1970’lerde bir deprem gibi ülkeyi sarsan devrimci hareketin 2020’lerde aynı kuvvetle ayağa kalkışı, Emekçilerin, Kürtlerin, Kadınların ve Alevilerin yani ezilen sınıfın, ezilen milliyetin, ezilen cinsin ve ezilen inancın birliği olarak yeniden kuruluşuna bağlıdır.
Dile kolay. Elli yıl geçti Mahirlerin Kızıldere’de katledilişinin, Denizler’in Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nin avlusunda darağacına çekilişinin, İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır Sıkıyönetim işkence hanesinde can verişinin üzerinden…
Elli yıl hiç de kolay değildi hiç kimse için, yalnızca diktatörlüklerle göğüs göğüse çarpışanlar için değil, sanki çatışmaya hiç dahil değillermiş gibi düşüne gelmeye alışık olduğumuz büyük çoğunluk için de hiç kolay değildi… 1986’da hapiste geçen 14 yılın ardından yeniden bir araya geldiğimiz bir arkadaşım, “Biliyorum” demişti, “çok zordur içeride yatmak, ama inan ki dışarıda yatmak da hiç kolay değildi. Cezaevindeyken her şey daha yalın olmalı. Bir devrimci gibi yaşayacaksın. Oysa dışarıda yatanın her gün ‘devrim’ ve ‘düzen’in çağrıları arasında durmaksızın seçim yapması gerekiyor.”
Bunun isabetli bir gözlem olduğu şimdi 50. yılda daha da iyi anlaşılıyor. Bugün elimizdeki bilanço yalnızca devrimcilerin tarihte silinmez izler bırakan kahramanlıklarının art arda dizilişinden oluşmuyor. Elimizde milyonlarca insanın devrimcilerin çağrılarına verdikleri ve vermedikleri yanıtların, devrimcilerin doğruları kadar yanlışlarının da, keskin zeka ve parlak düşünceler kadar safdillik ve önyargıların da eseri olan bir ortak miras var.
50 yılda çok şey değişti. Üç kuşak sonra, gücün ultra sağın ve siyasal İslam’ın elinde toplanmış ve solun devletten tasfiye edilmiş olmasına odaklanan karamsar bakış açısından bilanço bir mutlak gerileme olarak gözükse de hakiki toplumsal-politik tablo çok daha karmaşık ve umut verici. Her şeyden önce devrimci hareket büyüdü, gelişti, derinleşti ve Türkiye politik yaşamının kıyısından merkezine yerleşti. Müesses nizamın iki kutbu -kapitalist modernlik ve gelenekçilik, İslamcılık ve Türkçülük- arasında salınan siyasal süreci ortasından yaran ve aşan bir üçüncü kutup oluştu.
“Devrimci hareket”in Türkiye’nin batısında 12 Eylül rejiminin ağır darbeleri altında parçalanıp yeniden toplumun kıyısına itilmekten kurtuluşunda Kürt Özgürlük Hareketi yaşamsal bir rol oynadı. Kürt Özgürlük Hareketi, Türkiye devrimci hareketinin mücadele mirasını, yalnızca Kürtler’in özgürlük mücadelesinin ihtiyaç ve koşullarına tercüme etmekle kalmadı, onu kendi özgün siyasal deneyimiyle birleştirdi ve zenginleştirdi. Batı’da devrimci hareketin ufku piyasanın kuşatması ve reel sosyalizmin çöküşüyle kararırken, devrimci miras kendisine Kürtlerin komünal yaşantısı içinde yeniden ve çok uluslu bir birleşik güç olma yolunu açtı.
50 yıl öncenin mesajını yalnızca o anın devrimci hareketleri arasında gerçekleşen yaşam pahasına bir dayanışmayla özetleyerek “birlik” ihtiyacının altını çizmek uluslararası komünist hareketteki yıkıcı ayrışma döneminde doğru ve gerekliydi. Türkiye soluna ve devrimci hareketine iç savaş içinde bir iç savaş olarak nüfuz eden bu ayrışma karşısında Kızıldere’nin mirasına müracaat etmenin manevi ve ahlaki gücü yadsınamazdı.
Bugün “birlik”i 1970’lerin 80’lerin ihtiyaçlarına müracaat ederek anlamlandırmak neredeyse imkânsız. Devrimci hareketin zemini ve bileşimi artık bambaşka ve öte yandan “devrim”in kendisi saf siyaseti ve siyasal hareketlerin aktüel gereksinimlerini aşan bir zemin üzerinde seyrediyor.
50 yıl sonra devrimci bir birlik çağrısı, müesses nizamın iki kutbunun, restorasyon ve reaksiyonun ötesine yönelen bir yeniden kuruluş, yeniden doğuş çağrısı etrafında ve toplumsal mücadelelerin hülasası olarak çokluk ve çoğulluk bağlamında anlam kazanıyor. 1970’lerde bir deprem gibi ülkeyi sarsan devrimci hareketin 2020’lerde aynı kuvvetle ayağa kalkışı, Emekçilerin, Kürtlerin, Kadınların ve Alevilerin yani ezilen sınıfın, ezilen milliyetin, ezilen cinsin ve ezilen inancın birliği olarak yeniden kuruluşuna bağlıdır.
Deniz Gezmiş’in 50 yıl önce Ankara Merkez Kapalı Cezaevi avlusundan yükselen haykırışı, “yaşasın Marksizm-Leninizm”, “yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi”, “kahrolsun emperyalizm” bugün hala bir devrimci programın dibacesini oluşturmaya devam ediyor. Ne var ki, bugünün devrimcisi bu başlangıcı, kadınların, işçilerin, Kürtlerin ve Alevilerin yaşantısı ve mücadelesine tercüme etmedikçe ve o mücadelelerin dersleriyle tamamlamadıkça yeni bir şey söylemiş olamaz.
21. yüzyılda da “toplumsal devrim şiirini, geçmişten değil gelecekten alabilir ancak”.
__________________________
Artı TV, Söz Sırası, 9 Mayıs 2022
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.