Sosyalistler BDP Meclis Grubu’nda ne arıyor?

Kürt özgürlük hareketinin doğurduğu taze enerjiyle hemhal olmaksızın “sosyalistlik” taslanabilir elbette, ama özgürlük mücadelesine eşlik etmeyen “sosyalizm”in esbabı mucibesi ne olabilir?

Başlıktaki soruyu soran çok… Aralarında Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayı olarak 12 Haziran seçimlerine katılmamızı onaylamış, seçimler sırasında desteğini esirgememiş arkadaşlarımız da var.

Sorunun ima ettiği, zaman zaman dolaysızca da dile getirilen muhakeme şu: Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) “PKK güdümü”nde siyaset yaptığına, PKK ve dolayısıyla BDP “Kürt milliyetçiliği”nin davasını güttüğüne göre enternasyonalist olması icap eden bir sosyalistin BDP Meclis Grubuna katılması “Kürt milliyetçiliği”nin güdümüne ve Kandil’in etki alanına girmesi anlamına gelir ve caiz değildir.

Ahde vefa

Soru sahiplerinin aksine bu tutumun enternasyonalizm değerleri ve sosyalist mücadele geleneğinin icaplarıyla bütünüyle tutarlı ve milliyetçilik imalarının daha çok bir vehim ürünü olduğundan kuşkum yok. Ama oraya gelmeden önce seçime BDP’nin gösterdiği adaylarla birlikte giren ve BDP’nin desteğini alarak başarıya ulaşan sosyalistlerin BDP’nin adını taşıyan meclis grubuna katılmasının “ahde vefa”nın, siyaset etiğinin bir gereği olduğunu hatırlatmamak olmaz.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu 12 Haziran seçimlerine taşıyan “seçim beyannamesi”nde yer alan taleplerin TBMM’de etkin bir biçimde dile getirilmesi, mevcut TBMM işleyişine göre bir siyasi parti grubu oluşturmayı şart koşuyor. Bunu bile bile grup oluşturma yükümlülüklerinin dışında kalıp “sosyalistlik”ine halel getirmeksizin, bu tür sorulara muhatap kalmaksızın TBMM’de iskemle işgal etmek de mümkün elbette. Ama bunun sonuçları hiç de enternasyonalistçe olmayabilir. BDP kökenli olmayan bütün milletvekilleri BDP grubunun dışında kalmayı seçseler, Blok, 12 Haziran seçimlerinden çıkarttığı 36 milletvekiliyle TBMM’de bir grup bile kuramayabilirdi.

Leviathan’a karşı

Halep oradaysa arşın burada: 36 milletvekilimizden birinin, Diyarbakır’dan Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürüldü. Beş milletvekilimiz – Van’dan Kemal Aktaş, Şanlıurfa’dan İbrahim Ayhan, Şırnak’tan Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız ve Mardin’den Gülser Yıldırım- cezaevinden çıkarılmadı. Kaldı 30. Leyla Zana, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk siyasi yasakları nedeniyle gruba dâhil olamadılar. Kaldı 27. BDP kökenli olmayan Şerafettin Elçi KADEK, Levent Tüzel EMEP Genel Başkanı oldukları gerekçesiyle gruba girmediler. Kaldı 25.

Bu durumda BDP kökenli olmayan diğer beş Blok milletvekili – Sırrı Süreyya Önder, Esat Canan, Altan Tan, Erol Dora ve ben- bir kulp bularak ya da “Kandil’in etki alanı”na girmeme kaygısıyla dışarıda kalmayı seçsek, geriye -her an düşme sınırında- sadece 20 BDP’li milletvekilinden oluşan bir grup kalırdı. 20 kişilik bir BDP grubunu Leviathan’ın insafına terk etmenin neresinde, ne çeşit bir “enternasyonalizm” bulunabilir, aklım ermez.

Yurtseverliği aşmak

Ancak BDP’nin 12 Haziran seçimlerinde İstanbul, Gaziantep, Muğla, Mersin ve başka kentlerde Türkiye sosyalist hareketinin ana damarlarından gelen adaylara desteğini sunarken Lenin’in enternasyonalizm bahsinde bir vecize değeri kazanmış olan sözüne tamamen uygun davrandığını söylesek başımız ağrımaz: “[…] Yurtseverlik duygularınızı, gelmekte olan, henüz gelmemiş olan, ama eğer enternasyonalistseniz geleceğine inanmanız gereken uluslararası devrime feda etmeniz gerekir.”

Bizim örneğimizde bu “uluslararası devrim”i Türkiye halklarının ortak mücadelesi temsil ediyor. Kürdistan devrimcileri “yurtseverliğin” kucaklayamayacağı yükselen değişim dalgalarının üzerinde yol alabilmenin Kürtlüğün ötesine seslenmekten, saflarını genişletip siyasetlerini bir “blok”a yükseltmekten geçtiğini görerek, kendilerine yürünmesi çok zor ama başka bir seçeneği olmayan yol seçtiler. Türkiye’nin yakın gelecekteki bütün değişim dinamiklerini uyarmakta olduklarının idrakine varıp buna denk düşen bir inisiyatif üstlendiler. Şimdi soru, Türkiye sosyalist hareketinin buna eşlik edip edemeyeceğinde, karşımızda açılmaya başlayan değişim imkanlarına denk düşen bir paradigma değişikliğine sıçramayı başarıp başaramayacağımızda.

Blok’un ötesi?

Geçmişte sosyalist harekette yaygın öngörü şöyleydi: “Türkiye devrimi esasen Kürtleri de kurtaracaktır.” İki kutuplu dünyada ulus-devletlerin birer birer “sosyalist sistem”le eklemleneceği varsayımı, tarihin eşitsiz gelişimi içinde Kürt özgürlük hareketinin Türkiye’nin özgürleşmesinde başlı başına bir moment oluşturacağını, onun yarattığı dinamiğin yeni bir özgürleşme alanı açabileceğini öngörmeyi güçleştirmiş olabilirdi.
12 Haziran’dan büyük bir heyecan yaratarak çıkan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, Kürt emekçilerin yaşadıkları her yerde kendi kimliklerini, kendi kültürlerini, ana dillerini, kendi hayatlarını geri kazanmak üzere süren mücadelelerin de üzerinde yükseldi. Bugün Türkiye’nin devrimci hakikati mevcut iki kutuplu hâkimiyet sistemine karşı Kürt özgürlük hareketinin merkezinde rol aldığı bir üçüncü kutbun oluşumuyla belirleniyor. Türkiye solunun, sosyalist hareketinin, demokrasi dinamiklerinin buna eşlik ettiği nispette “Blok”un nasıl bir çekim merkezi haline geldiğini, gerçek bir kutbun bütün potansiyelleriyle birlikte nasıl uç vermekte olduğunu, bir iyimserlik dalgasının muhalefet çevrelerinde nasıl yayılmakta olduğunu hep birlikte görüyoruz.

Dolayısıyla günümüzün asıl büyük politik sorusu, BDP’nin, Kürt muhalefetinin ve sosyalistlerin oluşturdukları “Emek, Dekmokrasi ve Özgürlük Bloku”nun yarattığı sinerjinin nasıl çoğaltılacağı ve “ana muhalefet” rolünü üstlenecek bir yeni siyasi kuruluşa nasıl ilerleneceğidir. BDP Meclis Grubu’nun mevcudiyetinin Blok hukuku açısından bütünüyle biçimsel/prosedürel bir anlam kazandığı, mevzuat gereklilikleri dışında grup sözcülerinin kendilerini BDP-BLOK Grubu olarak takdim ettiği bir geçiş sürecinde “Sosyalistlerin BDP Meclis Grubu’nda ne aradığı” sorusu, Türkiye sosyalist hareketini yitirilmiş altın çağında bile hiç hak etmeyeceği ve kendisine yakışmayan bir kibre teşvik etmekten başka bir işe yaramaz.

Kaynağını Türkiye devrimci hareketinden aldığını hiçbir zaman inkâr etmeyen Kürtlerin özgürlük mücadelesi, bugün kendi deneyimini Türkiye devrimci hareketine bir gençlik aşısı olarak taşıyor. Buna kısaca tarihin eşitsiz ve bileşik gelişmesi diyoruz. Bu zorunlu uğraktan geçmeksizin, Kürt özgürlük hareketinin doğurduğu taze enerjiyle hemhal olmaksızın “sosyalistlik” taslanabilir elbette, ama özgürlük mücadelesine eşlik etmeyen “sosyalizm”in esbabı mucibesi ne olabilir? Hegel’in aforizmasını akılda tutmakta yarar var: “Özgürlük, zorunluluğun tanınmasıdır!”

Ertuğrul Kürkçü
Radikal İki