“Cihad” rejimine son vermedikçe…

Doğası gereği cihad üreten mevcut rejim tasfiye edilmedikçe “başka araçlar”ın devreden çıkarılması, Kürt Sorunu’nun “barışçı çözümü”, ve bir bölgesel savaş olasılığının ortadan kaldırılması, safdil temenniler olmanın ötesine geçemeyecektir.

Fransa’nın “ciddi” siyasi gazetelerinden Le Monde’un yorumuna göre, önümüzdeki günlerde “ […] Erdoğan’ın Irak’taki askeri çatışmayı tırmandırması için bütün koşullar tamamlanmış görünüyor”muş. Yorumcu Jean-Pierre Filiu “‘Garê Katliamı’nın Türkiye’de doğurduğu duygusal havanın [PKK’yi] cezalandırmaya yönelik bir saldırı için elverişli bir iklim yarattığı” düşüncesinde. “Biden yönetiminin Garê’de 13 rehinenin hayatını kaybetmesinden sonra Ankara’nın yanında saf tutttuğu”nu değerlendiren Filiu “Bağdat ve Erbil’in de Sincar Dağları’ndaki PKK varlığına son vermek üzere anlaşarak Ankara’nın önünü açtıkları görüşünde.”

Ancak yazar Erdoğan’ın saldırılarını tırmandırmasının İran’ın PKK’yi desteklemesi dolayısıyla Irak topraklarında İran ve Türkiye arasında bir savaşa yol açabileceğini öngörüyor. Papa Francis’in Irak ziyareti sırasındaki “barış duaları” dışında ortada savaşın önüne geçecek hiçbir gücün görünmediğini” dile getirerek büyük bir “kaygıyla”, dünyayı “çok geç olmadan” savaşı durdurmaya çağırıyor.

Filiu’nun temennilerle gerçeklerin, doğrularla yanlışların, anakronizmlerle kehanetlerin iç içe geçtiği makalesinin çelişkileri, dikkati çektiği dramatik olasılığı da, dile getirdiği haklı uyarıyı da değerden düşürüyor ama öngörüleri tamamen mesnetsiz değil. Sert Esad karşıtlığı ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) sempatisi Fransa diplomasisinin güçlü etkilerini yansıtıyor. Özgürlükçü perspektif yoksunluğu ve sürece emperyalistler arası rekabet açısından yaklaşması ise Kürtler’in Suriye’deki “üçüncü güç” siyasetinin kendine özgülüklerini kavramasını imkansızlaştırıyor: DAİŞ’in yenilgisini ABD’nin hava desteğine, SDF’nin Suriye topraklarının üçte birini ve petrol ve su kaynaklarının tamamını kontrol edişini Şam’la “danışıklı dövüş”e(!) bağlayabiliyor.  Ona sorarsanız Rojava devrimi hiç olmamış. Bu kadarı “iddialı” bir yorumcu için oldukça acıklı.

Ancak Filiu, anakronizmlerine ve apaçık maddi hatalarına karşın Erdoğan’ın genel strateji ve niyetlerini esasen doğru teşhis ediyor -daha doğrusu gözünün gördüğünü inkâr etmiyor. Türkiye’nin takip ettiği -başka ülkelerin yönetimi altındaki her parçada Kürtlerle savaşmaya dayalı- stratejinin, Kürt Sorunu’nu bir bölgesel savaşı da tahrik edecek ölçüde uluslararasılaştırdığını tespit ediyor. Bunun ima ettiği, bütün bölge güçlerini ve müttefiklerini içine çekebilecek ürkütücü sonuçlara gebe çatışmayı da görüyor ve haber veriyor. Çatışma onun öngördüğü ölçüde mukadder olmayabilir ama bu ölçekte bir savaş riski bölge üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı duruyor. Bu yönelişin boşa çıkarılabilmesi henüz teşekkül etmiş olmayan üç önemli koşulun gerçekleşmesini gerektiriyor.

Birincisi, İran ve Türkiye’nin Kürtler’i birbirlerine karşı, Filiu’nun öngördüğü şekilde oynayamaması için Kürtler arası ilişkilerin, her parçada geçmişe göre daha birleşik, senkronize ve dayanışmacı bir mücadele ortaklığına evrilmesi gerekiyor. Bu Kürtlerin tarihsel görevi.

İkincisi, Türkiye’de Kürt sorununda yeni bir sayfa için sürecin niteliklerinin, bir yeni “çözüm iklimi”ni sağlayacak değişkenlerin ve “barış”ın paydaş ve müttefiklerinin 2013-15 arasına göre ciddi biçimde farklılaşması; en önemlisi arada geçen zamanda “çözümcü taraf”ın yok oluşunun doğurduğu “muhatapsızlık”ın yeni muhatap/muhataplar ikamesiyle giderilmesi gerekiyor. Bu, Türkiye demokrasi ve barış güçlerinin görevi.

Nihayet, üçüncüsü Türkiye’nin Kürtlerle savaşı Kürtler’in yaşadığı her yere yaymasının, sorunun çözüm alanı ve aktörlerini tarihte hiç olmadığı kadar uluslararasılaştırmış olması dolayısıyla -tıpkı ay tutulmasının güneş, dünya ve ayın bir hizaya gelmesini gerektirdiği gibi- barışın sağlanması, yerel, bölgesel ve uluslararası dinamiklerin bir arada işlemesini gereksiniyor. Bu dünyanın demokratik güçlerinin görevi.

Bu köşede daha önce yazdığımı tekrar pahasına Erdoğan’ın takip ettiği “uzayan savaş” stratejisine, Carl von Clausewitz’in “Savaş, siyasal münasebetin başka araçların karışımıyla devamından başka bir şey değildir” ilkesi ışığında bakılmasının önemini vurgulamak isterim.  “Erdoğan’ın takip ettiği savaş stratejisinin bir hedefi var: Onun savaşı eski devletten toprak, nüfus ve rejim olarak başkalaşmış bir ‘Sünni-Türk otokrasisi’ -kendine özgü bir faşizm- inşa siyasetinin “başka araçların karışımıyla sürdürülmesi”dir. Bu, Clausewitz’den farklı olarak savaştan rasyonel bir çıkışla barışa değil yeni savaşlara ulaşmayı amaçlayan bir ‘cihad’ stratejisidir.”

Bu gerçekler karşısında Kürt Sorunu’nun çözümsüzlüğünün bir bölgesel savaşa doğru seyretmekte oluşunu “başka araçlar”ın devrede olmasına bağlamak arabayı atın önüne koşmaya benzer. Doğası gereği cihad üreten mevcut rejim tasfiye edilmedikçe “başka araçlar”ın devreden çıkarılması, Kürt Sorunu’nun “barışçı çözümü”, ve bir bölgesel savaş olasılığının ortadan kaldırılması, safdil temenniler olmanın ötesine geçemeyecektir.
______________________________

Yeni Yaşam, 10 Mart 2021