesele” gibi yaklaşmak daha yaygın bir tutum. O nedenle, dünya çapında güçlü bir mücadele programı kurmak ve yönetmek, bunun bir parçası olmak bakımından çok fazla deneyimimiz de yok. Böyle bir deneyime yaklaşabilmek beklentisiyle bu alana giriyoruz. 

Esasen “İlerici Enternasyonal” göründüğünden daha mütevazı bir girişim. Fakat ön planda görünen, tanınan, bilinen, eserleri ve söylemleriyle takdir edilen insanların çokluğu ve tartışmalı nitelikleri, Türkiye’de başka yerlere nispetle daha çok tartıştırdı İlerici Enternasyonal’i… Ancak, bizim için asıl önemlisi, İlerici Enternasyonal’in gerçekleşmiş değil gerçekleşmekte olan bir yapı olması. Biz, bu sürecin içerdiği imkanları keşfetmek  ve bu çabadan anlamlı bir sonuç çıkarmak için bu girişimde yer alıyoruz. 

YM: Sizin katılım süreciniz nasıl gelişti? 

EK: İlerici Enternasyonal’in attığı ilk adımların içinde değildik; hatta haberdar olduğumuzu söylemek bile doğru olmaz. Ancak, konu önümüze gelene kadar gerek HDP gerek SYKP, Sovyetler Birliği sonrası dönem hakkında çok şey düşünmüş, çok şey söylemiş ve eylemişti. Bu birikim her iki düzlemde de ilişki biçimlerini, örgütlenme biçimlerini, programatik kurguyu baştan sona değiştirdi. Sosyalist hareketteki dönüşüm, Kürt özgürlük hareketinin dönüşümüyle birlikte HDP’ye de yansıdı. Aslında İlerici Enternasyonal’i ortaya çıkaran süreçte uluslararası bir platform üzerinde konuşulmakta olanları biz de kendi zeminlerimizde hep tartışa geldik. Dünya Sosyal Forumları, sönene kadar ilgi alanımızdaydı. Son, 4. Kongresinde HDP, bir enternasyonal ihtiyacını dile getirmişti ama bunun için henüz kollarını sıvamış, bir inisiyatif almış da değildi. İlerici Enternasyonal’e katılma önerisi HDP’ye geldi. HDP devrimci ve sorumlu bir kuruluş olarak, bu öneriye omuz silkemezdi. Zira çağrıda bulunanların önde gelenleri, bugüne kadar Kürtlerin özgürlük mücadelesinin ve Türkiye’nin demokrasi ve toplumsal kurtuluş kavgasının yanında yer almış kişi ve kuruluşlardı. Ancak HDP haklı olarak bütün gövdesiyle birlikte sürece dahil olmaktansa görerek ilerleme yolunu seçti: HDP’nin Avrupa ve dünya ölçeğinde sürdüre geldiği çok yönlü mücadele ve ilişkileri çekip çevirmek açısından sonuçlarını ilk bakışta ön göremediği bir alana girmekten imtina etmesi doğaldı. Dolayısıyla Uluslararası İlişkiler Komisyonumuz süreci içeriden izlemek, gelişmelere müdahil olmak, katkıda bulunmak ve gidişatta söz sahibi olmak bakımından, İlerici Enternasyonal’in karar organı olan “Danışmanlar Kurulu” üyeliğini üstlenmemi istedi. HDP’nin İlerici Enternasyonal’e kurumsal olarak değilse de Onursal Başkanı ile katılması bu davete icabetin sonucu. İlerici Enternasyonal’in, uzun mücadelelerin ardından ortaya çıkardığımız, “dünya proletarya diktatörlüğünün bayrağını hep beraber yükselttiğimiz”, üçüncü enternasyonali kaldığı yerden sürdürdüğümüz ortak eserimiz olduğunu söylemek hem zaman dışı hem de gülünç olur. Kaldı ki, İlerici Enternasyonal’in arkasında bu çapta bir yığınak da yok. 

YM: İlk çağırılardan bugüne İlerici Enternasyonal hem katılımcıları hem de ideolojik/politik içeriği bakımından ne yönde ve nasıl bir gelişim gösterdi? Bu çağrıya başka kimler icabet etti? 

EK: Çağrının yayınlandığı dönemdeki etkisiyle kıyaslayınca, Sanders Enstitüsü bugün pratik işleyişin tamamen dışında ve gündemden düşmüş gibi; Bernie Sanders adını duymuyoruz bile tartışmalarda. Sanders Enstitüsü’nün süreçle ilgili ne dediğini de bilmiyoruz. ABD’de son dönemin sert toplumsal mücadeleleri içinde öne çıkan “demokratik sosyalizm” akımının çeşitli odakları, siyah hakları için mücadele eden “Black lives matter”  hareketinde yer alan şahsiyetler ve sözcüler “Danışmanlar Kurulu”nda yer alıyorlar. Fakat etkin bir katılım öbeği olarak Sanders’ın başını çektiği bir hareketten  söz etmek çok mümkün değil. Benim gördüğüm kadarıyla, büyük kitlesel katılımlar, ilgiler veya sözcüler açısından ağırlık, bu çağrıya icabet edenlerle birlikte, Latin Amerika’ya, Kuzey ve Güney Afrika ve Doğu Asya’ya doğru kaydı. Kuzey ve batı yarım küreden Naomi Klein, Noam Chomsky ve benzerleri şu an seslerini duyuruyorlar ama İlerici Enternasyonal’e Kuzey Amerika ve Kanada’dan etkin, yığınsal katılımlar yok; ABD’deki güçlü ve pandemi sırasında da varlığını kuvvetle hissettiren sağlık emekçileri sendikası sözcülerini saymazsak. 

Özetle, ilk çağrıyı izleyen  iki yıl içerisinde, ağırlık merkezleri, ilişkiler,  iletişim ağındaki katkılar itibariyle pek çok değişiklik olduğunu söylemeliyim. Dolayısıyla “İlerici Enternasyonal” durmuş, dinmiş, kuruluşunu tamamlamış bir yapı değil. Üstelik ben bunun, sağlıklı gelişim açısından olumlu olduğunu düşünüyorum. Gene de başlangıcın süreçte bir  etkisi var kuşkusuz. Bu açıdan, Sanders Enstitüsü ile kıyaslandığında süreçte Varoufakis’in ve DiEM25’in daha etkili olduğunu/olmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Hiç değilse, İlerici Enternasyonal’i halihazırda, ilk kurgusu bakımından onların oluşturduğu altyapılar taşıyor. Fakat daha önemlisi, birliğin temel metinleri hem ilkeler hem de yapı açısından katılanların hepsiyle birlikte tartışılmaya devam ediyor ve sorunlara cevaplar bulmaya çalışılıyor.  

YM: Daha önce verdiğiniz bir röportajda; mesela Almanya’dan Die Linke’yi, Fransa’dan Sol Parti’yi, Şili’deki kadın hareketini, Avrupa’daki ekolojik isyanın içinden çıkıp gelen güçleri ve benzerlerini bu ortaklık zemininde görmeyi istediğinizi söylemişsiniz. Neden yoklar?

EK: Evet ben bu saydığım öznelerin İlerici Enternasyonal’e katılımlarını önemsiyorum ama ne olacak kestiremiyorum. Gördüğüm kadarıyla, DiEM25’in iddiaları, sadece kıtadaki geleneksel sol siyasetlere değil yeniden kurulan sol hareketlere karşı da bir itiraz olarak okunuyor. Bu algı, Avrupa solu içerisinde, İlerici Enternasyonal zeminleriyle diyaloğa, geçişliliğe imkan vermeyen bir gerilim ve katılık doğuruyor. Gözlemlediğim kadarıyla, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde ve Avrupa Parlamentosundaki sol gruplarda (UEL ve GUE/NGL) yer alan politik partiler bir kaçı dışında girişime henüz ilgi duymuyor. 

DiEM25 “Demokratik Avrupa” çağrısıyla yola çıktığı için Avrupa’da bir karşılığının olması beklenebilirdi ama görünen etkisi çok zayıf ve Avrupa sol partileri ile çok mesafeliler ya da onlar DiEM25’e mesafeli. Konuya ilişkin her tartışmada Podemos’un, Syriza’nın, Die Linke’nin, Britanya İşçi Partisinin burada olması gerektiğini; onlardan uzakta bir Avrupa siyaseti yürütmemizin mümkün ve akıl kârı olmadığını, bunun Avrupa’da sözümüz yok demek olduğunu ifade ediyorum. Fakat şimdilik bu sözlerin bir yankı uyandırdığını söylemem pek mümkün değil. 

Varoufakis ve DiEM25, Avrupa Birliği ve Parlamentosunun bürokratik, oligarşik bir hakimiyet cihazı olduğu; buna karşı cepheden mücadele edilmedikçe, kalıcı herhangi bir sonuç elde edilemeyeceği; bunun yerine, ulusal ve yerel özerklikleri tanıyan yeni bir Avrupa Parlamentosu kurulması gerektiğini söylüyor. Bu, Brüksel statükosuna meydan okumak demek. Öte yandan, Avrupa Birliği sürecinde eleştirel olarak varlık gösterseler de bugüne kadarki kurumsallaşma içinde yer almış ve sürdürmüş olanların on, yirmi yıllık müktesebatıyla da tartışmak demek. DiEM 25 hareketi bu açıdan da Avrupa’daki sol/sosyalist partilerle henüz rezonans kuramıyor ama bu bence tuhaf ve irrasyonel bir tutum, böyle olmamalı. 

İlerici Enternasyonal büyük oranda, Varoufakis ve DiEM25’in iradi çabalarıyla ortaya çıkan bir oluşum. Gerek Varoufakis’in Syriza’dan ayrılış sürecindeki çatışma, gerekse yukarıda bahsettiğimiz gerilim, DiEM25’in kurucu merkezinde yer alanları, enternasyonalin ispatı vücut etmesi konusunda aceleciliğe sevk ediyor.  Yeterince hızlı hareket edilmezse, hareketin momentumunu koruyamayacağından endişe ediliyor. Bloke edildikleri düşüncesiyle, dışarıdakilerle ortaklaşma için ısrarlı bir çabaya da girilmiyor. Dolayısıyla İlerici Enternasyonalin kuruluşunda böyle bir doğum lekesi var. 

YM: Peki bu doğum lekesini ortadan kaldıracak ya da önemsiz kılacak şey ne olabilir?

EK: Büyümek. Başka çaresi yok. Büyüyünce işler zaten değişecek. Ama şimdilik gündelik işleyişte DiEM25 kadrolarının insiyatifinin hissedildiğini söylemek yanlış olmaz. 

YM: Henüz kesinleşmemekle birlikte, Açılış Zirvesi’nin öncesinde ve sonrasında bileşenlerce tartışılan birliğin kurucu ilkeleri, programı sayabileceğimiz “Points of Unity” metni kabulün arifesinde bildiğimiz kadarıyla. Fakat söz konusu metin, sol-sosyalist hareketin, Marksistlerin alışkın olduğu kavram setinden bazı yerlerde farklılaşıyor ve bu durum enternasyonalin söylemlerinin müphem yanlarının olduğu yönünde eleştirilere ve ufkunun sınırlarıyla ilgili tartışmalara neden oluyor. Katılır mısınız bu eleştirilere?

EK: Şahsen, ilkeler bildirgesi diyebileceğimiz, “Points of Unity” belgesine, bazı müphem yanları olsa da, esastan bir itirazım yok. Çünkü İlerici Enternasyonal’in, “İsveç sosyal demokrasisi”ni ABD için de isteyen Bernie Sanders’dan, kendini Marksist-Leninist olarak tanımlayan Vijay Prashad’a, anarşist Chomsky’ye, çağdaş sınıf çelişkilerine radikal yeşil-sol pencereden bakanlara kadar çok geniş bir spektrumu var. O açıdan, kimi yer ve zamanlarda dilinin müphemleşmesi kaçınılmaz. Buradaki tartışmalar dolayısıyla, HDP’yi bir araya getirirken biz ne yapmışız diye, dönüp baktığımda aslında HDP programının da pek çok müphemlik taşıdığını görüyorum. Buna rağmen program temelinde bir araya gelmekla aslında ne kadar akıllıca bir şey yaptığımızı da görüyorum. Çünkü bu sayede, Türkiye’de belki de başka türlü hiçbir zaman bir araya gelemeyecek olan mücadele öbekleri bir araya geldi. Burada da benzer bir sağduyu ve mantığın hakim olduğunu söylemek mümkün.

Ama bir bütün olarak baktığımızda, İlerici Enternasyonal’in ufkunun kapitalizmin ötesinde olduğu tartışma götürmez. Bizim açımızdan değeri zaten burada. İlerici Enternasyonal, öncelikle sadece bizim değil başkalarının da dediği gibi, kapitalizmin ötesine bakarak kapitalizmi aşma amacıyla kurulan bir ittifak olarak görülmeli. İkincisi, dünya çapında anti-faşist,  yükselen sağa karşı bir ittifak olarak görülmeli. O açıdan, sistemi sağ totalitarizmin tanımladığı/tanımlamaya başladığı ve kapitalizmin kendini şimdi hırslı bir uluslararası rekebet ikliminde yeniden üretmekte olduğu da akılda tutulacak olursa, bu çıkışa “sistem içi” demek, kabul edilebilir değil. Bu bir eleştiri sayılmaz. 

Kapitalizm ötesine bakıştaki müphemlik ise, bence hareketin bugünkü kompozisyonu ve doğasıyla çok yakından ilgili. Çünkü bu bir uluslararası koalisyon ve arkasında yenilmiş 20. yüzyıl devrimlerinin mirası var. Gerek kuşaklar, gerekse trendler itibarıyla Sovyetler Birliği yıkılmadan önceki dünyanın solunda yer alanlarla, yani yirminci yüzyıl devrimlerinin içinde yaşamış ya da onları ve terminolojilerini benimsemiş olanlarla, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla başlayan yeni vakumda oluşan bir dünyanın/dönemin ortaya çıkardığı – occupy hareketi, muhtelif alan/meydan hareketleri, sosyal forumlar ve benzerleri gibi- yeni akımların buluştukları bir yer burası. O nedenle ne yeni kuşak eylemciler, eskiden olduğu gibi “Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi”nde tanımlandığı şekilde komünizme dair açık bir teorik kavrayışa sahipler; ne de 20. yüzyıl deneyimlerinin içinden gelenler “yaşandığı şekliyle sosyalizm”in, “reel sosyalizm”in, teorinin gerçekleşmesi olduğunu iddia edebilecek durumdalar.

Ve öte yandan, modern dönemin bir kurtuluş ideolojisi/felsefesi olan Marx’ın eserinin, post-modern dönemde bir kere daha düşünülmesi gereken koşullarda, kaçınılmaz olarak, hiç kimse bu kesinlikte iddialarda bulunamıyor. Kesin olan tek şey, kapitalizmin sonlu olduğu ve sonunun gelmekte olduğudur; bu tespitte İlerici Enternasyonal’deki herkes birleşiyor. “Kapitalizm yaşayabilir, yaşatılabilir, yaşatalım” demiyor. Bilakis, kapitalizmin bir dünya savaşına neden olabileceği, gezegeni ortadan kaldırabileceği, bunu önlemenin biricik yolunun kapitalizmin ötesine geçmek olduğu hususunda birleşiyor. 

Ne var ki, bu bileşenlerle henüz belirtik olarak “sosyalizm” etrafında birleşilemediği, “sosyalizm ne?”,  “neye sosyalizm diyoruz?”, “eski sosyalizmin nesi sosyalizm değildi?” soruları üzerinde ortak yanıtlara ulaşılmış olmadığı için, “post-kapitalizm” kavramı bu çeşitlilik ve çokluğun buluştuğu ortak payda olarak iş görüyor. Bence, “Aşil topuğu” da burası: sözgelimi bazılarına göre, çalışmanın -emeğin- teknolojik gelişmelerle değiştirdiği gerçekleşme koşullarıyla birlikte, daha şimdiden bildiğimiz haliyle kapitalizmin ötesine geçildi. Bunlarla ötekiler uzlaşıyorlar mı? Bunların hiçbirisi tam olarak tartışılmış değil. 

Ben kendi payıma post-kapitalizmi, bir geçiş süreci, bir politik devrimle henüz taçlanmaksızın süre gitmekte olan bir sosyal devrim süreci olarak okuyorum. Kuşkusuz bu temelde bir tartışma henüz sırasını bekliyor. Dolayısıyla bitmiş bir şeyden ziyade, başlamakta olan bir şeyden söz edebiliriz. Bu hem bir güçlük hem de bir imkan. Ama cazip tarafı da bu zaten. 

YM: Metine sizin katkı veya itirazınız oldu mu?

EK: Benim metnin bu haliyle özel bir sorunum yok, ama bir barış maddesinin eklenmesi gerektiği konusunda ısrarcı oldum. İki sebeple eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Birincisi, nükleer savaş tehdidinin yeniden doğduğu bir dönemde bundan geri durulamaz. İkinci neden, hala sürmekte olan kurtuluş savaşları. Kürdistan, Bengal, Sri Lanka, Kolombiya, Keşmir, Filistin, Yemen, Ukrayna meseleleri ortada dururken, hangi türden olursa olsun bir enternasyonal bu meseleleri üstlenmeden edemez. Tartışmaların gidişinden bu önerimin içerileceğini anlıyorum. İlk tartışmaya açıldığı günden bugüne kadar gösterdiği ilerleme nedeniyle de metni ayrıca tasvibe değer buluyorum. 

Ancak, İlerici Enternasyonal platformlarında danışmanlar ile kuruluşlardan gelen delegelerin bu metni ayrı ayrı tartışıyor oluşu da eleştiri konusu yapıldı. Vijay Prashad tarafından dile getirilen eleştiride, “Danışmanlar Kurulu”nun binlerce insanı temsil eden delegasyonun görüşlerinden haberdar olmaksızın tartışıp sonuca varmasının kabul edilemez olduğu dile getirildi. 

En çok tartışılan konu ise, önceliğimizin ne olacağı, zincirin hangi halkasının tutulacağıydı. Ben hareket noktamızın, bugün asılmamız gereken halkanın,  anti-faşizm ve barış olması gerektiğinde ısrar ediyorum. Bu iki konuyu birbirleriyle dolaysız ilgilerini de göz önünde tutarak önceliğimiz kılmaksızın, bu mücadele dinamiklerine tutunmaksızın küresel ölçekte anlamlı hiçbir şey yapamayız. Kuşkusuz küresel iklim krizi temel bir mesele ve mücadele konusu. Mümkün olan her yerde bu mücadele bayrağı etrafında toplanmak şart. Ancak, Trump’ın Amerika’da bir kere daha işbaşına gelmesi ve bunun tetikleyeceği zincirleme gelişmelerle birlikte, dünya çapında bir faşizm tehdidiyle karşı karşıya kalacağımız açık. Dolayısıyla, İlerici Enternasyonal’in kendisini aktüel olarak bir anti-faşist ittifak olarak ortaya koyması ve bu mücadeleler içinde kurması gerekir. Benim katılıp izleyebildiğim tartışmalardan, anti-faşist mücadelenin öne çekileceğini kestirebiliyorum. Ama farklı oturumlarda pek çok tartışma yapıldı ve hepsini takip edemedim. Benim katıldıklarımda yönelim böyleydi.

YM: İlerici Enternasyonal birlik ilkelerinde bir sosyal ağ veya fikri zemin olmakla yetinilemeyeceğini, amacının içinden geçmekte olduğumuz krizlerin ölçeğiyle orantılı bir kolektif eylem olduğunu, faaliyetlerinin kendisini gezegen çapında bir seferberlik için hazırlamak üzere tasarlandığını iddia ediyor. Peki bu amaçlar için enternasyonal ne yapacak, nasıl örgütlenecek?

EK: İlkeler bildirgesinin bir başka bölümüne baktığımızda, ilerici enternasyonali dünya çapında süren mücadelelerinin birleştirilmesinin alt yapısını kurmakla görevlendirdiğini görüyoruz. Kendi hakkında en net, en açık sözlü konuştuğu 4. maddede şöyle diyor: “Bizim görevimiz, enternasyonalizm için altyapı inşa etmek. Biz bir hareket değiliz. Biz, enternasyonalimizin üyesi olan hareketleri destekler, onlar arasında bağlar kurar ve güçlendiririz: savaşma ve kazanma gücüne sahip gezegen ölçeğinde bir cephe için bir yapı iskelesiyiz.”. Bunlar bana oldukça mantıklı ve yapılabilir görünüyor. 

İlerici Enternasyonal kendisini bir hareket veya onun dinamosu olarak görmüyor. Daha ziyade hareketlere hizmet eden, onlara istikamet tayini açısından yardımcı olan, dünyanın nereye gittiği konusunda sıkça onları uyaran ve birbirlerinden haberdar olmalarını sağlayan bir yapı olmakla sınırlıyor. Bu aşamada bunun dışında bir işlev yüklemenin mümkün olmadığı konusunda bir mutabakat da söz konusu. Fakat kimi iddialarının ima ettiği şeyler ile bu belirleme arasında bir asimetri olduğu da açık. O yüzden, ilerici enternasyonali, mücadelelerin bir araya gelmesiyle oluşan bir yapı olmaktan daha çok mücadeleleri birbiriyle temasa sokan ve onların birlikte yürümesine yardımcı olan bir yapı olarak görmemiz daha yerinde olur. 

YM: Green New Deal (GND=Yeni Yeşil Sözleşme) ve/veya Universal Basic Income (UBI= Temel Yurttaşlık Geliri), ilerici Enternasyonalin güncel politik taleplerinin belirlenmesinde ilham kaynağı veya zemin olabilir mi?

EK: Green New Deal bence güneyden çok kuzeyin gündeminde olan bir tartışma konusu. Çünkü bu teklif, karbon salımını, daha doğrusu hidrokarbür temelli yakıtlarla çalışan sanayileri ortadan kaldırırken, büyük bir işsizlik dalgasına yol açmamayı hedefleyen ve şüphesiz kapitalizm içinde kalan bir tedbir. Tıpkı Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Büyük Depresyon’dan çıkışın formülü olan klasik New Deal gibi. Green New Deal’ı, bir özgürlük önerisi olarak değil, öngördüğü yeşil dönüşümün işçi sınıfını haleldar etmemesi doğrultusunda bir uzlaşma önerisi olarak görmek gerekir. Öte yandan, bu teklifin, post-kapitalist tedbirlerle bağdaştırıldığında, yeniden kurulacak işletmelerin sadece mülk sahiplerine ait olamayacağı, işçilerin bu işletmelerin hem hissedarı hem yöneticisi olabilecekleri bir mülkiyet çerçevesi içerisinde düşünülmesi gerektiği savunuluyor. Bunlar, ister istemez muğlak ve su kaldırır öneriler ama bizim gibi ülkelerde üzerinde fazlaca düşünülmese de kuzeylilerin en önemli gündemlerinden biri bu. Örneğin Britanya İşçi Partisi’nin kaybettiği seçimlerdeki bildirgesinde merkezi vaadi buydu. Gelişmiş kapitalist ülkelerde solun en önemli vaatlerden biri bu. Temel yurttaşlık gelirinin de doğru, gerçekleştirilebilir, işçi sınıfını ve işsizleri finans kapitale karşı korumaya elverişli bir öneri olduğunu düşünüyorum. Ama enternasyonalin önceliklerine, zincirin hangi halkasını tutması gerektiğine dair fikirlerim yukarıda belirttiğim gibi. 

YM: Bu girişim kurucu bileşenlerinden, söylemlerine hatta ismine kadar pek çok eleştiri ve tartışmanın konusu edildi Türkiye’de. Hatta toplumsal ve siyasal kuvvetleri “reformizm bataklığına sürüklemek” için girişilen yeni bir oyun olduğunu söyleyenler bile oldu. Ne dersiniz; reformizm bugün kelimenin icat olduğu zamandaki kadar büyük bir tehdit veya risk mi? Yani kapitalizmin tarihsel ve ekolojik sınırlarını, sermaye birikim rejiminin tıkanıklıklarını, içerme kapasitesindeki tersinemez düşüşü tartıştığımız bir zamanda, reform talepleri yeni bir uzlaşmayla sonuçlanabilir mi? Yoksa sistemin çelişkilerini derinleştirmek ya da sermayeyi sınırlandırmak gibi bir işlev mi görür?

EK: Şüphesiz bu, ne tipte reformlar peşinde koştuğumuza ve bunların hangi koşullarda icra edileceğine bağlı. Bugün hepimiz, “en devrimcilerimiz” de dahil, devrimci olmayan dönemde devrimci politika yapmaya çalışıyoruz. Dünyada henüz bir devrim ateşinin yandığını söyleyemeyiz. Tam tersine, global tehdidin faşizm ve diktatörlük olduğu,  ekolojik krizin dünya çapında çöküşü ima ettiği koşullarda bu konuyu tartışıyoruz. 

Bu koşullar altında iki temel mesele söz konusu. Birincisi, hala bir devrim yapabileceğimiz maddi koşulları koruyabilmek için lazım olan havayı, toprağı, suyu kalıcı kılabilmek bakımından, küresel ısı artışının yüzyıl sonuna kadar 1 derecenin altında tutulması bir zorunluluk. Bunun üstüne çıktığında, dünya bir çorba kazanı gibi kaynamaya başlayacak. Bu kadar kırılgan bir yerdeyiz. Dolayısıyla, karbon salım düzeylerini, bunu sağlayacak şekilde aşağı çekecek bütün çabaların hayati önemi var. Bu çerçevedeki reformlar uğruna çaba göstermekte hiç bir sorun yok. Bir bütün olarak yeryüzünde yaşam koşullarını sürdürebilmek bakımından ihtiyaç duyduğumuz şeyler bunlar. Sanayide ve kentsel yaşamdaki düzenlemeler, doğa-sanayi doğa-insan ilişkilerine dair pek çok sonuç yaratıyor; bu düzenlemeler reformlarla da elde edilebilir ve bunları talep etmek başka, reformizm başka şey.

İkincisi, faşizm ve diktatörlük koşullarında demokratik alanın genişletilmesi, siyasal özgürlüklerin önünün açılması için çaba göstermek. Örneğin, Türkiye solunun,  sosyalist hareketinin aktüel talepleri alt alta sıralandığında bunun bir demokratik reformlar toplamından daha fazla bir şey olduğunu kim söyleyebilir. Fakat Türkiye koşullarında bunların gerçekleşmeleri, kendiliğinden devrime gebe sonuçları ima ediyor. Örneğin Kürt meselesinin demokratik tarzda çözüldüğünü düşünmek demek, aslında Türk devletinin karakterinin, bütün siyasal rejimin değişmesi demek. Bu da  bizi bir siyasi devrimin eşiğine getirir. Bu taleplerin bir devrimci strateji bağlamında, bir tarihsel dönem içinden gündeme getirilişinde bir sorun yok.

Sorun, kapitalizmin ve kapitalist devletin varlığını sürdürdüğü ve bunların tarih sahnesinden çıkartılışının herhangi bir biçimde programatik bir hedef olarak politik gündeme dahil edilmediği koşullarda, gündelik hayatı iyileştirmekle sınırlı bir ufuk içinde hareket etmektedir. Görüldüğü üzere, İlerici Enternasyonal’in teklifi bunun ötesinde. Aktüel reform talepleri de şöyle ya da böyle paylaştığımız şeyler zaten. Dolayısıyla ben bu “eleştiri”lerin çoğunun ezberlenmiş şeyler olduğunu düşünüyorum. 

Sözgelimi bir devrimin kapısı açılmış ve gürül gürül akmakta olsun; mesela 1917 Şubatı ile Ekimi arasındaki gibi bir tarih aralığında yaşıyor olalım: işte o zaman, reformizm hakikaten bir tehdittir. Ya da bir dünya savaşı başlamıştır ve işçi sınıfının aristokrasisi varsayılan çıkarlarının muhafazası için savaşa onay vermişlerdir: bu koşullar altında reformizm bir ihanet olur ve o varsayılan çıkarlar bile korunamaz. Bunların hepsini biliyoruz. Bilmediğimiz şeyler değil. Fakat, nerede yaşıyoruz, hangi dünyadan söz ediyoruz; eli kulağında bir devrimin önünü mü alıyor bu talepler? Tam tersine, bunlar devrimci çalışmanın önünü açabilir -gerçekleşirse, büyük kuvvetle gerçekleşebilirse. Şu anda göle maya çalıyoruz, yoğurt olacak mı bilmiyoruz. Ama yapmazsak hiçbir şey olmayacak. Böyle bir zemin lazım mı, bu konuda hem fikir miyiz? Önemli olan bu. Üstelik her zaman daha iyisi mümkün, bunda başarılı olunamazsa başka bir konjonktürde başka bir enternasyonalin kuruluşuna da katılabiliriz, bunu denemiş olmak sicilimizi bozmaz. XI. Tez’e bağlı kalmak iyidir: “Filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlaya gelmişlerdir; mesele onu değiştirmektedir.” 
___________________________________
Yaşayan Marksizm,