Türkiye halkları, güya devrim ve sosyalizm ile savaş kapsamında Pentagon, CIA ve NATO karargahlarında üretilmiş iki ucube rejimin liderlikleri arasındaki her türlü ittifak girişimine karşı koyarak Afganistan halklarıyla dayanışmaya, başlayabilirler.
Taliban Kabil’de… Amerika Birleşik Devletleri, 1978’den bu yana Afganistan’a egemen olmak için sürdürdüğü askeri, politik ve ideolojik mücadeleyi kaybetti. 14 millet ve milliyetten oluşan Afganistan şimdi, çoğunluğunu Peştunların oluşturduğu, Hindistan’da doğan Deobandi İslamcılığının yol gösterdiği Taliban’ın hiçbir yasayla sınırlanmamış diktatörlüğü altında.
Taliban’ın Kabil’de iktidara el koyması ABD için utanç verici bir yenilgi. Her şeyden önce Taliban ve genel olarak Afgan mücahitleri, esasen ADB imalatı oldukları için.
Afganistan’daki İslamcı silahlı hareketler, özel olarak da Taliban, 1978-92 arasında Afganistan’daki Sovyet varlığına karşı ABD-Pakistan-Suudi Arabistan’ın verdiği askeri, politik ve ekonomik destekle örgütlenmişlerdi. Mücahitler, ABD’nin ve Batı’nın Siyasal İslamla uğursuz evliliğinin ürünleriydiler. Taliban’ın ilk önderlerinin tamamı ABD’nin besleyip büyüttüğü Hizbü İslamı Halis ya da Harekatı İnkılabi İslami hareketlerinden geliyorlardı.
ABD’nin Afganistan’a ilk müdahalesi dolaylıydı. ABD, 1974-77 Etiyopya devrimleri ve 1978 İran Devrimi’nin ardından 1978’de Afganistan’a yönelik Sovyet müdahalesinin küresel güç dengesinde yol açtığı değişikliğe karşı bir “stratejik mutabakat” arayışına girdi. Ronald Reagan’ın ilk Dış İşleri Bakanı Alexander Haig “yüzyıllar boyu Rus Çarlığı ve Britanya İmparatorluğu arasındaki cephe hattını oluşturan”, ve “II. Dünya Savaşı sonrasında ABD siyasetinin sabit unsurlarında biri” olan “koruyucu İslam kuşağı”nı canlandırmaya girişti. Haig’e göre, “stratejik mutabakatın coğrafyası Sovyet tehdidinin başladığı Çin’den, Pakistan, Mısır, Türkiye ve İsrail’e kadar uzanıyordu.” ABD’nin bu stratejik atağı Türkiye medyasında “Yeşil Kuşak” olarak adlandırılıyordu.
ABD, “Yeşil Kuşağın” bir ucunda Pakistan İstihbarat teşkilatı ISI, Suudi istihbaratı GİD ve ABD istihbaratı CİA iş birliğiyle aralarında Taliban’ın kurucusu Muhammed Omar’ın da olduğu 90 bin mücahidi Afganistan’da eğitip donatıyordu. Öbür ucunda da Türkiye’de “bizim çocuklar” dediği 12 Eylül generallerinin “Türk-İslam sentezi”nin önünü açıyordu. Sünni mezhepçiliğine dayalı resmi din eğitimi Anayasa değişiklikleriyle üniversiteye kadar zorunlu kılınırken, İran İslam Devrimi’ne karşı vahabilik ve ihvancılık kalkanı da Suudi finansmanı ve Diyanet İşleri eliyle yaygınlaştırılıyordu.
ABD stratejisi, İran ve Mısır’da fazla yol alamadıysa da Kabil’de Taliban’ı, Ankara’da AKP’yi iktidara taşıyarak kısmen amaçlarına ulaşmış sayılırdı. Ne var ki, Afganistan’da iktidardaki siyasal İslam, ABD’nin değil kendi amaçlarının eşinde koşmaya, ABD’nin biçtiği rolün ötesine geçmeye başlayınca oyun bitti. ABD 11 Eylül 2001’de New York’ta “ikiz kuleler”e yönelik El Kaide saldırılarını cezalandırma amacıyla önce Afganistan’a, ardından aynı gerekçeyle Irak’a girdi. Irak’ta El Kaide yoktu ama ABD işgali yenik Baas ordusuyla siyasal İslamcıların kaynaşmasına yol açarak Siyasal İslam’ın en kıyıcı ürünlerinden biri olan DAİŞ’in doğumuna ebelik etti. Sahada DAİŞ’in hakkından gelen de ABD değil, Kürtler oldu. Ama Trump yönetimi Kürtler, Suriye ve Irak’ta DAİŞ’le savaşırken, Birleşmiş Milletler kararıyla başlatılmış olan uluslararası askeri harekâtı yarı yolda terk etti. DAİŞ ile Erdoğan arasında kalan Kürtler’e “kendi başınızın çaresine bakın” diyerek, tası tarağı toplayıp çekildi.
Ne yazık ki, ABD halkının Trump yönetimini alaşağı eden büyük mücadelesi sonunda iktidara gelen Biden yönetimi Afganistan’da Trump’ın Rojava’da DAİŞ’e karşı izlediği stratejinin tıpkı basımını sergiliyor. Biden önderliğindeki ABD, Bush yönetiminin meşru bir sebebe dayanmaksızın girdiği Afganistan’dan çekilirken geride yol açtığı iç çekişmeler içinde bizzat kendi eliyle besleyip büyüttüğü zalim bir rejim bırakmış olmanın hiçbir sorumluluğunu üstlenmiyor. Biden’ın Taliban’a boyun eğmeye razı gelmeyenlere söyleyebildiği şu: “Kendinizi kurtarın, sizin için savaşacak değiliz.”
Afganistan halklarının tarihsel beklentisi, hiçbir zaman başkalarının onlar için savaşması değildi. Ama Türkiye halklarının Afganistan halklarıyla dayanışmasının makul tarihsel gerekçeleri var. Türkiye ve Afganistan’daki zalim siyasal rejimler, aynı emperyalist stratejinin sonuçları olarak ortaya çıktılar. Türkiye halkları, güya devrim ve sosyalizm ile savaş kapsamında Pentagon, CIA ve NATO karargahlarında üretilmiş iki ucube rejimin liderlikleri arasındaki her türlü ittifak girişimine karşı koyarak Afganistan halklarıyla dayanışmaya, başlayabilirler.
Halklarımız, insan ve kadın haklarına dayalı bir yönetim olmadıkça, Ankara’nın Kabil rejimini tanımasını reddetmeli; özellikle her türden askeri iş birliğine kuvvetle karşı çıkmalıdır. Taliban rejimi fıtratı gereği şimdiden kadınların hak ve özgürlüklerine saldırıyor. Türkiyeli kadınlar; her milliyetten Afganistan kadınlarının kişilik ve özgürlüklerini savunma mücadelesinin yanında yer aldıkça, Türkiye’deki kadın düşmanı rejim karşısında da direniş cephesini genişleteceklerinden emin olabilirler.
Berxwedan jiyane.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.