İktidarın “uzayan savaş” stratejisi kendi açmazları dolayısıyla kendi üzerine çökerek nihayet bulacak olsa politik muhalefet stratejilerine hiç gerek kalmazdı. Çiviyi çivi söker diye boşuna denmemiştir. Barış ve demokrasi güçleri işe dikkatlerini sahici mücadelelerden uzaklaştıran beklentici fantezilerden özgürleşerek başlamalı. Gerisi gelecektir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, günlerdir “yok” dediği koronavirüs (COVID-19) salgınının varlığını Salı gece yarısı, herkesi yatağından kaldırıp teatral bir gösteriyle duyurdu. Gerekçesi “saydamlık”. Her şey boz bulanık iken maruz kaldığımız COVID-19 “saydamlığı” gözbağcılığından başka ne olabilir? Besbelli devlet, herkes can telaşındayken “genel sağlık” gerekçesiyle medya kontrolünden başlayıp yeni otoriter önlemler dayatmak için musibeti fırsata çevirmekten medet umuyor.
Muhalefet elbette COVID-19 gündemine arkasını dönemez: Bir yandan rejimin “halk sağlığı” yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini takip etmesi, toplumsal sorumluluk üstlenmesi; öte yandan temel ve kronik politik ve toplumsal gündemlerin gölgede kalmasına da izin vermemesi gerekir. Önü alınmadığı takdirde, Erdoğan’ın “uzayan savaş” siyasetinin, COVID-19’dan çok daha ağır insani bedellere mal olacağı açık. Ancak, muhalefet saflarındaki yaygın bir söyleme göre, o kadar “uzun” beklememiz gerekmeyecekmiş. Erdoğan ve ortakları Suriye’de öyle ağır bir yenilgiye uğramış ve öylesine küçük düşürülmüşler ki, bugün yarın iktidardan düşeceklermiş.
Bu varsayımın neye dayandığını bilmiyoruz ama sık sık duyuyoruz. Ancak, gerçek güç ilişkileri içinde anlamlandırılamayan bu varsayımın, iktidarın davranışlarını anlamaya, sonraki adımlarını öngörmeye ve mukabil bir strateji oluşturmaya yardımcı olduğu söylenemez.
Erdoğan’ın bütün böbürlenmelerinin fos çıktığı, siyasi bir adım atamadığı, pejmürde bir duruma düştüğü, “Soçi Mutabakatı”na göre bir adım geriye çekilerek stratejik karayolları üzerindeki Selefi kontrolünün kırılmasına boyun eğdiği bir gerçek. Bununla birlikte, Erdoğan’ın taktik kayıplarına karşın, “ateşkes” öncesi ve sonrasında İdlib ve bir bütün olarak Kuzey Suriye’deki askerî ve politik güç dengesi içinde bir stratejik darbe aldığını söylemek için elle tutulur bir neden yok.
Erdoğan’ın Moskova’dan 2018 “Soçi mutabakatı” çerçevesinde İdlib’de oluşturduğu 12 “gözlem noktası”nı koruyarak döndüğü de gerçek. Bu “noktalar”, onun için stratejik birer üs. TSK’nin Suriye toprağında Rusya nüfuz alanındaki askeri varlığını meşrulaştırıyor. TSK, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) başta olmak üzere İdlib’deki cihatçıları “silahsızlandırma” misyonuyla yerleştiği bu üslerden onları Kürtlere ve Şam’a karşı eğitip donatmak, HTŞ’ye canlı kalkan olmak için yararlanıyor.
Rusya ve Suriye çatışmalar boyunca Erdoğan’a sınırlarını gösterdiler ve sahadaki durumu “Soçi Mutabakatı”na ek protokolde kayıt altına aldılar. Ancak buna karşılık fiiliyatta bir Rus-Türk savaşına yol açmaksızın TSK’nin İdlib’den askerî güçle çıkartılamayacağını da örtük olarak kabul etmiş oldular. Suriye siyaseti nispeten Erdoğan aleyhine dönen bu güç dengesi üzerinde sürecek. Ancak bu siyasetin tamamen “çökmesi” bu güç dengesinin dramatik olarak değişmesine bağlı.
Şu halde muhalefetin açık yanıt vermesi gereken soru şu: İçerideki mevcut güç ilişkileri bir halk hareketince aşağıdan zorlanıp değiştirilmedikçe iktidardaki koalisyonun dışarıdaki taktik kayıpları dolayısıyla saf dışı edilebileceği varsayımı neye dayanıyor? Böyle bir güç yaratacak ölçüde bir heyecan, amaç berraklığı ve ortak duyu olmaksızın kışkırtılan “beklenticilik”, biriken hayal kırıklıklarına ve sonuçta umutsuzluğa yol açmaz mı?
“Savaş Üzerine” başlıklı klasiğinde Karl von Clausewitz, “Savaş, siyasal münasebetin başka araçların karışımıyla devamından başka bir şey değildir” der. Erdoğan’ın “uzayan savaş” stratejisi bu bağlamda eski devletten toprak, nüfus ve rejim olarak başkalaşmış bir “Sünni-Türk otokrasisi” -kendine özgü bir faşizm- inşa siyasetinin “başka araçların karışımıyla sürdürülmesi”dir. Bu, Clausewitz’den farklı olarak savaştan rasyonel bir çıkışla barışa değil yeni savaşlara ulaşmayı amaçlayan bir “cihad” stratejisidir.
Eğer bu strateji şehir efsanesinde dendiği şekilde iktidarın kendi açmazları dolayısıyla kendi üzerine çökmesiyle nihayet bulacak olsa, muhalefet güçlerine ve politik muhalefet stratejilerine hiç gerek kalmazdı. Çiviyi çivi söker diye boşuna denmemiştir. Bu stratejinin arkasındaki güç ve servet sahiplerinin yenilmesi bütün gerçek mücadelelerde olduğu gibi onları alt edecek güç ve imkanların bir araya getirilmesini gerektiriyorsa barış ve demokrasi güçleri işe dikkatlerini sahici mücadelelerden uzaklaştıran beklentici fantezilerden özgürleşerek başlamalı. Gerisi gelecektir.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.