Ana muhalefet ve müttefikleri “insan hakları ihlalleri”ne yönelik eleştirilerinin uluslararası forumlardaki yankısından iktidardan daha çok tedirgin oluyorlar. Ankara’dan “insan hakları” diye yola çıkanlar Strasbourg’dan “Milli birlik ve beraberlik” yalanına eşlik ederek geri dönüyorlar.
Geçtiğimiz hafta, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Türkiye bir kez daha “Acil Tartışma” gündemindeydi. Tartışma konusu: “Siyasi muhalefete ve yurttaşların itirazlarına yönelik yeni baskılar”dı.
Büyük çoğunluğu HDP belediyelerine yönelik kayyım tayinleri, Kobani protrstolarını kovuşturma bahanesiyle HDP’ye yöneltilen yeni tutuklama dalgası; avukatlara yönelik kitlesel tutuklamalar ve “çifte baro” maskaralığı; gazetecilerin sırf haber yaptıkları gerekçesiyle tutuklanmaları rezaleti; artan gözaltında ve sorguda işkence vakaları; sosyal medyayı toptan susturmaya yönelik yeni yasalar; Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına yönelik kesin AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının idare ve yerel mahlemeler tarafından hiçe sayılması; Abdullah Öcalan ve diğer İmralı mahpuslarına uygulanan maksimum izolasyon; Uluslararası Af Örgütü Türkiye temsilcisi Taner Kılıç ve diğer insan hakları savunucularının çarptırıldıkları mesnetsiz cezalar; İstanbul sözleşmesinden çeklime ve idam cezasının geri getirilmesine yönelik ajitasyon; özetle Ankara’nın bütün kürlü çamaşırları ortaya serildi.
Avrupa Konseyi 47 Avrupa ülkesinin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti normlarının Avrupa’da hakim olması hedefiyle oluşturdukları bir insan hakları birliği. Türkiye’yi bu Birliğe katılmaya zorlayan kimse yok. İstediği an buradan ayrılabilir. Ne var ki, bir “insan hakları bileti” olmadan Avrupa treninde yolculuğa devam edemez. “İnsan hakları” damgası olmadan ihraç ürünlerini Avrupa pazarında dolaştıramaz. Diplomatlarının saygınlığına kimseyi inandıramaz. Türkiye Avrupa Konseyi treninde yolculuk yapmaya mecburdur. Ama, son beş yıldır hükümet; bilet almadan kaçak yolculuk peşinde olduğundan sık sık yakalanıyor; ilk istasyonda bilet alacağı vaadiyle yeniden trene biniyor; sahte biletle seyahate teşebbüs ediyor; gene yakalanıyor. Hükümet, bunların hepsini Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını temsilen yapıyor.
2020’nin son AKPM oturumunda Ankara’nın yüzüne çarpılan bütün gerçekler ve ortaya dökülen kirli çamaşırlar kimse için sır değildi; muhalefetin, sivil toplumun ve habercilerin Meclis’te ve basında dile getirdiği gerçeklerdi. Bunlar Avrupa’da Acil Tartışma gündemi konusu olurken, Türkiye’de ne iktidar medyasının ne de muhalif medyanın ve siyaset insanlarının konusu oldu.
Oysa AKPM’deki muhalefet temsilcilerinin katkısına da açık olarak gerçekleşen bu tartışma, iç dinamiklerin ağır baskı altında olduğu bir dönemde haklar ve özgürlüklerin rejim karşısında dış dinamikler üzerinden savunulması için büyük bir imkandı. Muhalefetin muhtaç olduğu enerjinin tamamını sağlamasa da canlanmasına vesile olabilirdi. Ne yazık ki, ana muhalefet ve müttefikleri “insan hakları ihlalleri”ne yönelik eleştirilerinin uluslararası forumlardaki yankısından iktidardan daha çok tedirgin oluyorlar. Ankara’dan “insan hakları” diye yola çıkanlar Strasbourg’dan “Milli birlik ve beraberlik” yalanına eşlik ederek geri dönüyorlar.
Ankara’dakiler duyamzdan gelseler de, AKPM’nin bu toplantısında uzun yıllardır Türkiye’nin savunuculuğunu yapa gelen Britanyalı muhafazakarların söyledikleri yenilir yutulur cinsten değildi. AKPM’deki bütün siyasi grup sözcülerinin eleştirileri oldukça sertti ancak Avrupa Mıhafazakarları grubu sözcüsü Sir Roger Gale Türkiye’nin artık bir “haydut devlet” haline geldiğini yüksek sesle dile getirirken Ankara’da “fiili bir diktatörlüğün hüküm sürdüğünü” ifade etmekten kaçınmadı. Bunların gerçek olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama bu hakikatin dile getirilmesini Britanya’lı muhafazakarlara bırakanlar ellerinden bir “haydut devlete” sadakat ilanından fazlasının gelmediğini de itiraf etmiş oluyorlar.
__________________________________
Artı TV, 26 Ekim 2020
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.