Ertuğrul Kürkçü’nün ancak “her şeye rağmen barış için barışçı demokratik siyaset” çağrısı olmakla suçlanabilecek Iğdır Newroz konuşmasının emniyet tarafından “terör propagandası” kanıtı olarak dava dosyasına konulmuş ve mahkeme tarafından 2 yıl değer biçilmiş çözümünü sunuyoruz.
Sevgili arkadaşlar, sevgili yoldaşlar, gençler, kadınlar,
Hepinizin Newroz gününü genel
merkezimiz adına sevgi ve saygıyla kutluyorum,
Newroz piroz be hevalno…
Sevgili kardeşlerim, bugün en mutlu [günümüz] olması gerekirken aslında hiçbirimiz o kadar mutlu değiliz, hiçbirimiz birbirimizden saklamıyoruz duyduğumuz üzüntüleri, duyduğumuz öfkeyi. Duyduğumuz bütün bu duygular içerisinde sevince bu günlerde pek yer yok. Gerçi bugün bu meydanda sevince bir yer açıyoruz ama içimiz heryerde kan ağlıyor, çünkü Temmuzdan bu yana özellikle Kürdistanın çok devrimci yurtsever, militan kesimlerinin bulunduğu kentler kuşatma altında. İnsanlarımız öldürülüyor, insanlarımız kurşuna diziliyor, insanlarımız bodrumlarda toplu halde yakılıyorlar, bütün bu zulüm, bütün bu şiddet dünyanın gözü önünde devam ediyor.
Kentlerimizde canlı bombalar kent halkını yaşamaktan, sokağa çıkmaktan, meydanda gezinmekten, işini yapmaktan, içinden geldiği gibi özgürce hareket etmekten caydırıyor, korkutuyor. Bütün bunlar her türlü etkinliğe yayılıyor. Ve nihayet bütün bunlar yetmiyormuş gibi bu Newroz gününde devlet ve hükümet Tayyip ERDOGAN başta olmak üzere Newrozu halklarımıza yasak ilan etmeye, Newrozda bir araya gelmelerini, Newrozu kutlamalarını önlemeye çalışıyorlar. 81 vilayette valiler Newrozu kutlamanın, eğer 21’inde kutlamazsanız, yasak olduğunu söylüyorlar. Yani size diyorlarki ancak mesai gününde izin verebiliriz o gün de izin verdiğimizde fotoğrafları çekince diyeceğiz ki, bakın Newroza kimse gelmedi.
Newroza herkes geldi, herkes kalbinde Newrozu kutluyor, asla ve asla bizi bu şekilde bu şekilde halklarımızdan ayrı gösteremezsiniz.
Sevgili kardeşlerim bütün bunlar aslında bugün şurada bayraklarını dizdiğimiz ve Türkiye’nin bütün halklardan, bütün cinsel kimliklerden , bütün düşüncelerden muhaliflerinin altında toplandığı Halkların Demokratik Partisinin 7 Hazirandaki büyük zaferinden intikam almak içindir. Halkların Demokratik Partisi 7 Haziranda sarayda yaşayanları, halkın ekmeği, aşına göz koyanları korkudan tir tir titretti. Ne parlamentoda tek başına hükumet, ne de bu Türkiye’nin padişahı olabileceği korkusunu Tayyip ERDOGAN’a yaşattık. O korkudur ki, bugün halklarımızın üzerine tank olarak, top olarak, gaz bombası olarak dönüyor, ama bütün mermiler, o gazlar, o şiddet bizim yüreğimize çarpıp geri dönecektir: Asla ve asla halklarımıza, onların iradesine zorla boyun eğdirmeye halklarımız izin vermeyecektir.
Evet, halklarımız büyük bir coşkuyla barışa geldiklerini düşündükleri bir dönemde kendilerini savaşın ortasında buldukları için, şaşırdılar, nerden çıktığını anlamadılar bu masmavi gökyüzünde gök gürültüsü, şimşek çakıyormuş gibi olunca. Bütün bunlan kavramakta güçlük çektiler. Ama şimdi bütün bunların üzerinden zaman geçtikten sonra görüyoruz ki, aslında bizim barış müzakereleri sürdürdüğümüzü sandığımız zamanda Tayyip ERDOĞAN rejimi halklarımızı dize getirmek için savaş hazırlıkları yaparmış, çöktürme harekatları planlarmış, binlerce insanın hayatına mal olacak operasyonları planlarlarmış, o nedenle halklarımız bu saldırıyla karşı karşıya kaldığında neye uğradığını anlamadı. Ama şimdi artık biliyoruz, kazanmamız gereken bir mücadele, barış mücadelesinin bir başka aşaması daha var, o da Tayyip ERDOĞAN’ın başkanlık rejiminin gerçekleşmemesi için halklarımızın demokratik özgür bir ülkede, kendi bildikleri gibi, kendi seçtikleri, yerel yönetimlerle ve bunların üzerine kurulan yeni bir Cumhuriyette yaşama mücadelesi sonuçlanıncaya kadar belki de canımız yanmaya devam edecek, ama bir kere daha görüyoruz ki, özgürlük hiçbir zaman bedelsiz elde edilen bir şey değildir. Hak verilmez alınır, ama onun için de maalesef bedeller ödenmesi gerekir, o yüzden burada halklarımızın özgürlüğü için halklarımızın hayatı için, halklarımızın geleceği için, halklarımızın özgür bir ortamda yaşayabilmesi için hayatlarını vermiş, aramızdan ayrılmış, kadın erkek genç yaşlı bütün yoldaşlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyoruz, onların hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz, şehitler asla ölmez, şehit namırın.
Sevgili kardeşlerim, elbette istiyoruz, elbette candan yürekten istiyoruz, bir tek kardeşimizin, hiç kimsenin burnu kanamadan siyasi mücadeleyi yürütelim, ancak karşı karşıya kaldığımız şiddet bize bunun o kadar kolay olmadığını gösteriyor. Ama biz gene de sevgili kardeşlerim, barışçı siyaset, barışçı demokratik siyaset yolundan ayrılmamayı kendimize ilke ediniyoruz. Partimiz daima ve her zaman sizlerle birlikte omuz omuza, çatışmanın son bulması, halklarımızın yeniden barış ikimine girmesi için elinden gelenden fazlasını yapacaktır. Savaşı önleyemiyorsak onun durması icin halklarımızı harekete geçmeye çağırıyoruz. Sizleri her yerde her zaman özgürlük icin mücadelemizi mutlaka ve mutlaka sürdürmeye, ancak bütün bu mücadelenin bir barış masasında sonuşlanması icin caba göstermeye davet ediyoruz ve hep beraber söylüyoruz ki bu çatışmaların son bulabilmesi mutlaka ve mutlaka başta Kürt halkı olmak üzere halklarımızın özgürlük taleplerinin gerçekleşmesine bağlıdır, çatışmanın son bulması, Kürt halkının devrimci güçleri ile devlet arasında sürüp giden çatışmaların son bulması için mutlaka ve mutlaka müzakere masasının açılması ve sevgili yoldaşımız Abdullah ÖCALAN’ın baş müzakereci olarak o masada yerini alması gerekir. Bugün Newrozu yasaklayanlar Sayın ÖCALAN’n büyük bir tecrit altında yaşaması için de ellerinden geleni yapıyorlar, aylardır İmralı adasının kapısından içeriye hiçbir avukat hiç bir akrabası, hiçbir yakını sayın Öcalan’ı’ göremedi. O yüzden şunu çok iyi görüyoruz, tecrit sürdüğü sürece çatışma var demektir, tecrit ortadan kalktığında sayın ÖCALAN’in barış için yeni önerilerle masaya geleceğini biliyoruz.
Ve sevgili arkadaşlarım, sevgili yoldaşlarım, hayat mücadelesi sadece ve sadece bir tek noktada değil, birçok noktada sürüyor, özgürlük halklarımız için, özerk yönetim için olduğu kadar, ekmek için, toprak için, kadınların hakları için, iş için, yaşam için, eğitim içi de mücadeleye devam ediyoruz. Bütün bu mücadelenin kazanılması, ancak bunlar kazanıldıktan sonra yolumuzun açılması mümkün. Onun için hepinizi birlik içinde durmaya, birlik içinde hareket etmeye, partimize yönelik itibarsızlaştırma çabalarına, hareketimize yönelik dışlama çabalarına tek başına karşılık vermek, omuz omuza olmak, birlik içinde olmak, birlikte dayanışmak zorundayız. Bizler vekilleriniz olarak bize verdiğiniz görevleri sonuna kadar yerine getireceğiz, parlamentoda ya da değil vekiliniz sizin vekilinizdir, sizin verdiğiniz görevleri yapacaktır. Ama parlamentoda olmak ve orada hiçbir tehdit altında olmaksızın sizin sözünüzü söylemek ananızın ak sütü gibi hakkınızdır, o yüzden vekillerinizin arkasında durmayı da ihmal etmeyin, çünkü bugün bizi parlamentodan atmak isteyenler, aslında sizin iradenizi parlamentodan dışlamak istiyorlar. Bizim dokunulmazlığımızı kaldırmak isteyenler aslında sizin vekillerinizin parlamentoda iş göremez hale gelmesini istiyorlar. Bakın size söyleyeyim, dokunulmazlık halk karşısında elde edilmiş bir imtiyaz değildir, dokunulmazłik iktidar karşısında elde edilmiş bir güvenlik mekanizmasıdır. Halkın vekilleri her gün soruşturmaya uğramasınlar, her gün karakola imza vermeye gitmesinler, her gün evleri basılmasın, her gün tehditle karşılaşmasınlar, halkın haklarını parlamentoda kesintisiz dile getirsinler diye dokunulmazlık vardır, bunun kaldırıldığı yerde, herhangi bir gerçek sebep olmadan bunun kaldırıldığı heryerde, iktidar partisi mutlaka ve mutlaka muhalefetin gücünü kırmaya çalışıyordur. O yüzden dokunulmazlık neye lazım diye soranlara şunu diyoruz, sizinle bir anlaşma yaptık, bu anlaşmanın manası şudur, bütün vekillerin hepsi ayni biçimde muamele görecektir, eğer siz bizim içimizden bazlarını, bizin vekillerimizi hapse tıkmak istiyorsanız bunun için dokunulmazlığı kaldırmak istiyorsanız, önce kendi hırsızlarınızı hapishaneye sokmanın yolunu açacaksınız. O dört bakanı, o dört hırsızı ve onların baş ortağı olan hırsızı hapse sokamayanlar, mahkeme önüne getiremeyenler bizim vekillerimizin dokunulmazlıklarına gözlerini diktikleri zaman, onlara diyoruz: Önce hırsızı getirin, önce hırsızı getirin, önce hırsızı yargılayın.
Sevgili kardeşlerim siyaset sadece mecliste yapılan bir şey değil, bizler meclise hapishanelerden, sokaklardan, mücadele meydanlarından, sürgünlerden geçip geldik, sizler öyle babaların çocuklarısınız, öyle annelerin çocuklarısınız, sizler öyle ailelerin kuzenlerisiniz, öyle amcaların, teyzelerin, yengelerin yeğenlerisiniz.
Sevgili kardeşlerim ama gene de mecliste siyaset yapma kapısı açık olduğu sürece bu kapıda siyaset yapmamızı engellemek isteyenlere bizim söyleyeceğimiz şey şudur, orası siyasetin en yüksek kürsüsüdür, biz oraya girme hakkını halkımızın verdiği destekten elde ediyoruz, alt milyon seçmenimizden elde ediyoruz, bizim mazbatamızı siz verdiniz, ancak siz alabilirsiniz. Başka hiç kimse bizim elimizden bizim mazbatamızı alamaz, alamayacaktır. Olur ya orada zalimler, orada despotlar galip gelir, o zaman da siyasetin bin türlü yolu var. Dün İzmir’de de söyledim bugün de burada size söylemekten gurur duyuyorum. Bizim kuşağımız, bizim devrimcilerimiz onlan izleyen kuşaklar siyasetin nasıl ve nerede yapılabileceğini gösterdiler. Sevgili yoldaşımız İbrahim KAYPAKKAYA işkence masalarında, işkence tezgahlarında siyasetin nasıl yapılacağını gösterdi, ser verdi sır vermedi, sevgili yoldaşımız Mahir CAYAN Kızıldere’de makineli tüfekler karşısında nasıl siyaset yaplacağını gösterdi, kendisi boyun eğmedi, ve sevgili yoldaşımız Deniz GEZMİŞ 6 Mayıs 1972’de Ankara merkez kapalı cezaevinin avlusunda idam ipinin altında siyasetin nasıl yaplacağını gösterdi. “Türk ve kürt halklarının kardeşliği yaşasın, emperyalizm kahrolsun” demeyi bildi. Bundan daha yüksek bir siyaset yok, biz bu siyasetin yolunda gidiyoruz, ama halkın büyük çoğunluğunun milyonlarca insanın temsilcileriyle barışçı demokratik siyaset yapma arzusunun, yolunun kapatılması için bunlar vesile olamaz. Eğer o kapılar kapatıldığında o kapıları açmasını bildik, ama açık kapıların kapatılmasına o kadar kolay teslim olmayacağız, ve buradan saraya diyoruz, sen bütün bunlan bizim başımıza padişah kesilmek için yapıyorsun, padişahları çoktan denize attık, sen o denizden çıkıp bizim başımıza tekrar gelemezsin, seni çıktığın yere geri göndermeyi biliriz, göndereceğiz de zaten. Sen geldiğin yere geri döneceksin.
Dünyanın her yerinde tarihin her döneminde, despotlar, zalimler kendilerini her şey sandılar, dediler ki devlet biziz. Geçen gün duydunuz, Tayyip ERDOĞAN’ da dedi ki ben gidersem devlet biter: Sen gidersen hiç bir şey olmaz, bu halklar burada bin yıldır yaşıyor, bin yıl daha nasıl yaşayacaklarına kendileri karar verirler, sen gidersen sadece gidersin. Senden önce bu sözleri söyleyen birini hatırlıyorum. Fransa kralı 14. Louis, öyle demişti, devlet benim (l’etat c’est moi). Devlet benim ve çok zaman geçmedi kendini giyotinin altında buldu. Umuyorum Tayyip ERDOĞAN rahat huzur içinde kendi döşeğinde hayatını verir ama asla ve asla bizim başkanımız, bizim liderimiz, bizim sultanımız, bizim padişahımız olmayacak, padişah sizsiniz, sultan sizsiniz, kral sizsiniz. Halktır kral, artık 20. yüzyılda, halktan başka kral, halktan başka padişah, halktan başka başkan tanımıyoruz, o yüzden sevgili arkadaşlar sizin yönetiminiz, sizin başkanlığınız, sizin demokrasiniz için sizin karşınızda sevgi ve saygıyla eğiliyoruz, gelecekte mutlaka hedeflerimizi ileri götüreceğiz, kendi kendini yöneten halklar olarak yeni bir ülke yeni bir hayat, yeni bir dünya kuracağız, o güne kadar mücadeleye devam, hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Newrozunuz kutlu olsun, Newroza piroz be
Serkeftin hevalno, serkeftin, Başarılar arkadaşlar başanlar.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.