CHP, Kürtler, Wikileaks vesaire…

Kılıçdaroğlu cesur bir programa sahip olabilseydi, iktisadi programının çağırdığı kitleler onu daha sola doğru itebilirlerdi… BDP giderek artan ölçüde Kürtlerin değil yoksul Kürtlerin partisine dönüşüyor. Wikileaks belgelerinin en önemli yanı, ABD elçilerinin Türkiye’yi Washington’ın o anki çizgisi neyse onun yanında tutmak için sonsuz çaba harcadıklarını göstermesi.

CHP-BDP ittifakı?

Geçtiğimiz hafta BDP ve CHP arasındaki seçim ittifakı ihtimailine dair ortaya atılan iddialar solun içerisinde bir heyecan yarattı. Sonradan CHP tarafından kesin bir dille reddedilen bu ihtimali duyduğunuzda siz ne düşündünüz?

Teorik olarak sosyal demokrat partiyle, ezilen halklar için mücadele eden sol partinin ittifak yapması mümkün, mantıksız değil fakat burada, Türkiye’de bu tanımların karşılıkları net değil. Cumhuriyet Halk Partisi ne kadar yoksullara, işçilere dayalı sosyal demokrat parti oldu, ne kadar devlet partisi oldu tartışmalı bir konu.

Evet, Kılıçdaroğlu döneminde bir değişme oldu. Bunu da, yıllardır kendilerini ifade edecek parlamenter bulamayan pek çok emekçi insan, heyecanla karşıladı ama ben hala CHP’nin bu yola girdiğinden emin değilim doğrusu.

Burada bir kere büyük bir problem var. Kılıçdaroğlu’nun kendi programını, kendi yaklaşımını, siyasi tarzını ortaya attığı çeşitli konuşma ve beyanatlar, Kılıçdaroğlu’nun esas olarak piyasaya dayanan, piyasa reformları yoluyla ilerlemeyi öngörmesi bu beklentiyle çelişkili. Kontrol edilebilir bir kapitalizm arayışı içersinde, her zamanki genel geçer “kalkınmacı” yöntemler çerçevesinde, “pastayı büyütelim, nüfusu küçültelim, herkese daha fazla pasta düşsün” fikrinin, ekonomik politikanın ötesinde bir şey demediğini görüyorum.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı sosyal krize ilaç olarak, BDP’nin ortaya attığı “peki, bir bakalım mı ne yapabiliriz” sorusuna vereceği bir yanıt şu ana kadarki müktesebatında yok. Kılıçdaroğlu’nun ağzından ‘K’ harfini duyamıyoruz. Partinin başına geçtiği zaman yapmak istediği ilk şey gidip “siperde dik durmak” oldu: “Harpçiyim, sıkı harp ederim.” Ne olacak? Osman Pamukoğlu daha iyi harp eder, onun partisine bakalım o zaman. Söylemini kurduğu denklem aslında barış değil savaş, özgürlük değil güvenlik, ezilenler değil sermaye, buradan çok fazla şey çıkmıyor ama yine de halkın, pek çok insanın Alevilerin, yoksul insanların, sendikacıların böyle düşünmek için bir sebepleri var. Niye? Heyecanlanıyorlar çünkü, kendilerine benzeyen, kendileri gibi konuşan, aslında hırsız olmadığına herkesin kalıbını basacağı bir adam çıkıp buradaki Gargantualar’ı ittiriyor, Önder Sav’ın bacağını kırıyor, Deniz Baykal’ı öteye itiyor, insanlar da “bu hakikaten bir şey yapacak” diyor.

Ama bence Kılıçdaroğlu da yetersiz bir yerde duruyor. Daha cesur bir programa sahip olabilseydi, iktisadi programının çağırdığı kitleler onu daha sola doğru itebilirlerdi fakat o da yok. O yüzden bence insanlar bunca yıllık gericilikten sonra bir nebze aydınlık diye ummak istiyorlar. Ben yaşıtlarıma bakıyorum, “devrim olmadı, o olmadı, bu olmadı hiç değilse, ölmeden önce sol hükümet zamanında cenazemiz kalksın” diye ummak isteyebilirler. Ama tüm bunlar insanların kendi ömrü hayatlarıyla sınırlı değil.

BDP açısından ise çok büyük bir sorun yok. Onlar kendileri “ittifak” lafını etmediler, yakıştırıldı. Ancak gene de bunlar ikiz anlamlı davranışlar. Bakıyorsunuz Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, o güne kadar beklemişken, rüzgâr böyle bir yerden esti diye atladı girdi CHP’ye. Yazık oldu, orada hiçbir hizmeti olamayacak nasıl ki bir sürü solcu hiçbir işe yaramadıysa…

BDP açısından işler iyi gitti. Onlar böyle bir seçeneğin de olacağını kamuoyuna düşündürttüler. Ama benim gördüğüm kadarıyla bu ittifak olmayacak, olmaz. BDP’nin sosyalistlerle ittifak kurması lazım.

Benim kafamda daha çok bir sosyal ittifak var. Olabilseydi, ezilen Aleviler, Kürtler, kadınlar, emekçiler bu sosyal kesimlerin öz hareketleri politikaya tercüme edilmiş olsaydı zaten, kocaman bir koalisyon oluşabilirdi. Böyle bir sosyal hareketlilik yok ne yazık ki, Kürtler dışında.

Sözünü ettiğiniz koalisyon ölgün bir durumda sanıyorum… Bunların içinde kimde çaba var peki?

İşçi hareketi tarihinin en ölgün dönemini yaşıyor. Kadınlar çok çabalıyorlar. Ben hakikaten Türkiye’de kadın hareketinin geleceği olduğunu düşünüyorum. Fakat bu henüz her bir kadının kendi kendine yürüttüğü bir mücadele. Güneydoğuda kadın hareketinin çok daha geliştiğini, çok daha politik olduğunu hepimiz görüyoruz. Burada da ben havadaki elektrikten hissediyorum. Kadınlar erkek hâkimiyetinden kurtulmak için delice bir arzu içindeler ve o yüzden gırtlaklanıyorlar, boğazlanıyorlar falan ama bu da düşündürtüyor ki kadın ittifakı var erkek hâkimiyetine karşı. Bunlar henüz önümüzdeki seçimde netice vermeyecek kadar ham durumdalar. Ama tarih o yöne doğru akıyor. O yüzden seçimde ne olur ne olmaz değil de, böyle bir sosyal geleceğe yatırım, işi politika kadar sosyal mücadele alanında görmeye çalışmak bana çok önemli geliyor açıkçası.

Peki, bu seçimler BDP açısından nasıl bir yol ayrımı yaratacak?

2011 seçimleri de önemli tabii. Eğer BDP meclise öncekinden daha geniş bir grup sokabilirse bu ister istemez MHP ve AKP iskemlelerinde bir azalmaya tekabül edecek. CHP’ninki bir miktar artacak, BDP’ninki bir miktar artacak demek ki MHP’ninki azalacak. Bunun anlamlı bir sonuç yaratabilmesi için sezgim o ki, BDP -henüz bir tutum açıklamadı ama BDP-Sosyalistler ittifakının ima ettiğinden- daha geniş bir popüler ittifak isterdi, fakat şartlar maalesef onu ortaya çıkartmıyor.

Kürt tabanı bunun üzerinde bu kadar düşünüyor mudur bilmiyorum. Ama ‘KCK’nin kapsadığı alanın bir meşruiyeti ve bir iddiası var. CHP’li olmanın bölgede bir iddiası yok. O yüzden kendi iddiasının gerçek olmayan bir proje için zayıflatmasına bence reaksiyon gösteriyor KCK’nin sözcüleri. Sadece BDP demiyorum çünkü bu çok daha geniş bir koalisyon, onların bundan hoşlanmaması normal ama Sezgin Tanrıkulu’nun yapmak istediği şeyi yapması onun hakkı, böyle karşıya alınması caiz değil bence. Ama Bölgede Kürt toplumunun çoğulcu ve heterojen olduğunu, giderek artan biçimde görüyoruz. Sağ-sol, sermaye- emek, zengin-yoksul, orta sınıflar-alt sınıflar ayrımını her gün yeniden görüyoruz. O yüzden ben giderek sol sosyalist ittifakın daha çok mümkün hale geldiğini görüyorum, çünkü BDP giderek artan ölçüde Kürtlerin değil yoksul Kürtlerin partisine dönüşüyor.

Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi?

Bu bir yandan iyi bir şey, bir yandan da sorunlu bir şey. Böyle olmayı becerebildiğiniz zaman bir miktar nüfus kaybedersiniz. Sermayedarlarla o kadar rahat konuşamazsınız. Osman Baydemir tüm Kürtleri korumaya çalışır, bu kez de “dur bir dakika sen yoksul Kürtlere bak, ötekilere başkası baksın” denilir. Bu gerilimleri de anlıyoruz. Bu gerilimler aslında Türkiye’de hayatın devam ettiğini gösteren işaretler. Yekparelik, ölgünlük, tek başınalık yok, mücadele var.

Tabii bu ittifak ihtimali dışarıdan bakınca yıpratıcı eleştirilere de maruz kaldı. Bu ihtimal de olsa bir çekince olmuş olabilir? Bu yanını öngöremediler mi dersiniz?

Ben bunları politikada doğal olarak görüyorum. Bir keşif harekâtı olarak da görüyorum. “Bakayım ne var burada” der gibi. Baktılar ve bir şey olmadığı çıktı ortaya. Bundan BDP bir şey kaybetmedi. Sonuçta ‘K’ harfi etmeyen birisiyle BDP bir ittifak kuramaz. Bu ittifakın manası olması lazım. O zaman AKP’yle ittifak kurması daha mantıklı olabilirdi. AKP’nin hiç değilse “açılım” projesi var. Aslında Allah’ın emri değil CHP’nin böyle olması, CHP özgürlükçü bir yere doğru giderse olur. Onun gibi muhalif olan partiler her yerde “çözüm partileri”, İspanya’da, Portekiz’de, Yunanistan’da…

CHP bu açıdan çok fazla seçkinci ve beyaz Türklerin âlemine sıkıştı. Hatırlayın 2007 seçimlerinde bütün faşist beyazlar da oylarını Deniz Baykal’a verdi. Ben BDP ile ittifakın bugün Türkiye’de anlamlı bir politik seçenek olduğunu sosyalistler için düşünüyorum ama bütün sosyalistler de böyle düşünmüyor. Ben isterim ÖDP, EMEP, bu çizgiye girsin, böylece çoğulcu bir sosyalist ittifak olsun çünkü BDP, ben öyle görüyorum ki solun eleştiri ve önerilerine çok açık bir hale geldi. Çoğalalım işte ne var. Ben böyle bakıyorum.

CHP ve sol

CHP artık Kılıçdaroğlu döneminden sonra değişmeye başladı gibi görünüyor. En azından beyaz yaka dediğimiz kesimden kopuyor gibi bir hava da var. En azından Kılıçdaroğlu’nu sokakta görmeye başladık. Buradan da yola çıkarsak Türkiye’deki solun durumunu sokaktan kopmak olarak düşünenler var, siz ne düşünüyorsunuz?

Bunların doğru olmadığını hepimiz biliyoruz. Bence “sol sokaktan çekildi” öyküsü doğru değil.  Ne kadar olabiliyorsa, sokakta sadece sol var. Çünkü AKP’lilerin sokakta olmasına lüzum yok zaten, o herkesi sokaktan eve taşımaya çalışıyor. Ev ile “sükûnet”, “huzur”, “asayiş” sağlanıyor. Faşistler sokağa çıktığında neler yaptıklarını görüyoruz. Onlar evlerinde otursunlar daha iyi olur. Ücret zamlarına, yoksulluğa, pahalılığa, sol karşı.

Siz CHP’nin kapitalizmle suni bir denge kurmak üzerine kurgulanmış olan sosyal piyasacı söylemlerini sert bir dille eleştirdiniz ve “Devrim, CHP’yi aşar” dediniz. Peki seçimlere az bir zaman kala Türkiye sosyalistlerine nasıl bir somut yol öneriyorsunuz? Halkın önüne soldan gerçekçi bir alternatif koymanın yolu nedir?

Benim somut önerim şudur: Birincisi bence sosyalist hareket Türkiye’de demin sözünü ettiğim gibi, bir sosyal sınıflar koalisyonuna seslenmeli ve bunu temel tabanı kılabilmeliydi, bu yok. Ama bu bir temel fikir olarak yaşamalı. Solun seçim talepleri, seçim platformu 2011 seçimlerine doğru giderken, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin ve emekçilerin talepleri üzerine kurulmalı ama bunlar iktisadi indirgemecilik ya da kimlik indirgemeciliğinden daha çok, bir gelecek toplum özleminin ifadesi olabilecek kapsayıcı bir çağrıya kavuşturulmalı. Düşünün mesela AKP’nin bugün yaptığı şeylerin ne kadarını seçim programında teklif ettiğini, aslında AKP insanlara genel olarak daha özgür yaşayacakları bir âlem teklif etti. Bunun için işçi maaşı şöyle olacak demedi. Aslında kendilerini sıkıştırılmış, bastırılmış hisseden İslamcı muhafazakâr kitlelere, kendi iktidarı döneminde hem itikatlarını sürdürüp, hem de zenginleşebilecekleri imasında bulun­du. Şimdi biz bununla rekabet edemeyiz, bizim insanları ne öte dünyaya bağlamak için ruhsat var elimizde ne de bu dünyada dağıtacağımız bizim elimizde olan bir zenginlik var. Ama insanların karşı karşıya kaldıkları büyük açmazları ve edinmek istedikleri geliri bir özgürlük ve refah tablosuna tercüme edebiliriz.

Bu nasıl olacak?

Her şeyden önce, halka bir ayrıntılı bir program teklif etme yerine, halkın kafasındaki nispeten bulanık aranışa tercüman olabilmek; bunu bugünkü düzenin ötesine seslenen bir dil ile kurabilmek -bence metodoloji bu. Bunu nasıl yaparız ayrıca konuşuruz ama sanırım burada “barış” çok önemli bir eksen olacak, “özgürlük” bir başka eksen olacak, “onurlu yaşam” çok esaslı bir eksen olacak ama bunların her günkü hayatın diline tercüme edilebilmesi için kafayı ve bilgiyi çalıştırması lazım. İkincisi pratik olarak bence herkesin kazanabileceği bir koalisyonun peşinde koşmamız lazım. Bu koalisyonun bugünden oluşması lazım. Ben Türkiye’de sermaye sahiplerinin, zenginlerin, sağcıların koalisyonu iyi kıvırmalarına, solcuların ise koalisyon yapmayı beceremeyişlerine bir anlam veremiyorum. Yoksa mantıklı bakıldığı zaman bunun böyle olacağını herkes görüyor zaten. Bu koalisyon yok ortada, bu koalisyonu yapabiliriz. Yapmak gerekir. Mümkün olduğu kadar bence yenilikçi bir tavır gerekir. Kadınların çok daha avangard, öncü bir hal tavır içinde olduklarını, erkeklerinse çok köylü olduklarını, her ikisinin yan yana, el ele yürüdüklerini görüp çok şaşırıyorum. Bence kadın daha önde. Şimdi kadın tarafında var olan bu ruh halini, hissiyatı, siyasete tercüme etmenin yolu olacaktır mutlaka. Bunu görmemiz lazım.

Şimdi bu Wikileaks belgelerinin ortaya dökülmesiyle beraber, bu kapitalizmin, ne ekonomisinin ne ekolojisinin, ne siyasetinin, ne diplomasinin hiçbirinin insanlığın özlediği hiçbir şeyle örtüşmediği tam tersi, insanlığın çürümesini temsil ettiği o kadar açık olarak ortaya çıktı ki, ben antikapitalist bir projenin herkesin seve seve kucaklayacağı bir proje olacağını giderek daha fazla düşünüyorum. Bu antikapitalizm nasıl bir sosyalistliğe çevrilebilir, bunu henüz formüle edemediğimizin farkındayım ama insanların kapitalizmin kötü bir şey olduğuna, sadece emekçi oldukları için değil, bu dünyada yaşadıkları için kapitalizmle birlikte yaşayamayacaklarına, giderek artan bir kanaatleri olduğunu görüyorum. Herkes bunları az çok okuyabiliyor ve bu tabloya bir itirazı var. Yoksa herkese bir bisiklet, bir lastik ayakkabı vereceğiz karnı doyacak, ama özgür yaşayacağız palavrasını ben kimsenin yemeyeceğini düşünüyorum.

Ayrıca bu problemlerin sadece yerelde çözülemeyeceğini insanlar görüyorlar. Ve buna itiraz ediyorlar, buna başkaldırıyorlar, kendi köylerindeki derenin başına bir şey geldiğinde Ankara’nın kapısına dayanıyor. Bu şuur kendiliğinden ortada dolaşıyor, tüm bunlara anlam katacak, bu zenginliği bu çokluğu ifade edecek bir siyaset kurgusuna ihtiyaç var. Ben ekolojistlerin, sosyalistlerin, Kürtlerin, Alevilerin, feministlerin bir araya gelip çok anlamlı bir koalisyon kurabileceklerini düşünüyorum aslında. Ama “hadi yap” derseniz bu zaman alır ve seçimler bitmiş olur.

İttifak olsun ya da olmasın bu tip tartışma­lar bize gösteriyor ki sol hareketin içinde bir toparlanma ve bir araya gelme isteği var, sizin de sözünü ettiğiniz gibi. Ama böyle bir girişim yapıldı aslında, uzun zamandır telaffuz edilen Çatı Partisi mesela…

Çatı partisi başlangıçta çok liberal bir projeydi. Bugün Taraf gazetesini çıkartan zihniyetle, Kürtleri, solcuları vb buluşturabileceğini buradan da manalı bir iş çıkabileceğini sanıyordu. Ama görüldü ki, bu proje o haliyle AKP’nin “Kürt Açılımı” projesinin izdüşümü imiş. Sonuçta bu hakikat ortaya adım adım çıkmaya başlayınca yürümedi. Hemen fiyaka kazanması güçlülerin onu cilalamasıyla ilgiliydi. Yoksa çatının üzerini örtebilecek program esaslarından söz etmeye başlayınca “kibar” insanlar kaçtı, proje o haliyle çöktü.

Bundan geriye kalan bir umut olmadı mı sizce?

Oradan geriye “Demokrasi için Birlik Hareketi” diye bu son referanduma emekçilerin ve ezilenlerin boykot cephesi diye girenlerin büyük bölümünü kapsayan camia kaldı. Ben Kürt hareketinin giderek antikapitalist bir yöne doğru meyil ettiği için Kürtlerin batıda kendilerine partnerlik etmesini istedikleri ölçekte diyelim küçük de olsa bu hareketle iş yapmaya çaba gösterdiğini görüyorum. Bence bu seçimde böyle bir çatıdan ziyade “binumut” benzeri bir kurgu olacak. Ortada konuşulan laflar dönüp dolaşıp buraya varıyor.

Bu gidişatı da BDP belirleyecek aslında.

BDP belirleyecek evet. Ama Türkiye’nin batısında sosyalistlerin söyleyeceği söz var. Onu birlikte söylemek mümkün. Çünkü Türkiye’nin batısındaki Kürtler de Bölge’nin özgürleşmesi projesinden daha çoğunu talep ediyorlar. Çünkü Bölge’de yaşamıyorlar, artık burada yaşıyorlar. Emekçilerin kalpleri orada çarpıyor ama bedenleri burada duruyor. Çocukları burada doğuyor, burada büyüyorlar.

Peki, Bölgedeki taleplerle Ankara’daki siyaset ihtimalleri arasında bir asimetri görüyor musunuz?

Bence fiien bölge kendi işini kendisi görü­yor. Onların Ankara’dan beklediği varolan duruma yeni bir hukuki biçim kazandırılması. Yoksa onlar işlerini görüyorlar. Mahkemenin başına gel­miş, akılsız bir adam onların Kürtçe konuşmasını önlemeye çalışıyor ama onlar her yerde Kürtçe konuşuyorlar zaten… Kürtçe alış-veriş yapıyorlar, tabelalarını Kürtçe koyuyorlar… Diyarbakır’da eskiye göre herkesin çok daha yaygın Kürtçe konuştuğunu görüyorum.

Wikileaks ve “ulusalcılar”

Kısa da olsa sözünü etmiştik ama şu son günlerde Wikileaks depreminin içinden geçiyoruz. Ortaya saçılan sayısız belge siyaseti karıştırdı. Sizin içlerinde en önemsediğiniz iddia veya iddialar neler oldu?

Bu belgelerde bulunanlar, elçiliklerin kendi gözlemlerini merkezlerine aktardığı şeyler. Merkezin ne dediğini bilmiyoruz. Bu belgelerde Washington’un sözü yok. Washing- ton’a giden sözler var, her yerdeki, ABD elçiliklerinin sözleri var. Bunlar da değişen hükümetlere göre değişen tavırları yansıtıyor. Yekpare bir şey olmadığını hepimiz görüyoruz. Mesela Eric Edelman AKP’nin devrilmesi için uğraşıyor, besbelli cuntacılarla işbirliği yapıyor. Hiç şüphe yok, bu Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan’nın kızının gidip şahit diye Edelman’ı bulması tesadüf değilmiş-besbelli. James Jeffrey’in yaklaşımının da başka olduğunu görüyoruz. Bunlar Türkiye’ye ilişkin elçilik yazışmaları, fakat benim gördüğüm kadarıyla hepsinin en önemli yanı, Türkiye’yi Washington’ın o anki çizgisi neyse onun yanında tutmak için sonsuz çaba harcadıkları. Bir yandan da, buna dünya ölçeğinde baktığımızda ABD’nin müttefiklerinin her yerde dibini oyduğu, arkasından dümen çevirdiği, tuzak kazdığını görüyoruz. Bence en önemli yanı Amerikan imparatorluğunun etrafında kurulmuş olan dünya düzenin çok büyük bir sahtekarlık dünyası olduğuna dair aydınlanmayı bütün dünyaya yaymış olması…

Benim tahmin etmediğim, ön görmediğim çok az şey okudum Türkiye’ye dair. Geriye doğru dönüp baktığımda aslında hiç de fena değilmiş, neye niyetli olduklarını görebiliyor muşuz, o kadar da gizli bir şey yokmuş diye düşünüyorum.

Ama en şaşırtıcı şeylerden biri Türkiye’de “anti-emperyalist” geçinen pek çok insanın da Edelman’la aşağı yukarı aynı argümanlarla AKP’yle uğraştığını, “AKP işbirlikçi” falan derken aslında kendilerinin Edelman’ın hattına düşmüş olduğunu görmek. Çok eğlenceli tabii. Bu kadar körlük nasıl olabilir diye düşünüyorsunuz ya da aslında bu bir körlük mü?

Bütün bir dönem boyunca hep büyük büyük laflar edildi ama bu “ulusalcılık” NATO’yla ilgili çok az aleyhte laf etti -şimdi onu anlamlandırıyorum- ki onu düşünüyordum, niye hiç NATO aleyhine laf işitmiyoruz diye… Bu sistemle ilgili meselelerinin olmadığını görmüş olduk. Tabii pek çok belge var, bunlar ne zaman açıklanacak, ne olacak bunların hiçbirini bilmiyoruz ama ben şöyle diyebilirim, bu Wikileaks bu belgeleri ilk defa yayımlamadı, Irak’taki Amerikan operasyonunun, Afganistan’daki Amerikan operasyonunun belgelerini yayımladı. Kimse o zaman dönüp çok uğraşmadı, şimdi popüler konu haline gelince herkes bunun etrafına yığıldı. Ben sadece şunu diyebilirim, netice olarak Amerikan devletini ele geçirince bütün belgeleri ele geçireceğiz, o zaman merak ettiğimiz şeyleri görürüz. Ama ben elçiliklerin bilgisinden çok fazla gizili bilgi çıkacağını düşünmüyorum.

Buradan yola çıkarsak sizin de söyleminiz aslında emperyalizmin gücünün abartıldığı… Bu söylem için de biraz erken değil mi?

ABD görevlilerinin gözlerinin önünde sürüp giden süreçte ne kadar cahilce, ne kadar ahmakça, baştan savma fikirlerle hareket edebildiklerini görüyoruz. Doğrusu sistemin hiç de dışarıdan bakıldığı, kendinden korkulduğu kadar yekpare olmadığını, homojen olmadığını, kırılganlıklardan bağışık olmadığını gördük, yüklensek fena olmayacak. Yıkıldığı ve yenildiği bir dönem olmuştu. Geri geldi, ama gene gidecek.

Belgeleri Wikileaks’e sıradan ABD askerleri verdi

Buna karşın bir çok çevre de bu sızıntı hadisesinin başlı başına bir emperyalist oyun olduğuna işaret etti. Siz bunun kontrollü bir sızıntı olabileceği ihtimali üzerinde durmuyor musunuz?

Sonunda bu sızıntı olduktan sonra, sızıntıyı kontrol etmek için Amerika’nın uğraştığını hepimiz biliyoruz bu ortada. Ama bu kontrollü sızıntı iddiası çok çocukça bir şey. ABD’nln bütün her yerdeki mahremiyetinin bir kere delik deşik edildiğini biliyoruz. Ben Amerikan dış işlerinin bu personelle artık çalışamayacağını on binlerce yeni personel alacağını -almaya mecbur kalacağını- düşünüyorum.

Amerika Birleşik Devletleri beğenelim beğenmeyelim bir miktar demokrasidir. Gidip kimsenin kapısına dayanıp ver belgelerimi demedi. Türkiye’de de yapılmadı bu. Çok isterlerdi Taraf‘ın kapısına dayanmayı ve elindekileri almayı. Ben o belgelerin sahiciliğinden şu kadar şüphe etmiyorum Türkiye’ye döndüğümüz zaman. Belgelerin kendilerinin içerdiği bir çok yalan olabilir ama o belgeler gerçekti. Onları askerler Tarafın elinden alamadılar. Göz göre göre madara oldular. Orada olan da budur. Sonuçta Türkiye’de bu kadarı olabiliyorsa ABD’de daha çoğu oluyor. O yüzden de ABD’nin yapaca­ğı tek şey Wikileaks’in insafına sığınmaktan ibaretti, onlar da acımadılar. Bana sorarsanız Wikileaks nasıl derseniz, devrimci bir örgüt olmadığı için bütün bunları yayabilmek için yaygın medyanın kabul edebileceği sınırlarda hareket etmek zorunda. Böyle olduğu için de tabii ki bir kısım belgeler görünemiyor.

Netice olarak biz eskisinden daha fazla bilgiye sahibiz. ABD’nin niyetleri, teşkilatın nasıl işlediği, zayıf karnının neresi olduğu. Ve bize şunu da söylüyor asıl önemlisi bu: Bu belgeleri ortaya çıkartan şey 11 Eylül’den sonra ABD’nin istihbarat şebekesinin bütün unsurlarını interaktif kılabilmnek için bir milyona yakın insan haberleşme ağını açmış olması. Bir milyondan birinin bunu yapaması, belgeler sizıdrımaı riskini göe almak zorunda kaldılar. Çüünkü bu sistemin açmazı. Daima böyledir. Siz yüzbinlerce işçiyi toplayıp çalıştırmadan kapitalizm yapamazsınız. O yüzden o insanlar da bir araya toplanınca devrim yapmak isterler. Siz bir milyon insanı istihbarat şebekesine ortak etmeden, El Kaide saldırılarıyla başa çıkamayacağını düşünürsünüz, ama oraya giren ve o bilgileri gören, aydınlanan insanlar, sonuçta “bir dakika, biz tam olarak ne yapıyoruz, kendimize karşı mı çalışmaya başlıyoruz” diye düşünebilirler. Bunlar kaçınılmaz açmazlar, sistemin çelişkileri… O yüzden şunu hiçbir zaman akıldan çıkartmamak lazım, bir kitle oluşturabilen, kendi çıkarlarının farkında olabilen insanlara devlet sır emanet ettiği zaman bunlar sızar. Asıl açmaz buradadır ama onu emanet etmeden de hiçbir şey yapamaz.

Türkiye’de 600 bin insan askere gidiyor. Askere gittiğiniz zaman o kadar çok şey görürsünüz ki, bütün bunlar aklınızda bir şema, devletin nasıl çalıştığına dair bir şema oluşturur. Devlet siz askerden çıkınca bunları unutmanızı ya da açıklamanızın namussuzluk olduğuna inanmanızı bekler, ahlaken bunu kontrol etmeye çalışır ama onlarca insan da bu bilgilerine dayanarak kendince bir muhalefet çizgisi izlerler. Aslında bu sistem kendi iç çelişkileri olmasa yıkılmaz. Bazıları diyor ki “ama halk…” Halk dediğiniz insan işte orada askerliğini yapan adam. “Halk” gitmiş almış belgeyi vermiş Wikileaks’e. Oldu işte, “halk” getirdi belgeyi. O nedenle halka dayanmadan sistem savaş yapamaz ama halka dayandığı zaman da istediği savaşı yapamaz. Bu açmaz, zaten bizim devrimi mümkün görebilmemizin tek sebebi.

Ülkeler birbirine düşse bundan halkın bir çıkarı mı olacak? Bu tepişmeden dünya halkları için bir ikbal çıkar mı?

Doğrudan bir şey çıkmaz ama bence hiçbir hükümet halkını Amerika’yla işbirliğine eskiden olduğu kadar kolay razı edemez. Hiçbir yerde devlet görevlileri, Amerikan diplomatlarıyla artık eskiden olduğu kadar içli dışlı olamaz. Amerika son derece güçlü bir devlet ama son 10 yılda eskisinden daha az güçlü, hem göreli olarak böyle hem de mutlak olarak böyle. Mutlak olarak üretim kapasitesi daraldı, vs… Evet askeri gücünü koruyor ama göreceli olarak da Çin ondan daha büyük bir güç. Böyle bakınca da ABD için kötü olan, halklar için iyidir deyip meseleye tersinden bakabiliriz.

10.12.2011
Yeni Harman